27 Mayıs 2011 Cuma

Düş Kırgınları - Mehmet Eroğlu

duskirginlari

"Gençlik başarıları abartmaksa, yaşlılık başarısızlıklarımızla uzlaşmayı öğrenmektir." (s. 5)

"Dramlar ne kadar yakıcı olurlarsa olsunlar, sadece kahramanlarını kavuran iç yangınlardır; tutuşturdukları alevler kara, isli dumana dönüşmeden fark edilmezler." (s. 5-6)

"Doğumu kestirebiliyorken hiçliğe göçeceğimiz anın rasgeleliği ne kadar anlamsız. hayatımız boyunca hazırlandığımız o kaçınılmaz son, kaderin umursamaz ama kararlılıkla atacağı zarlara bağlı." (s.10)

"... Sence nasıl bir adam?
'Dürüst' dedim 'Gevezeliğinden belli. Dürüst insanların çoğu gevezedir.'" (s. 25)

"Hüznüm sümüğe benziyordu, akmasını bir türlü engelleyemiyordum." (s. 43)

 "Mutluluk diye bir şey yok mu sizce?
'Yok' dedim öç alır gibi. 'Vardır diyenler, mutluluk sandıkları şeyin, razı oldukları bir mutsuzluk olduğunun farkına varamayanlardır.'" (s. 59)

"Çünkü cesaret taklit edilemez." (s. 64)

"Ah keşke yazarken olduğu kadar soylu olabilseydim! Yaşarken bir sefilim oysa. Herkes sussa, kimse seslendirmese de farkındayım: Kof, yaratıcı özü olmayan bir pişmanlık benimki. Üstelik bekâretin iffeti gibi de geçici...

Sunak taşına uzanır gibi başına gelecek herşeyi kabullenmeye hazır olmak... Aşık kadın bu değil midir? Söylüyorum: Aşık kadın suçsuzdur. Suçlu olan benim. Yaşamdaki amacımı aştım. Sevmeye kalkıştım. Benim gibi özyıkımından haz alan bir erkek neden bir kadını sever ki?

Belki bu suç değildir: Belki sevmek beynimizin kazara ürettiği bir avuntu; yüreğimizi kavuran ani bir kıvılcımın doğurduğu bir yangın; belki de -benliğine kavuşmak yerine- benliğimizi karşımızdakine yayarak onu ele geçirme isteğinden ibaret. Tanımlar, tanımlar, tanımlar... Bütün tanımlar midemi bulandırıyor. İtiraf ediyorum: Benim nedenim basitti: Amacımın ardında soylu bir ürperti değil, bencilce bir umut saklıydı: Kendimden kaçıp kurtulma umudu! Onu bu yüzden sevmeye yeltendim; bu yüzden beni sevmesine izin verdim. Ne budalaymışım! Acıma doğru dümdüz yürüyeceğime, yolun yarısından geri dönmeye kalkıştım. Oysa kaderin yolu hep tek yönlüdür.

...

Kimse bana gerçeklerden söz etmeye kalkışmasın!Çünkü boşuna bir çaba olur bu. hayatın ya da hayallerin, gerçeklerin her türlüsünden uzak dururum: Gerçekler, Tanrı ve bilim içindir. Bana gereken yalanlar. İçinde gelecek umudu, mutluluk hayali sakladığımız yalanlar... İşte size aşkın gerçek nedeni: Yalan ihtiyacı; canlı olduğumuza inanma saplantısı. Ben bu nedenle aşık oldum.
...

ne yaparsam yapayım, artık hiçbir şey değişmeyecek. Biliyorum: Acı insanı er geç çıldırtır.
... Tanrım, ölümümü yaratmama, yok oluşumu doğurmama izin ver." (s. 67 - 68)

"Gerçekten güzel olan kadınlar, güzelliğinin kanıtlarını aramayanlardır." (s. 79)

