16 Haziran 2011 Perşembe

aynadan bana yansıyan ben...

meyve vermeyi unutmuş bir ağaç gibiyim sanki... Hani varlığımla kapladığım bir yer var amenna
lâkin işe yaramıyor varlığım adeta...
insanın kendi kendini yok farzetmesi en kötüsüymüş...başa gelince anlaşılıyor..
aynalar
aynalar beni hep ürkütüyor..çünkü onlara yöneldiğinde bakışlarım; ben o bakışlarda kendi bakışlarımı bulamıyorum çoğu..
korkuyorum...
kendi kendinden de korkar mı insan
korkarmış
tuhaf...
ben beni tanıyamıyorum ve biliyorum her şeyin sebebi tam da bu işte... meyve verme yeteneğini yitirmiş bir ağacım, ve lüzumsuz yeryüzünde varlığım...
ve kendimi tanıyamadıkça her aynaya baktığımda büyüyor içinde dönüp durduğum girdabım, ve buna sebep işte aynalarla kavgalarım..
hani
aynalarla dedimse, kendi kendimle yani. Aynadan yansıyan bana bütün hırsım....

76690_132647423458039_100001383462281_201926_3962702_n[1]

14 Haziran 2011 Salı

"üstüne alınma, sana gel diyen mi var?"

"ben seni değil, seni sevmeyi sevdim
ben seni değil seni özlemeyi sevdim""
diye bağırıyordu şarkı avaz avaz ve kadın ilk defa sorguluyordu kendisini

O adamı mı seviyordu, yoksa o adamı sevmeyi mi seviyordu...

Aşk acısının buruk bir lezzeti vardır, tadan bilir... Bağımlılık gibi birşey miydi acaba? Hani "kavuşamazsın aşk olur" demiş ya ozan...,öyle miydi gerçekten...
Bilmiyordu kadın
bilemezdi..
Hiç kavuşmamışlardı ki kaçamak dokunuşları saymazlarsa... ki onlarda sayılmayacak cinstendi gerçekten....
"çok alışmışım onu sevmeye"
diye mırıldandı kadın içinden...
o değildi alıştığı...
onunla olursa biliyordu ONA alışacağını
ve birine alışmak demek, kaybetmek demekti heyecanı...
oysa sevgiydi kadının sevdiği
doğru söylüyordu şarkı...
"sevmeyi seviyorum ben" dedi içinden kadın
gülümsedi hafiften...
adam kadının adamı olsaydı, kadın adamın kadını...
sevgi zamana yapışıp bulaşacak, azala azala bir şey kalmayacaktı ellerinde avuçlarında...

şarkı bitiyordu..
şarkıcı kadın sakinleşmiş usul usul

"Hep bildim ki benim sevdam var


Üstüne alınma sana gel diyen mi var?"

diyordu...

Kadın cep telefonuna yazdığı kısa mesaja baktı bir süre..

"iyi misin? sesin soluğun çıkmıyor nicedir... küs müyüz yoksa?"

omuz silkip "sil" tuşuna basıverdi "gönder" yerine
telefon sordu "taslaklara kaydedilsin mi?" diye
"hayır" ı tuşladı kadın

söylendi kendi kendine..
"seni sevmeyi seviyorum ben adam...
seni kazanmak
sevgiyi kaybetmekle eşdeğer..
sevdam daha kıymetli senden..
açık olsun yolun"

59424_114454281944020_100001383462281_105263_2564555_n

sonra uzun süredir yapmadığı bir şey yaptı kadın, cep telefonunu kapattı tamamen

yatak odasının balkon kapısını açtı ardına kadar... gün ışığını davet ederek odasına

farkettiği gerçek koca bir yükü indirmişti adeta sırtından..
dinginlikle baktı bir süre onu kendine davet eden yatağına...

sıyrılıp nicedir başına bela olan uykusuzluktan
kıvrılıp öylece üstü başıyla
huzurla kaydıııı gitti uykunun o her şeyin üzerini örtüveren  kaygısız alacakaranlığına...

13 Haziran 2011 Pazartesi

Latina'nın PES dedirttiği an...

