31 Ağustos 2012 Cuma

söz ışıkların...

 "SESLER --
SİZ SUSUN:
BIRAKIN IŞIKLAR KONUŞSUN"

oruç aruoba --  tümceler





















fotoğraf: yavuz ıldız

29 Ağustos 2012 Çarşamba

tavla tavla beni tavla :)



Pirinçten taş ayıklar gibi ayıklıyorum sözcüklerinden bana aldırmazlığını

Tavla oynuyoruz da adeta
Elimde iki kırık pul ellerin

Bir düğme iliği gibi duruyorum dudaklarında...


Küçük İskender...


fotoğraf: neslihan karayakaylar tamyaman -- temmuz 2012-- bodrum/bitez

28 Ağustos 2012 Salı

sana uğurlarken...

BİLİYOR MUSUN:


GÜNEŞİN TAM ÜSTÜNDE OYALI İŞLEMELİ (PIRILPIRIL VE PESPEMBE) BİR DANTEL ÖRTÜ VARDI BUGÜN -- SANA UĞURLARKEN ONU...

Oruç Aruoba-- Tümceler











fotoğraf: neslihan karayakaylar tamyaman -- ağustos 2012-- güzelçamlı

Yaztatilinin Güzelçamlı ayağı ;)

Kaş sonrası, bayram öncesiydi; afere günü Defne ile İzmir'e geçtik otobüsle
Büü de ablasıyla Ankara'dan yola çıktı.. Bizi otogardan aldılar Kuşadasının Davutların falan ilerisinde Milli Park başlamadan son bir köy var Güzelçamlı
Oraya gittik..


Bayramın ilk günü doğum günümüzdü kızımla benim
Kırkladım...
Kızım da yediledi..

Yuvarlak yaşlara önem veririm ben nedense...
farklı bir kutlama isterdim kırkım için
olamadı
olsun
napalım yaş dediğimiz nedir ki...
sevdim ben bu kırkı :)



Defne bir uçan balona doğum günü dileğini yazdı... Sonra da bizlerden istedi dileklerimizi yazmamızı--onunkini ve birbirimizinkini okumadan-- yazdık
sonra önce gezdirdi balonunu biraz

ve saldı gökyüzüne babasıyla birlikte :)

bütün dileklerimiz gerçek olsun diye....


Güzelçamlı turistik olmayan tipik yazlık ev modeli bir deniz kenarı köyü


ufak bir dere var köyün orta yerinden geçip denize kavuşan



deniz sakin de olurmuş bazen ama biz oradayken feci dalgalıydı yüzemedik pek
son günümüzde tekne turuna çıktık Dilek yarımdası koylarına doğru.. oralarda deniz turkuazdı tertemizdi, Dilek yarımadası milli park -koruma altında ona sebep bakir kalmış

insan bakmaya doyamıyor maviye turkuaza yeşile..


yunuslar eşlik etti gezintimizde zaman zaman bize
özgür;  hapsedilmemiş nefis yunuslar.. :)



şöyle bir deniz işte



ve ben yüzdüm bu suda..
içinden çıkası gelmiyor insanın


bol bol yüzdük biz de zaten ;)

yat yuvarlan kitap oku keyfi de yaptım

tekne ardı köpüklere de daldırdım gözlerimi oh misss...



Kuşadası-Davutlar-Güzelçamlı gün batımları ile anılan mekanlarmış.. Bilmezdim
yaşayarak öğrendim
gün gerçekten anlatılmaz yaşanır bir biçimde batıyor..




sokakları deniz kenarı falan çok pisti :( üzülüyorum öyle pislikleri görünce
çöpe atmak varken yediğini içtiğini neden sahile bırakır ki insan..
anlamak mümkün değil.
sonra gene kendileri havlu serip yatıyor oraya
oysa nasıl da güzel bir doğası var kıymetini bilebilene..


Uzun yıllardan sonra Anne-Baba -Çocuk bir araya gelebildik tatilde..
Defne deli mutlu oldu buna
Halası da bizimleydi
bir gün denizde yüzerken (ya da yüzmeyi denerken :)) çok dalgalı bir zamandı zira)

"Aile Herşeydir"

diyerek
patlattı bombayı sıpata

Dönüş yoluna erken çıkıp yol üzerindeki yakın bir yerlere uğrayalım istedim ben
malum fotoğrafçılık var serde dümmmmdüz yola düşüp dönmek
ya da yolda outletlere uğrayıp manasız harcama yapmak tarzım değil ya pek...