"Cennet Tanrının uydurduğu bir serap olmalı... Çöldeki zavallıların gördüğü bir vaha." (s. 83)

"Güneşin doğuşu belki batışının yanında sönüktür ama Tan, Doğan ve tabii Şafak gibi adlarla anılır. Hiç günbatımıyla ilgili bir ad geliyor mu aklınıza?Gelmiyor. Aklıma gelen, günbatımının ölümü çağrıştırdığı." (s. 84)

"Cesaret dediğimiz çoğu kez korkaklığımızı saklama becerisinden başka bir şey değildir." (s. 87)

"Aşk hakkında konuştuklarında her erkek inandırıcıdır" (s. 90)

"Aşk yalnızlık çığlıklarımızdan doğuyor çoğu kez" (s. 97)

"Yalnızlık, insanı iyi ya da kötü biri olma derdinden kurtarıyor." (s. 97)

"Yarını katlanabilir kılan tek şey, ölme olasılığımı içeriyor olması. Bunun ötesinde bir anlamı yok" (s. 100)

"Anılaştıramadığımız hayat! Taşınması en ağır yük bu" (s. 112)

"Tehlike büyüdükçe cesaret de büyüyor olmalı. Ölümle yüzleşmeye kimse aracılık yapamaz. Cesaret dediğimiz bu sırada gösterdiğimiz sabırdır." (s. 115)

"Onu nasıl tanımlarsınız diye sorsanız, ufuk gibiydi, derdim. Onu görüyor, seyrediyor, hatta büyüleniyordunuz ama asla yanına gidemiyor, onunla olamıyordunuz." (s. 115)

"Bugün ölecek miyim? Tanrı ne zaman insafa gelip gemilerin geçmediği, kuşların uçmadığı o altın kıyılara göç etmeme izin verecek? Acelem var, çünkü büyük buluşma için söz verdim. İnsanın -ruhunun içindeki o karanlığa doğru yelken açmışken- ölmek için ille de yaşlanmayı beklemesi ne saçmalık. Neden genç bir bedenle ölmeyelim? Amaç ölüme bir kılıf hazırlamaksa, anlamsız bir çaba bu... Ölüm dediğimiz saf ve mutlak uykudan başka nedir ki? Hayvan olsaydım kartal olmak isterdim. Uçmak istediğimden değil. Siz hiç yaşlı kartal gördünüz mü? Acelem var." (s. 120)

"Çoğu dost seni kendi hayatının içine çekmez, bunu yapmak yerine hayatına sızar; ta en ücra köşesine kadar. Dostlarımız çok yakınımızdayken onları bu denli az tanımamızın nedeni de budur işte... Dostlardan güzel ya da baskın olan, genellikle ötekini pek tanımaz." (s. 126)

"Bir erkek aşık olmadığı kadınla muıtlu yaşayabiliyorken, kadınlar bunu yapamıyorlardı." (s. 127)

"Şehvet, bedenin dostudur, ruhun esaretinden kurtarır onu..." (s. 137)

"Becerebiliyorsan, kendinden nefret etme, önemli olan budur. Çünkü hayallerimiz aslında tek bir istekten, kendimizi sevme düşünden doğar..." (s. 145)

"Aşk sonrasını düşünmeye başladığımızda sona erermiş" (s. 147)

"zamanın her şeyi-insanların, nesnelerin değerini ve önemini- değiştirecek gücü vardır. Mesela, üç bin yıl önce içine sıçılan renkli bir çömlek, günümüzde kolaylıkla bir müzenin en değerli parçası olabilir..." (s. 155)

"Üç şeyden asla kurtulamayız: gölgemizden, ölüm korkusundan ve aşktan..." (s. 158)

"Yaşlılık dedikleri, yaşamın çapının küçülmesiymiş." (s. 196)