Bu nasıl çocuk ben anlamadım...
Seçim günü
oylarımızı kullandık, malum "ÖBÜR YARI" olarak
parka götürdük sonra küçük hanımı
çocuk dediğin parkta ne yapar?
salıncağa biner
kaydıraktan kayar
tahterevalliye biner
kumla oynar
taşla oynar
tırmanır
falan filan
öyle değil mi?

pekiii
bizim latina ne yapar?
takılır güvercinlerin peşine...
ne o yakalayıp kucağına alıp sevecek
babası ve annesi ciddiye almaz çocuğu..
heee der geçerler

peşlerinden koşar
usulca yanaşır
çömelip pusu kurar kedi misal

2011_06_12
IMG_0118
ve sonuç
zafer kahkahası



e aslan burcu
yakalayamasa ben şaşardım.. avcılık var serde
ama yine de PES şu bizim Defneye :)


IMG_0120
Deniz Bebek önümüzdeki hafta gelmeye karar vermiş:)
kuzenimin -Selçuk Abimin- eşi bebek bekliyor..
"DENİZ"..
Minik Deniz'in kız olacağını öğrendiğim an başlamıştım ona bir elbise örmeye ama bir türlü elime alıp da arkasını getirememiştim, yarım yamalak kalakalmıştı.
Yumurta deliğe gelince bir hız kazanıveririz ya millet olarak
inkâr etmedim özelliğimizi ben de..
kaşla göz arasında tamamlayıvermişim elbiseyi
şöyle bir şey oldu işte...:


2011_06_13


elbise


Dipteki Not:  Bir terslik olmaz ise -inşallahhhh...- Deniz hanımın aramıza katılışını fotoğraflayacağım, çok acemi olduğum bir konu değilse de yine de -her seferinde- heyecanlanıyorum. Bir mucieye tanıklık etmek her zaman heyecan verici...

11 Haziran 2011 Cumartesi

Cümle Çöpü...

hiç alışamamıştı kadın "sanal" iletişimlere.. eskiden beri telefon görüşmelerinde kilitlenip kalıyorken zaten; şimdilerde kısa mesajlar, e-mailler musallattı birde başına..
göz göze bakmayınca söylenenler anlamsız geliyordu kadına..
ve kalemin kağıdın üzerinde çıkarttığı o belli belirsiz ses olmadan kıymeti yoktu sanki yazılan kelimelerin..
öyle hissediyordu kadın
geçmişte takılı kalmışlığı vardı
ve zaten sık sık dile getirmişliği de vardı "yanlış zamanda doğmuşum" diye, ruhu toz kokardı bazen kendi burnuna bile, tıpkı tavan aralarına terkedilmiş eski zaman eşya ve kıyafetleriyle dolu sandıklar misali...

cümle kurmadan da duramazdı üstelik..
ve
kurduğu onlarca cümlesi vardı adama...
ifade etmeyi becerememişti hiç kendini sanal yollarla..
cümlecik cümlecik örüp ortaya çıkarmaya uğraştığı bir hikaye kurmuştu kafasında...
yazdığı her cümleciği de biriktirmişti tarih sırasıyla..
hep öyle yapardı zaten...
özenle muhafaza ederdi her birini...
rengârek kalemlerle rengârenk kağıtlara, bazen bir peçeteye bazen bir gazete köşesine yazılıp saklanmış cümlecikler..
sıra sıra..

ilk fırsatta verecekti kadın ona kurulu cümlelerini adama..

adam
belki de hiç dikkatle bak(a)madığından kadının gözlerine..
gözlerinin en derinine
anlamadı..
belki de yanlış anladı kadını..

bir gün
kadın...
yanlış anlaşılmanın bıkkınlığıyla...
öyle uluorta pat diye..
derinliksizce..o anda aklına geliverdiğince kuruverdi üç bilemedin beş cümle... hani o anda aklından geçen neyse...
başsız sonsuz
kopuk kopuk
havada asılı bir kaç cümle...

adam
anlamadı kadını...
sığ cümlelerine bakıp kadının sığ sularında takılıp kaldı..
oysa belki de uçsuz bucaksız bir derinliği vardı kadının..
olamaz mıydı?
adam bunu hiç anlayamadı...

yazılı cümleleri okusa
kadınla gözlerinin içine bakarak konuşsa
anlayacaktı..

kadın biriktirdiği bütün cümlelerini torlayıp toparlayıp....
attı.
kadın
ifade edilemeyen cümleciklerini fırlatıp attığı çöplüğüne
geriye dönüpte hiç bakmazdı....

cumlecopu

10 Haziran 2011 Cuma

Neden Lodos?...

1-


Bazen bazı şeyleri anlatmak o kadar da kolay olamayabiliyor.

Benim şimdi oturup yazmaya başlamış oluşum gibi mesela. Kafa doktoru istedi bunu…

-“Anlatamıyorsun madem; yaz o zaman” dedi.