Büü'nün annesinin (hala rahmetli demeye dilim dönmüyor :.(() yakın bir arkadaşının yazlığı var güzelçamlı'da.. onun beyi aklımıza getirdi e pamukkaleye gidin diye...
iyi ki de demiş

o da başka bir post
ama şu kadarını söyleyebilirim ki
olağanüstüydü...
kesmedi beni tabi.. yine gidilmeli mutlaka gidilmeli....




dipteki not: 
bana ait tek fotoğralar ve bülentle benim fotoğrafımız: defne tamyaman
ben ve defnenin birlikte fotoğrafı: bülent tamyaman
geri kalan fotoğrafların tamamı: neslihan karayakaylar tamyaman

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Suretime yansıttığım sözcükler...


Bazen,tek bir akşamda,

yalnızca tek bir Martı uçar

-uçup geçer...

oruç aruoba

tümceler sayfa:55




----------------------------------------------------------

"Gün çoktan döndü buralarda 
Ve ben simsiyah bir gecenin koynunda yapayalnız bekliyorum 
Duyuyorum, görüyorum bir gün gelecek dönence 
biliyorum...."
barış manço


------------------------------------------------------------

sardunyalar aldırmazlar hiç Güz'ün gelişine,yavaş yavaş çevrelerini kuşatacak soğuklara, gelecek uzun yağmur günlerine, ya da bir o kadar uzun sürecek kuraklıklara:su ve ışık-ısı-buldukları sürece, açıp dururlar yapraklarını da çiçeklerini de-acaba onlar gibi mi yapmalı?...

Oruç Aruoba
tümceler sayfa:97



dipteki not: fotoğraflar Yavuz Ildız

26 Ağustos 2012 Pazar

Tatil Hasılatı....

bu seneki tatilin hasılatını takdimimdir:



bunlar; çekilen birkaç yüz kare; gezilen görülen güzellikler, biriken anılar..

eh daha ne olsun ;)

bakışlarında bir yusufçuk telaşı.....


ne hüzünler kör etsin gözlerini
ne de bakışlarında bir yusufçuk telaşı
baştan başa dolaşmalı bütün bu kenti
uzak bir bakıştır hasretin....

.....

yine de ölenlerin hücrelerinde büyütürüm ben bir kozalağı
kozalaktır şimdi mezarlıkların sahipleri
ha durdu duracak soğuk bakışın
ve bir turuncu papatyanın yüreği senin cesedin
bu kez gözlerinde kaybolmayacağım......

zehra nur erbölükbaş


fotoğraf: neslihan karayakaylar tamyaman - kaş - ağustos 2012

19 Ağustos 2012 Pazar

Kızıma 7 yaş mektubu yazamayışımı bağışlatma mektubu...

Yaşamıma anlam katanım...

Senin 7 yaş doğum günü mektubunu özene bezene yazayım istemiştim...
Her doğum gününde yazdıklarımın aynını tekrarlayacak olsam da
Ama..
Ben de kırkımı bitirdim bugün güzeler güzelim..
Hani yuvarlak bir yaş ya
Hani genelde özel partilerle kutlanır ya böyle yaşlar
Benim için bir organizasyon yapılmadı...

gerekçeler...
geçerli elbette..
geçerliliği göreceli de olsa.. neyse
geçerli işte

hem babaanneni kaybedeli 20 gün olmuş daha 
hem yaz
hem bayram
hem de baban sevmiyor nöyle organizasyonları
diye

Hak versem de gerekçelere
biraz buruk içim yine de

bu buruklukla
dilediğimce yazamadım hayatta en değerli varlığım
bağışla...

İznin olursa bu 19 Ağustos'ta
sadece sana ve bana kadeh kaldıracağım..
sadece ikimize

uzun uzun cümleler kurmadan..

İyi ki doğdun İYİKİM...