"Eğer bir kadın gerçekten aşıksa, sadece sevilmekle yetinmez.
...
Çünkü kavurucu bir kavuşma isteği olan aşk, her zaman kısa vadelidir. ..Benliklerden birisi ötekini tamamen ele geçirdiğinde duyduğumuz arzu yatışır, aşk da sona erer. Sevgi ise uzun solukludur, işgalci değildir...
...
Hem aşk, çok dikkat gerektirir; sevgi esnek ve dayanıklıyken, aşk kırılgandır.
...
Aşk, yatışıp, tutkudan kurutlmak, sonuna kadar gidip tüketmek, tüketilmek ister. Acelecidir, sona erdirmeye, erdiremiyorsa vazgeçmeye hazırdır. Oysa sevgi gönüllü bir tutsaklık, kendini karşısındakine adamaktır.
...
İnancı arayanlar, inaçsızdırlar. Aşkı arayanlar da hiç aşık olmayanlar... Çünkü aşık olan buna bir daha kalkışmaz..." (s. 197 -198)

"Aşk sizi değiştirip bir başkası yapmıyorsa aşk değildir." (. 200)

"Eğer mutsuzsanız ve başka hayatlara özlem duyuyorsanız, masal kahramanlarına aşık olabilirsiniz. Masal kahramanları gerçeğe en uzak kişilerdir. Yani! Yani, onları istediğinizde terk edebilirsiniz. Eğer bağlılık istemiyorsanız, gidip bir masal ya da roman kahramanı bulun. Onlar -siz beceremezseniz bile- eninde sonunda sizi terk ederler." (s. 201)

"İlginç hayatlar, kendisini değiştirebilmiş kişilerin öyküleridir..." (s. 221)

"Bir kadın gelecek hakkında planlar yapıyorsa, bu mutlu olduğuna işarettir... Ve bir kadın mutluysa, kördür..." (s. 242)

"Bizi en çok birbirimize benzeten, aynı kılan şey ölüm. Öyle ki, insan türü olarak adımız bile ölümlü. Ya ölümsüzler? Ölümsüzler kendi ölümünü tasarlayıp seçebilenlerdir." (s. 244)

26 Mayıs 2011 Perşembe

1 Haziran- Sergi

Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik...
Elimizden geldiğince portre çekmeyi öğrendik, çekmeyi denedik, ortaya ama iyi ama kötü bir şeyler çıkardık...
şimdi geriye çekilip yıl içinde neler yapabilmişiz izleme zamanı....


Buyrun bize not vermeye o zaman
Bakın bakalım becermiş miyiz?

1 Haziran 2011 Çarşamba günü saat 18:30'da
Çağdaş Sanatlar Merkezi B Salonuna
Bekleriz :)

afiş

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Defnesel...

IMG_9832

Bodrum'dan gelirken Defne'ye nefis bir elbise getiren teyzesine
Defne: teyzeee sen bana hep elbise almak zorunda mısın? Mesela bir kere de barbie almayı denesen?
(bu diyaloğu daha sonra öğrenen yazgüneşi: yuhhhhh)

Defne: anane senin adresin ne?
Anane: dıtdıt sokak dıtdıt taksim dıt dıtdıtdıt ankara
peki sizinki ne biliyor musun?
Defne: Eveeettttt
bıtbıtbıt caddesi bıtbıt taksim bıt bıtbıtbıt ankara
Anane: Aferin sana
Defne: Ananeee senin adresin kısacık ŞİİR gibi, bizimkide aynı ŞARKI gibi
Anane: !!!!!!!!!!!

Defne: Babaaaaaa biliyo musunn Seni bi de Annemi çooook seviyorum
Büü:Biz de seni çoook seviyoruz
Defne: Babaaaaa benim ceviz ailemm çoook tatlıı
Büü: (yazgüneşine dönerek) Ceviz aile ne be
Yazgüneşi: Çekirdek ailem demek istiyo
Büü: Puhahahaaa
Defne: gülmesenize beeeee...