Aslında onun söylediklerini yapmaya bayılmıyorum ama bu hiç de fena fikir değilmiş gibi geldi bana. “Kendin için yazacaksın, tutarlılık bekleme, mantık arama, içinden gelen ne ise onu yaz, böylelikle ben daha çok yardımcı olabilirim sana” dedi. Aklıma gelen her konu ile ilgili her şeyi yazmamı istedi sanırım.

Ama ben biliyorum ki sadece “O”nu anlatacağım her fırsatta…

“Lodos”u…

Lodos gerçek adı değil elbette

Hakikaten var mıdır ki “Lodos” diye isim… Vardır belki de.. ‘Kiraz’dı, ‘Çilek’ti, ‘Satılmış’tı, ‘Döndü’ydü derken ‘Lodos’?.. Neden olmasın ki…

Hmm hiç de fena gelmedi kulağıma.. Birgün bir erkek çocuk doğurursam ‘Lodos’ diyeceğim ona, evet evet öyle yapacağım. Ümit ettiğim falan yok.. Öylesine , laf işte.

Dolandırdım lafı.. Ne diyordum ki, hah esas adı değil Lodos. Ama ben ondan böyle söz edeceğim. Böylesi daha iyi.

Neden mi Lodos?

Buz gibi bir kış gününde ılıcacık geldiydi hayatıma da o yüzden. Hani lodos da esiverdi mi kış günlerinde bir ılımanlık kaplar ya her tarafı. Hani kar yağmış da orada burada, kaldırımlarda donmuş kalmışsa ancak lodos eserse erir ya. Aynı öyle geldiydi hayatıma. İçimde donan hisler varmış, onların buzunu çözdüydü. O hatırlatana dek farkında bile değilmişim hem de içimi donmuş hislerle doldurduğumun… İşin en ironik yanı içim dolarken donuk donuk benim boşluğa sürüklenişim.. Uçsuz bucaksız sonu başı belirsiz bir boşuktaymışım..

IMG_9138Ona ilk ne zaman âşık oldum… Bilmiyorum… Ama tanıştığımız gün dün gibi aklımda. Detaya girip uzun uzun anlatmaya gerek yok şöyle bir günde şu sebeple tanıştık diye. Ama belirtmek isterim ki o tanışma gününde en hatıralarıma yer eden konu ses tonuna hayran kalmış olduğumdur. Hem de sesinin tınısını duyduğum o ilk anda.

Binlerce ses arasında konuşsun, ayırt edilir hemen. Bilirsin ki onca sesin arasından kulağına en net ulaşan onun sesidir, çok da düzgün kullanır Türkçeyi, falsosuz…

Ah Lodos…

İçim katıldı gene, nasıl da gidiverdim birden o günlere… Ama kafa doktoru haklı mı ne; yazmak rahatlatacak sanki..

Şimdi uyusam iyi olur.. Çok yorgunum; yine; uzun süredir olduğumca. Hoş uyusam ve bedenimi dinlendirsem ne fayda, ruh yorgunluğu dinmiyor öyle uykuyla muykuyla..



Ah unutmadan bir dip not eklemek istiyorum. Ben tarih atmayacağım bu mektuplara. Mektup mu aslında o da şüpheli, kimseye yazıyor değilim ki bunları. Her nelerse işte bu kelime kalabalıklarına, cümle dizilerine tarih atmayacağım. Numara vereceğim sadece. Çünkü bir zamanı yok yaşamakta olduklarımın, zamansız ve mekânsız. Sınırlamak istemiyorum öyle formalitelerle..

8 Haziran 2011 Çarşamba

"Falımız fallanmış" demek bu olsa gerek işte...

papatya


İlk gençlik yıllarının kuralıdır.. Her kendini "aşık" zanneden genç insan, eline geçirir geçirmez bir papatyayı.. hiç düşünmeden başlar taç yapraklarını yolmaya
seviyor
sevmiyor
seviyor
sevmiyor....
...
hüzünlü artık
seviyor
sevmiyor
sorunsalı..
yaş ilerledikçe
böyle
ve işin tuhafı
insanın kıyamayışı o narin yaprakları koparmaya
isterdim oysa
bir papatya falına inanacak kadar saf kalabilmeyi
"seviyor"lara ışıl ışıl gülümseyip
basit bir "sevmiyor"a iki damla yaş dökebilmeyi...
heyhat
ne gülümsemelerim gülümseme şimdilerde
ne de ağlayabiliyorum dilediğimce....