11 Ağustos 2012 Cumartesi

Bir insanın günümü aydınlatması için ille de yanıbaşımda olması gerekmiyor... :)

Hayatıma şu veya bu köşesinden değen...
ama çok güzel değen insanlar var...
para pul şöhret ünvan biriktirmenin popüler olduğu günümüzde ben ısrarla insan biriktirmeyi seviyorum
çok seviyorum...

ve o en değerli hazinelerimden birisi
biriktirdiklerimden ve çok özel anlarımda nokta atışıyla beni ferahlatmakta usta olan bir tanesi
capon balığım kızım kuzum ve beni kocaman gülümsetti bugün..

Ebrucanım sen nasıl güzel bir kadınsın
İyi ki varsın
sonsuz teşekkürle..


capon yarıladı bile..
ben deniz kenarında olmayı bekliyorum başlamak için
nedense öyle çekti canım....


9 Ağustos 2012 Perşembe

"KARADUYGUN" - Sema Kaygusuz

fotoğraf: neslihan karayakaylar tamyaman

"Biz uykusuzlar bir araya gelince, düşsel olduğu kadar fiziksel de olan, ama aslında ne düşsel ne fiziksel sayılan gece hayatımızı pek anlatmıyoruz birbirimize. Her türlü çıtırtıya açık kulaklarımızın, yeryüzünün uğultusundan öte bir şey duyamadığını söyleyemiyoruz da . İster istemez derin bir dalgınlığın perdesinden dinliyoruz birbirimizi." (s. 12)

"Gece gezen herkes gibi, hatır, hatıra ve hafızanın harcıyla örülen hayali bir konakta, yapay ışıklar altında düşe kalka dolaşırken, tarihi bir serüven gibi yaşar karanlığı" (s. 12)

"Bir türlü geçmeyen dakikayı beklemek,
çizgisel bir oluşun tümüyle dışında kalmaktı hem,
hem de uzun sürmüş tamiratıydı
mekaniği bozuk bir yelkovanın" (s. 15)

"Bilmek çok fena bir şey Olup bitenleri değiştirememenin azabı daha yıkıcı oluyor. Bildikçe elleri de değişiyor insanın, yüzü de. Parmak uçları hassaslaşırken alın çizgileri derine ilerliyor. Hele Musa gibi ciğerine kadar bilince, bütün o kavga, dövüş, isyan, intikam, tuzak, katliam, bütün o yalan dolan, hile, riya fazlasıyla paralıyor insanı. Beden neyi biliyorsa o kadar acıyor çünkü. (Zaten herkesin öldürülebilir olduğu bir yere aitti Musa. Öyle ki bütün dünyayı kaplıyordu bu yer)" (s. 17)

"Ruhun da bir ruhu vardır, bundan eminim.
Ruh içeriyi duyar, ruhun ruhu ise ötekileri. Biri uyumun ve armoninin ilmiyle titreşirken, öbürü canhıraş bağırtılarla parçalanır. Dünyanın uğultusuna katılır." (s.23)

"... ses, ışıktan da seyrek bir varlık. Soğukta yavaşlayıp sıcağı bulur bulmaz konik dalgalar halinde hareket eden mahlukata dönüşüyor. sesler ister istemez cisimleşiyor sonra. İmgelemde katılaşan bütün görüntüler, elbette Birhan gibilerin zihninde ürüyor sadece. Birhan gibiler derken, dünyanın uğultusunu içinden duyan karaduygun insanlardan söz ediyorum. Aşkın bir duyarlılığı sıska bacaklarıyla taşıyan bu yeryüzü sürgünleri, nasıl ki seslerin cismaniliğini derinden biliyorlarsa, başlarındaki ağrıyı ucundan tutup iplik gibi yumağından çözebileceklerini de sanıyorlar. Her şeyi dokunulur kılan imgesel bir alemde, kendi hatıralarıyla yeniden tasarlıyorlar dünyayı. O yüzden onların hayal kırıklığı başkalarınınki gibi limoni değil, genelde kan tadında oluyor. Birhan'ın başı da çok, daha çok, daha çok ağrıyor o zaman . Hâlâ merak duyduğu bir rüya, çünkü şakaklarında" (s. 24)

"... saatlerin uzayışıydı yaz mevsimi. Bir de havuzda cebelleşen çocukların çığlıkları, bisiklet zilleri ve yavrusuna uçmayı öğreten karganın bağırtısıydı. Seslerle kuruluyordu saatler. Güneş ışınlarının eğimine göre sesler kendi kendini yaratıyor; ötüşlerden vızıltılara, kuğurmalardan tavla şıkırtılarına, su çırpıntısından böcek ötüşlerine doğru üst üste devinip dönüşüyor, derken köpek havlamalarıyla ansızın kesiliveriyordu." (s. 28)