İş çıkışı her akşam Defne ile çok ilgilenen bir başka semt servisinin şöforü yine Defne ile konuşur, suratını on karış asan Defne cevaplamaz ve homurdanır.. Servisi geçtikten sonra Yazgüneşi sorar:
-- Kızım neden böyle yapıyorsun, amca seni çok seviyor sohbet etmek istiyor
-- Anneeee her gün her gün bu konudan İLLALLAH geldi amaaaaaaa
-- :PPPzuhahahahah


Defne: Annneeee
Yazgüneşi: Efendim kızım
D: Tarkan'ın karısı var mıı?
Y: niye sordun yoksa napıcan sen mi evlenceksin?
D: Ya anne yaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa

IMG_9813.CR2


Yazgüneşi: (Ananeye) Ben hamileyken deli gibi erik yedim ya, bu kız da bayılıyor eriğe, ama ıspanaktan tiksinmiştim, ıspnağı o kadar sevmez
Defne: Annneeeeeeee ABARTMA ıspanak severim ben..
Y: Ehüü, e peki madem
Anane: Zuhahahahahahahh

20 Mayıs 2011 Cuma

Şarkılardan fal tuttum

Başlarda ısrarla anlatmaya çalışıyordum seni Lodos.... Bıkıp usanmadan anlatıyor, anlatıyor, anlatıyordum... Herkesi usandırdığımın farkına bile varmadan ... zaman aldı seni tanımadan senin gibi birisi olabileceğine insanları inandırmanın imkansızlığını anlayabilmem.   Artık biliyorum ve buna sebep susuşlarım...
Evet Lodos bunu da senin anlaman zor işte... susuyor oluşumu... susan hep sendin oysa şimdiye değin... Susan adamla, konuşan kadındık hep... Artık susuyorum... Seni tanımayanlara seni anlatmaya çalışmanın ne nafile bir çaba olduğunu artık çok iyi biliyorum. Üstelik, seni tanıdığını zanneden nicelerinin de seni hiç tanımadığını da biliyorum...
Lodos... Ben galiba artık çok fazla şey biliyorum....
Beni hayatına istemiyordun ya sözde... canımı çok acıtıyordu bu..
Oysa istiyordun.... Bunu da biliyorum... istiyordun ve aldın... Kendi kurallarına göre..
önemli mi?
Değil...
Senin hayatının bir parçası olmak; bir anlığına bile olabilmek... bir ömür yeter bana... istemeseydin almazdın... İstedin...

Çelişkiler yumağısın Lodos...
Ne vakit aşkı düşünsem... senin isminle beraber geliyor o kavram zihnime ve bu canımı acıtıyor
ve fakat diğer taraftan ne zaman seni -ama direk seni- düşünmeye kalksam içimi yumuşacık bir ılıklık kaplıyor...
Sana ne zaman dokunsam çocukken annemin pişirip kaselere alması sonrasında tencerenin dibinde kalan muhallebiye parmağımı daldırmışım hissi uyandırıyorsun bende... ve ne vakit öpsem seni o parmağı yalamışım gibi henüz ılımaya yüz tutmuş leziz muhallebi tadı kaplıyor damağımı....
lâkin ne zaman özlesem -ki sıkı sık özlüyorum- zehir zemberek bir sivribiberi ısırmışçasına kavuruyorsun dilimi dudaklarımı....
ne dersin buna bilemiyorum
aşk - sevgi - tutku- dostluk - bağlılık- şehvet- saplantı - cesaret - esaret?
şart mı?
ille de isimlendirmek şart mı Lodos?
ben isim koymaktan hoşlanmıyorum...
Sen?
Sen zaten hoşlanmıyorsun... Sen konuşmuyorsun bile..
Ben ne kadar suyorum artık desem de
ve eskiye kıyasla gerçekten sus pus olsam da
ille de kelime sarfetmeden duramıyorum işte...