"Biz zamanı, aynı şey yalnızca birimizin başına gelsin diye kurmuştuk." (s. 29)

"Evrenin önümüze serdiği onca muammaya, yerkabuğunun muğlaklığına, zamanın oynaklığına rağmen, biz belirsizliğe dayanamayız okurken." (s. 30)

"Ne zaman tak tuk tak diye uyandırılsak, gözümüzü açtığımız yer, kendi ellerimizle yontamadığımız bir kafa!" (s. 35)

"Sadece hayatlarımızla bölük değiliz birbirimizden, dilim dilim zamana da bölünüyoruz. Bazen eski zaman parçalarımıza bakınca kendimizi hatırlayamıyoruz." (s. 38)

"İnsan milleti nereye baksa sadece kendisini görür. Hayvanların kafasını kendi kafasına geçirir, onların pençelerini bir eldiven gibi kendi ellerine takar. Ben sanat tarihi okuyorum. On üçüncü yüzyıldan kalma bir İbrani kitabında Hezekiel'in kehaneti resmedilmiş. Hayatları boyunca Tevrat'ın buyruklarını izlemiş doğru kişiler, insanlık tarihinin son sahnesinde bir araya gelmişler. İşin ilginç yanı bu insanların hepsi hayvan başlı. Kimisi aslan, kimisi kartal, eşek, panter... Gel gör ki bedenlerini hayvanla değiş tokuş etmiyorlaraslında. Tam tersine, dünyanın son gününde bile insanı içten içe yıkan bir uzaklığı ifşa ediyorlarç Onların bu yarı hayvan hallerinin hayvanla hiç ilgisi yok. Hem gerçekte mevcut olmayan hayvanbiçimli insan, hem de yerini hiç bir hayvanla paylaşamayan insankökenli hayvan oluyorlar. Ama kendi hayvanlıklarından ödü kopuyor hepsinin." (s. 39)

"Uzaklara gidince insan bütün niteliklerini yitiriyor. Bedenin de bir geleneği var ister istemez. Her beden kendi bilgisinde yaşasaydı, buna izin verselerdi... dünya başka türlü olurdu." (s. 44)

"Nerden aldın bu üzümü? Karşıki manavdan değil mi? Sordun mu nerden geliyormuş diye? Bu üzüm kardinal, Bodrum'dan geldi. Ataları Karya halkın uzanan biri yetiştiriyor bunu, sence fark eder mi? O manavda gördüğün avokadolar Meksika'dan dünyaya yayıldı, patetes Peru'dan, ananas Brezilya'dan, elma Asya'dan... İftar sofralarında İsrail'den gelen hurmalarla oruç açıyor insanlra! Yeryüzünün bütün nimetlerini lüplüyorsun da  sofranı paylaştığın insanın kan bağını neden sorguluyorsun!" (s. 44)

"Bir deniz görünce insan sanıyor ki dünyadaki bütün denizler aynı. Neden biliyor musun? Çünkü biz karşıdan bakıyoruz. Olan biten her şeyi, her ânı, her küçük ayrıntıyı böyle heykel gibi durarak yüzyirmi derecelik açıdan görebiliyoruz ancak. Heykeller nasıl bakar? Aynı öyle!
Karşıdan bakmak ezbere bir şey. Pekâlâ gözlerini kapatabilirisn. Denizleri birbirinden ayırt edemiyorsak, zihnimizle gördüğümüzü tenimizle bilmediğimiz için." (s. 45)

"... hepimiz kayıbız. Kimyamız bozuk bizim. Toprağa tutunacağımıza ölüm korkusuna tutunuyoruz. Açgözlülüğümüz ondan. Meyveyi ağacından toplar gibi bedenle ruhu ayırıyoruz birbirinden. Beden düşüncesi olmayan ham bir şey oluyor o zaman." (s. 47 - 48)

"Dünyaya nasıl alışırsan öyle konuşursun" (s. 50)

"Değil mi ki, bir varlığa değdiğimizde tenimizde izi kalır. Zihnimizden öte, kapıları açan ellerimizle, kenetlenen dişlerimizle anımsarız onları. Zihin uyuştuğunda beden hatırlamaya başlar" (s. 64 - 65)