IMG_6152

Ben Lodos
hep şarkıların büyüsüne inandım biliyor musun çocukluğumla ilk gençlik yıllarımda... Yaş ilerledikçe unuttum gitti şarkılarla olan dostluğumu, her daim dinledim - dinliyorum elbette ya... O büyülü flörtü unutalı nice olmuş
hatırlamıyorum...
Aklıma geldi radyo çalıp dururken ve ben seni hayal ederken bu gençlik eğlencesi...
Fal tutardık şarkılardan.. derdik ki: "şimdi çalacak şarkı o bana ne hissediyorsa onu anlatsın"
ve hep tutardı lodos...
şimdi fal tuttum ben de işte radyoda
"Sıradaki şarkı Lodos'un hakkımdaki hislerini anlatsın" dedim
Sertab neler söyledi bak Lodos:

"Çok geç oldu belki de düşündük taşındık
Bir çok şeyi birbirimizden sakındık
Bir şey eksik cümlede
Yüklem mi özlem mi sakladığın şey her neyse beni üzer mi?




Öyle çok şey var ki içimde
hep sustuk konuşmak yerine
Konuşmadığımız her ne varsa
Seninle sakladım gözlerimde


Ne olur sende fazla üzülme
Hep kendi kendine yenilme
Konuşmadığımız her ne varsa seninle
Bir damla gözlerimde


Belki yanlış yoldayız
Kaybolduk kaybolduk gizleyince kendimizde yorulduk
Her hatada telafi gerekli değil mi
Bizi durduran gurur mu kibir mi?




Öyle çok şey varki içimde
hep sustuk konuşmak yerine
Konuşmadığımız her ne varsa
Seninle sakladım gözlerimde




Ne olur sende fazla üzülme
Hep kendi kendine yenilme
Konuşmadığımız her ne varsa seninle
Bir damla gözlerimde... "

Belki de haklıydım ilkgençliğimde şarkıların büyüsüne kulak verirken Lodos... Belki de doğru söylüyorlardı gerçekten... belki de senin susan adam olman tam da Sertab'ın şarkıda söz ettiği sebeplerdendi..
Olamaz mı?
Değilse de
sevdim ben öyle olduğu hissine kapılmayı...

Madem öyle devam oyuna
"Ben neler hissediyorum Lodos'a? Söyle bakalım bir sonraki şarkı bana..."
...

Nilüfer - Malt düeti düşen payıma...

"Gözümle gördüm-gönlümle sevdim seni
Vazgeçemem ki
Bin zulüm etsen-sevemem desen yine
Git diyemem ki
Var mı söyle? var mı söyle? benim gibi


Canın ister güldürürsün
Canın ister öldürürsün
Aşkının kölesi oldum
Sevgilimsin- sen bilirsin
Ara sıra bazı bazı
Gelsen bile gönlüm razı
Yeter ki görsün gözlerim
Aşkın olmaz çoğu azı
Nerdeydin demem, kimleydin demem
Seni sevdim bir kere
Madem ki sensiz yaşayamam ben
Naz etmem boş yere"


Gerçekten Lodos
aşkın olur mu çoğu azı....
yok işte
ben yılda bir görsem bile...
yeter gerekirse..

özledim seni bak için için yine...

IMG_0834

......
Kim demiş ağlıyorum diye...
Yok öyle bir şey Lodos... Basit bir toz o..
Kaçan gözüme,
çıkartırım şimdi
sen hiç merak etme.......

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Bir Hırsızı takdimimdir....

Hırsızlık
En kötülerden olduğu
Rahmetli babacığımın ilk bellettiği şeylerden...
Harama eli uzanmadı
alnının akıyla yaşadı
alnı ak gitti cennet olsun mekanı...

ille maddi olması gerekmiyor
manevisi de beni delirtiyo
belki daha fazla
sarf edilmiş cümleleri aşırmak
kendine mal etmek
bu nasıl bir zayıflıktır
nasıl bir acizlik
nasıl bir komplekstir
Anlamam imkansız
ve anlamayım da zaten...

Elifcemle yüzyüze tanışmadan bloguna hayran olmuştum ben
Bana ilk yorum yazışında dalmıştım o uçsuz bucaksız dünyaya
büyülenmiştim okudukça
ve yorum olarak belirtmiştim de...
Nasıl güzel bir yürektir bu demiştim...
Elifin kelimelerle dansına ben kadar hayran olan bir başka kadın daha var..
Ama o bir zavallı
çalıyor çünkü
Elifin blogunu bellemiş
belli ki okuyor hergün
ve kendine göre değiştirip aklınca
kendi kelimeleri gibi şişine şişine yayınlıyor
birde yavuz hırsız ev sahibini bastırır misal
pişkin pişkin laf ediyor
blogumdan copy-paste yapılıyor diye
ulu insan ya kendisi....
çok seviliyormuşmuş
çünkü kendisi oluyormuş
ahahahaha
pabucumun yazarı....
Olur ya okuyanınız vardır denk gelir
ya da bakarsınız günün birinde sizin cümlelerinizi çalar
Ben afişe etmek istedim bu kadını:

http://my.opera.com/LeyIifer/blog/

Elifin bana yazdığı cümleleri çalmış
Nil'e yazdıklarını çalmış
daha binlercesini çalmış
acınacak halde
farkında değil...

ben sanal aleme bir taş attım bu ucube hakkında
bugün onaysa yarın bana endişesi taşıyanınız varsa
paylaşın derim...
utanmaz utanmaya da
belki okuyanları bilir hırsızlık malı  olduğunu okuduklarının
bir okuyana ulaşsam kâr derim ben kendi adıma...
takdir tanıdığım alnı ak alıntı yaptı mı belirtebilecek dürüstlükteki blogerların...
hodri meydan...

10 Mayıs 2011 Salı

Bir anneler günü hikayesi...

AG

Şımarık bir anneyim ben..
resmen şımartıldım...
Hmmm hiç de fena değil hani laf aramızda..
IMG_0151.CR2Cuma dan başladı  benim şımarışım
Manevi evladım, gelişini dört göz beklediğim, dünyaya gelişini kalıcılaştırmayı denediğim... Dünyayı gördüğü ilk anı belgelediğim ilk bebeğim... minik kuşum İpekböcüüüm nefis bir not ve bir balböcüü ile kutladı anneliğimi ilk.. Gözlerimi doldura doldura,
Bir kadın - bir anne- bir teyze
söyler misiniz nasıl ağlamaz şöyle bir nota
mümkün mü?


IMG_0148.CR2ve nefisss bir balböcüüüü.. Arının benim için özel bir önemi var zira Büü ile yeni çıkmaya başladığımız zamanlar birbirimize "balböceği" diye hitap ederdik... (Ayy evet ya aşk işte peeeh insana neler yaptırıyor :PP) Unutulmamış hayatımdaki ennn özel kadınlardan biri tarafından ve altı çizilmiş İpekböcüümün şahsında.. Canım Edoşum bin teşekkür bir kez daha..


Pazar

Uyuyakalmışım sabah...


IMG_0034.CR2

Sabahlığı bir hayli geçmiş bir saatte latinanın ıslak ve ıpılık öpücüğüyle açtım gözlerimi güne..
O andan belli oldu ki gün güzel geçecekti...
Baba-kız bir kolye almışlar bana ve minik kızım çok güzel bir kart hazırlamış minicik elleriyle... musluklar açıldı tabi gözlerdeki şaaaaaaaarrrrrrrrr....... bi de şiiri vardı ki dillere destan
gel de ağlama....

Anneme kahvaltıya gidecektik lakin benim hazırlanıp hophoplanıp toptoplanıp evden çıkmam bir tören olduğundan kahvaltı öğle yemeği saatine denk geldi anca..