"Türkçe sözlükler melankoli ile hüznü eşanlamlı gösterse de -ne büyük gaflet- kendi varlığına anlam arayan melankolikleri hüzünbazlardan ayıran derin bir hiçlik duygusudur. Melankolikler varlığın karşı konulmaz mayhoş cezbesiyle hiçlik acısını peşpeşe tadabilirler. Varolan her şey soluk soluğa acılaşabilir çünkü. Güzellik aslında yoktur, Bir anlık ışık çakımında ortaya çıkar yalnızca . Hüzünbazlar yoksunlukla debelenirken, melankolikler boşluğun olası güzelliğini açıklığa çevirmeye yeltenip sürekli yenilirler. Seyir halindeki lütuflara aldanıp solgunlaşmaları an meselesidir." (s. 70-71)

"... onun için Karaduygun Yakup dendiğini duydum. Anadoluda bir çok kez kulağıma çalınan bu güzel sözcüğün melankoliye denk düştüğünü yıllar sonra kavradım. Ta Hippokrates'ten beri kara safranın hükmünde yaşayan insanlara nasıl melankolik demişlerse, buralarda da karaduygun emişler. Hüzünlüler, o yok, bu yok, şu vardı ama şimdi eksik, olacaktı ama olmadı diye dünyaya içerlerken, karaduygun insanlar ben var mıyım, yok muyum, hangi zamanda, kimin içindeyim diye diye üflendiği neyi yadırgayan davudi bir ıslık gibi eğreti, üflediği ıslığı yabancılayan bir ney denli bigâne, her dünyevileşme ânını sancıyla yaşayan, can ile hayat arasındaki ölçüsüz uzaklığı kılcallarında hisseden, alınları doğuştan dövmeli insanlarıdır." (s. 71-72)

"Hüzünlülerin çoğu dünyadan ödü kopan bencil çocuklar yetiştirip bencilliği yavrularlar; keder sınıfındakilerse onların çocuklarına hayatı öğretirler" (s. 72)

"... hüzün taklit edilenilir bir şeydir. Zaman zaman hüzünbazlıkla düzenbazlığı birbirinden ayırmak nerdeyse imkansızdır." ( s. 74)

"Acıyı anlatmak kolay değil. İster istemez kekeliyor insan. Acının simiyle parıldamak bir yana, insanın kendini acısıyla önemsetmesi midemi bulandırıyor. Daha yüzündeki çizgilerden ruhunu görmeye fırsat vermeden ağrısını bir çırpıda anlatabilenlerden bu yüzden kaçınıyorum. Biri bana pansumancı muamelesi yapıyormuş gibi geliyor." (s. 77)


O Gitti.. Ben Beklemedim...


gitti
ardına baktı da mı gitti
bakmadan mı
hiç bilmedim
belki merak ettim
belki etmedim...
"bakmaz" dedim
hiç ardından bakmadım..
gitti
döndü mü, dönmedi mi?
hiç bilmedim
belki merak ettim
belki etmedim...
"dönmez" dedim
hiç beklemedim
nkt - ağustos 2012

fotoğraf: neslihan karayakaylar tamyaman

8 Ağustos 2012 Çarşamba

"Özleme tek çare, özlemin, artık, olamamasıdır- yoksa, özlem, hep, vardır..." oruç aruoba

Ve Kızıma Kavustum......
Salı akşamı geldiler
kızım annem ve kuzenim...


Öyle çok ama öyleeeeeee çok özlemiştim ki........

7 Ağustos 2012 Salı

kırmızı ojeli kadının içyüzünden....




Ne vakit hayal etsem parmak uçlarımının teninde gezinmesini..
içim ürpermeyle dolar da.. kan sızar parmak uçlarımdan usulca...
buna sebeptir işte bayım
tırnaklarımı ben hep kan kırmızıya boyarım....
nkt--ağustos 2012


fotoğraf: nkt-temmuz 2012-ankara

"Biten Sevgilerin Ardından Ağlayamam Ben Böyle Yas Tutamam...."

zaman bir imbikten süzülürcesine usul usul, sürüne sürüne geçiyordu yokluğunda dedi kadın adama..
evet dedi
öyleydi
ve ne vakit gelsek bir araya seninle nadir de olsa...
taşkın bir nehir gibi coşuyordu varlığınla dolduğumda..
öyleydi evet
dedi...
kadın..
sonra diye devam etti kadın
günler günleri kovaladıkça.. zaman zamana eklendikçe imbikten süzülürcesine ağır ilerlese de...sensizliğe alıştıkça bünye gitgide...
bir bakıyorsun
normale dönmeye başlamış o sürünen saatler sen yokken.. başlamışlar kendi rutininde işleyip gitmeye
ve nadir de olsa geldikçe bir araya hızla akmamaya başlamış seninleyken de
aşık olunansızken ne ise
aşık olunanla da o
olduğu noktada tükeniyormuş aşk meğerse
dedi kadın
belli belirsiz handiyse duyulmayacak bir sesle..
ama dedi adam
ben seviyorum sevişmeyi seninle halâ
ve seveceğim daima..
gülümsedi kadın
ben de
dedi
ben de seviyorum sevişmeyi seninle
halâ
ama sevişmek için aşık olmak gerekmiyor ki illâ...
...
susakaldı adam bir süre..
uzaklaşıp hafifçe kadından uzandı sereserpe sırtüstü yatağa
ve usul usul başladı konuşmaya...
evet dedi
evet
varmış böyle bir şey gerçekten..

--gerçekten aşık olanın aşkı bittiğinde ayrımsıyormuş aşık olunan aşkı tam olarak..--
...
ses çıkartmadı kadın...
hep konuşan kadın
sustu bu defa...
hep o bakarken dikip gözlerini adama
bu defa oydu kırpmadan gözlerini diken tavana adam bakarken ona....
sonra yumdu gözlerini, dönüp usulca sokuldu adama
ve gömdü burnunu adamın boynuna
ama eskisi gibi bir dahaki görüşmeye kadar kokusunu kazımak için değil  bütün hücrelerine...
kokusununu içine çekmedi bu defa
burnunu gömdü o kuytuya
bir defa bile bakmadan adama
sadece
sadece eski günlerin hatırına....
biliyordu ki
o ne zaman sevişmek isterse adamla.. orada olacaktı adam... oracıkta
ama aşksız sevişmeler ne kadar haz verecekti ki kadına..
bilmiyordu
aldırmıyordu
usulca silkti omuzunu.. kalktı yataktan
giyinirken..
adama halâ göz teması kurmadan
gidiyorum ben şimdi dedi
işin gücün vardır senin de
hadi
kal sağlıcakla...

arabasına atlayıp tutmuşken evini yolunu radyonun tuşuna bastığında karşısına çıkan şarkının manidarlığı burukça gülümsetti kadını..

"ben de"

dedi
şarkıyı söyleyen kadına

"ben de ağlayıp yas tutamam....
ben de...."


"bir sürü kuru gürültü......."

"hakikaten yahu" dedi.. kadın
"hakikaten..."

"böyle mi olmalı.. solmalı sevgililer....."











Dipteki not:
fotoğraf: neslihan karayakaylar tamyaman / kasım 2010- ankara



denemenin ilk yazılma tarihi: mayıs 2008

2 Ağustos 2012 Perşembe

Şiirin Kızkardeşi Öykü-- Buket Uzuner



"Dünyanın en büyük küçük mucizesi çok gençken iyi bir öğretmene rastlamaktır. büyük mucizelerse yalnız kutsal kitaplarda bulunur" (s. 3 ve s. 17)