IMG_0147


Yedik boool bol -ah bol bol yedik dedim de ne kilo aldım bu ara ne kilo offf ki of, önlem lazım en acil tarafından offf bıktım yaaa nessseeee---
Aygül anne  çok iyi hissetmediğinden Büü yalnız gidecekti oraya, Latinayı anneanneye bıraktım çünkü atölye dersimiz vardı
Beni almaya biraz gecikti Yalçın Abi- Ayşesi - Olganimu
Aradım ta buraya sürüklemeyim sizi Büü bırakır beni diye
"hayır hayır geldik geldik" dediler...
Meğer bir süpriz hazırlamakta imiş cancan dostlarım bana
Ayşesi bitanesi annemin evin önünde arabadan kucağında koca bir demet şakayık gülü ile indi

IMG_0108.CR2


benim gözler yine doldu varan iki bir günde...

IMG_0109.CR2

öyyyyle güzeller ki
meğer ona sebep gecikmişler--kıyamamaaaaammm--



son dersti sergi öncesi ve kısacık sürdü bitti hemen neyse ki, planlarımız vardı misss gibi, hava da iyi olunca tam denk geldi... İstikamet dedik.... Eymir
Uğrayıp annemle defneyi aldık
özlemle özgeyi çağırdık
doluştuk arabaya ver elini eymir
canına yandığımın ankarasında öyle pek de gidilecek mekân olmadığından hıncahınçtı eymir
ama olsun güzeldi iyi geldi açık hava
bir de evlat yarım TAN'ımdan gelen telefon vardı ki... o da ayrı gevşetti yürek yaylarımı,,, artık bin kalbime zıpla oldu kıvamım tam...
gelen mesajlarım, telefonlarım, arayıp kutladığım nefissss annelerden aldığım nefissss reaksiyonlarım ayrı birer zevk unsuru illa ki...
ben şımarmanın tavanlarında
bir kez daha şükrettim hayatıma giren- hayatımda kalan- çok sevdiğim- beni seven güzel insanlarıma...

8 Mayıs 2011 Pazar

ANNEM..........

Bazı insanlar
Bazı insanların şansıdır...
Bu tamamen tesadüftür
Benim hayattaki en şanslı olduğum an
Doğduğum an
Doğurandan ötürü
Bir klişe biliyorum yazacaklarım
Lâkin
Laf olsun diye değil
Bilen- tanıyan bilir...
BENİM ANNEM dünyanın EN ÖZEL ANNEsidir
ve ben onun kızı olduğum için çok şanslıyım
O papatyaları çok sever
Bu kareyi ona çektim...
Sonsuz uçsuz bucaksız sevgimle...
Hayattaki en birinci İYİKİMe
ANNEme

daisy

6 Mayıs 2011 Cuma

6 mayıs....

‎"bak yine yükseliyor dalgalar....yıllardan sonra, yollardan sonra yeniden yanyana onlar... ne geçmiş tükendi, ne yarınlar... hayat yeniler bizleri.... geçse de yolumuz bozkırlardan DENİZlere çıkar sokaklar..." M.Mungan


--Uğurlar olsun Halit Çelenk... Selamımızı ilet onlara...

Taş - Kağıt - Makas-- Ayfer Tunç

tkm

"... düşmanlık beslemek sanıldığı kadar kolay bir şey değil, hele ortada belli bir sebep yokken. Bir kırgınlık olmalı, bir haksızlık, bir acı ya da en azından elden kaçırılmış bir şey olmalı ki kendimizi avutabilmek için bir düşmanlığa sığınabilelim." (s. 12)

"Ruhum karanlığı seviyordu sadece, ben de bunları yazıyordum, yazdıklarım kimseyi ilgilendirmiyordu, hepsi bu. Birçokları gibi küstüm. Ama kimlere küs olduğumuda bilmiyordum. Hayat hakkında zaten bir karara varamıyordum, iyi mi kötü mü, gerekli mi değil mi, değer mi değmez mi.." (s. 12)