"İnsanın kendi başına gelmeyen bir kötülük veya haksızlık nedeniyle acı çekebileceği doğrudur. evet, mümkündür bu. öte yandan insanın ciddiye alınamayacak kadar küçük yaşta şahit olduğu bir haksızlığı yaşamı boyunca taşıması da bir başka haksızlıktır. bu ,ikincisi, bir hukuki hata sonunda müebbet ceza yemeye benzer. Benzer ne yazık ki... Ve daha fenasıinsan zaman içinde bir cezaye alışabilir. Evet, insan cezaya bile alışabilir. Alışıyor insan her şeye. Bir kez alışınca da özgürlüğün tadını unutur. Alıştıkça özgürlüğü derine gömer. Bir lênettir bu. Hattâ bir gün arık bu lânetle beraberyaşayacağını sezer. Sezdiği gün kalbi kırılır, bin parçaya bölünür. Bölünmüş kalp, cam parçaları gibi batar, çok acıtır. Ondan sonra gerçek her geçen gün daha uzak ve daha düşseldir artık. Ve işte böyle başlar gerçekle arasındaki uzaklık büyümeye, büyük uzaklık olmaya... Uzaktır gerçeğe artık. O zaman hayatta kalabilmek için tanık olduğu kötülüğü hafıza dolabının en dibine saklar. Dibine en dibine saklar gerçeği çaresiz. Ve ne zaman anılar dolabı açılsa, yere saçılan bütün eski pişmanlıklar ve uğradığı bütün haksızlıklar gibi onu da görmezden gelir. Yine de bu durum bir başkasının hakkını cebinde taşımanın büyük yükünü hafifletmez. Hiçbir şey hafifletmez. Asla hafifletmez. Hafifletmez yükünü, O yüktür sonra insanı erkenden yaşlı duyumsatan, o ağır yüktür işte. " (s 4-5)

"Geç gelen adalet insanın yırtılan güven duygusunu onarmaz, onaramaz ama yamar, belki yamar. Yalnızca o kadar. Geç gelen adalet, o dünyanın en pis kokulu yükü olan haksızlığa uğramışlık duygusunu hafifletmez, ama ölene dek taşınacak bu kötü kokulu yük için belki bir manevi destek sağlar. Ylanızca o kadar. Bilirsiniz, insanın manevi zararını ödeyecek birim yoktur" (s. 5)

"Canı sıkılanlar bilir. Can sıkıntısı berbattır; her şeyi daraltır. Canı sıkılan insanın hayatı dar alanlar, dar insanlar ve dar rüyalarla sımsıkı daralır. İnsanın içi çekilir, kolunu kaldıracak gücü kalmaz, büzülür ve öylece kalır. sonra uzun yıllar içinde can sıkıntısına alışır ve artık canı sıkılmayan insanlarla ilişkisini keser" (s. 7)

"Yeri geldiğinde bir yumruk yemenin insanı rahatlattığı durumlar vardır. Ama asıl felaket yumruk atılması veya yenmesi gereken durumlarda suskunluğun yarattığı ezici ağırlıktır." (s. 11)

"Lütfen-diyorlardı! Lütfen! Ne güzel, ne hoş bir sesi vardı bu sözcüğün: Lütfen! Şarkı gibi, güzrl bir koku gibi, kadife kumaş gibi: Lütfen!" (s. 13)

"Şiir, insanlığın en anlamlı buluşudur. Şiir, insan yaratıcılığının en üst noktalarından biridir. Şiir, umudun, sevgini, acının ve dayanışmanın evrensel dilidir." (s. 18)

"Ah bitirmek! Bitirmek, bir şeyi bitirmek, başlamaktan daha büyük bir cesaret ister çoğu zaman. Tanrım ne büyük cesaret ister bitirmek, bırakmak, 'bitti' diyebilmek!" (s. 23)

"Şiir'in kızkardeşine gelince, o yalnızca taşınırlarken pencereden gördüğüm, uzun simsiyah saçlı, kocaman gözlü bir hayaldi benim için. Onu birkaç kez daha yine pencerede görmüş, gözlerinin iriliğinden şaşkınlığa düşmüştüm. hayatımda hiç bu kadar kocaman, yeşil gözler görmemiştim. O gözler sanki kızın duru beyaz yüzünde açılmış yeşil perdeli iri pencerelerdi. Perdeleri azıcık aralarsa kalbinin içi görünecek kadar büyük pencereleri olan bu yüzü belki de gözlerinden ötürü unutamamıştım. İnsanın yüzünde, ruhunun ve bedeninin içini gösterecek böyle büyük pencereler olunca, onun içi dışı bir olmak zorundadır. Şiir'in kızkardeşi bu yüzden çok iyi ve temiz kalpli biri olmalıydı, yoksa yüzünde kalbinin içini gösteren büyük pencereler taşıyamazdı. eEet mutlaka böyle bir kız olmalıydı o" S. 25)

"...tanık olduğu şiddet ve dehşet insanın ruhunu çürütür. Yavaş yavaş çürüyen ruh çok pis kokar. İnsan ne kadar yıkanırsa yıkansın asla temizlenmeyen bir kokudur bu..." (s. 31)

"Artık yaşanmış ve yalnızca düşlenmiş aşklar arasındaki farkı, aşkların ve ayrılıkların ağızda bıraktığı farklı tatları, öfke ile acının insanı nerelerinden bıçaklayabileceğini öğrenmiştim. Büyümüştüm. Düşkırıklığının ve ihanetin dişleriyle etimi parçalayıp kanatışını yaşamış, başkalarına düşkırıklıkları yaşatmış, bazen istemeden incitmiş ama asla ihanet etmemiştim. Henüz. Büyümüştüm." (s. 64)

"İnsan ilkgençliğinde mükemmeli, eksiksizi, haydi hiç olmazsa, uyumluyu bulacağına samimiyetle inanıyor. Farklıyı ve 'öteki'ni arıyor. Deliler gibi yollara düşüp, izler, işaretler ve kokular peşinde dolaşıyor. 'Mükemmel vardır, mutlaka bir yerlerde olmalıdır', diye sandığım bile olmuştu! Vallahi de billahi de sanmıştım işte" (s. 64)

"Geri dönebilmek ve anlayabilmek için ille de gitmem gerekiyordu. Bazılarımız için ille gitmek gerekir" (s. 65)

"Karşınızdakinin yanlış anladıklarını bile anlayabiliyorsanız, doğru iletişim kurmak şansınız olabilir." (s. 68-69)

"Bütün kültürel, ekonomik ve siyasi zincirlerimden boşanmak, ait ve sahip olmamak için savaştım yıllarca. Reddettim. Tanrım, reddetmek bazen ne kadar güçtür. Hele zor zamanlarda reddetmek ne kadar irade ve güç gerektirir. Ve her reddediş yalnızlığın sınırlarını büyütür." (s. 70)

"Herkesin bir yol hikâyesi vardır. Kimininki kısadır kimininki uzun, kimininki komik, kimininki esrik. Bazısı insanı çarpar, geçerken izini bırakır, bazısı dümdüz ve renksiz, bazısı da gizemli, hattâ tehlikelidir. Bazısı meydan okur, bazısı illâki sizi yollara düşmeye tahrik eder... Vardır mutlaka. Herkesin bir yol hikâyesi vardır. Ve herkesin kendi yol hikâyesi en önemlisidir." (s. 77)

"... insan kendinden bile sıkılır bir gün. Aslında insan en çok kendinden sıkılır" (s. 77)

"Terk edilmek acıtır. Nedeni asla önemli değildir. Terk edilmek incitir. Her zaman." (s. 82)

"Hayatımızın en güzel anıları, kendimize yakın bulduğumuz insanlarla yaşadığımız yakın duygusal anlardan geri kalan izlerdir. " (s. 85)

"Onun mutlu olmak için bütün dış koşulların mükemmel olmasını beklemeyecek akıllı insanlardan olduğunu anlamıştım." (s. 85)

"... ben aşkla beraber yaşanan seksi tercih ederim. Çünkü kadınlar sevişirken ancak aşık oldukları erkeklere bedenleriyle beraber varlıklarını da verir ve böylece erkeğin de varlığıyla sevişmesini sağlarlar." (s. 161)

"Defne: Laurus nobilis; onun barış sembolü saydığı, aslında Romalı kahramanları erkeklik simgesi olarak yapraklarıyla taçlandıran ağaçtır. Defne, Macar Gulaşı'nın hazla yenmesini sağlayan yapraklardır. Defne 'ilk aşk bir daha yaşanamaz' saflığına ve artık varoluşuyla özdeşleşerek kendi ilkgençliğime duyduğum özlemdir. Saflığa övgü ve özlemdir." (s. 163)

 

1 Ağustos 2012 Çarşamba

nurlarda uyu....





Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.
Yahya Kemal Beyatlı







HAYAT BÖYLE BİR ŞEY İŞTE
BİR VARMIŞIZ
BİR YOKMUŞUZ..

ÇOK KELİME SARF EDEMEM BEN ÇARESİZ DURUMLAR KARŞISINDA..
VE ÖLÜM ÇARESİZLİĞİN ULAŞABİLECEĞİ SON NOKTA İŞTE....

IŞIK OLSUN YOLUN
NURLARDA UYU AYGÜL ANNEM..












fotoğraf: neslihan karayakaylar tamyaman/ mayıs 2011-ankara