""..içimdeki o kalın buzun, kırılmaya kalkışsa ince dikenler halinde ortalığa dağılıp tene batacak, her yeri kan gölüne çevirecek olan o buzun eridiğini; düşmanlık, çıkar, yılgınlık, bezginlik, şehvet, sebepsiz kötülük, kin, keder, aşk, heyecan, sahte aile mutluluğu, korku, karşılıksız sevgi, umutsuzluk ve bunlara benzer daha bir yığın karışık duygudan patlamak üzere olan; bütün bu kirli, kederli ve acıklı taraflarıyla karanlığı seven ruhumu besleyen arka bahçelerden oluşmuş bu uzun koridorun, aslında başka türlü de okunabileceğini hissettim." ( 14-15)

"Başım ağrısa da iki hap içmeye kalksam, gözüm ilaçların tamamına takılırdı; yüksekten bakarken bazen yer çekerdi beni; ellerimi yıkarken bileklerimin içinde kalınca ve şişkin duran damarlarımdan parmaklarımı alamazdım, delinmesi halinde kanımın bir anda boşalacağını düşünürdüm. Beni engelleyen şeyin ne olduğunu hiç bir zaman bilemeyeceğim. Galiba kendime yaşamak için nedenim yok derken, aslında ölmek için nedenimin olmadığını görüyordum. ben kimdim ki ölecek?" (s. 21)

"Sevmenin insanı böylesine var edebileceğine inanmazdım, yaşadım; sevmenin yokluğu fikrinin bile insanı yok edebileceğine de . Onu da yaşadım." (s. 33)

"... uyurken bana sırtını dönüyordu. Oysa yüzünü dönsün istiyordum. Sırtını dönmüş insan acı verir; hem kendine hem  de o sırta bakana. Sırta bakan kendini yalnız hisseder, sırtını dönen içine kapanmış demektir." (s. 52)

"Biz sahici gibi duran ama sahici olmayan bir hayat istedik." (s. 57)

"İnsan ya kendi kendine konuşur, ya da kendi kendine yazar. Kendi kendine konuşmayı mkbul saymazlar. Oysa ki ne fark var ki arada?" (s. 75)

"Belki bir gün bu defteri eline geçirecek meşhul kişi: sanma ki aklı, suyu çekilmiş bir kafatasının içinde bir avuç kar gibi hızla eriyen bir adamın defterini okumaktasın. Kafatasımın suyunun çekildiği doğru. Islanmış da kurumuş, kuruyup da çekmiş bir tahta parçasını andırıyor kafatasım, ama içinde kurşun kadar ağır bir şey var.

Adımın bir öneminin olmadığını ben de biliyorum. Ama şu satırları yazan ele sahip vücut bir ad taşıyor. Ad vücudu var kılar.

Gerçek bir hayat hikâyesi olarak değil, gülüp geçtiğin basit romanlar gibi oku beni.

Bir iz kalsın ardımda , ama okunduğu anda unutulacak bir iz.

Unutulmayacak bir iz bırakan adamlarda değilim." (s. 76)

"Aynı şeyleri yazmaktan sıkılıp bıraktım.
bu defa olağandışı bir şey yok hayatımda Hatta her şey fazla olağan
Belki yine aynı şeyleri yazarım:
Bugün hiçbir şey olmadı.
Bugün de hiçbir şey olmadı.
Bugün de.
Sonraki sayfalara da (" ") işareti koyarım." (s. 77)

"Akşam olurken evden sokağı seyrettim. Perdeler çekilmiş, evlerin ışıkları yanmış, hava soğuk... Sokakta, her biri bir köşede titreşen kedilerin ve köpeklerin yalnızlığı içime dokundu.
Hayvanların yalnızlığı içime dokununca salak dedim kendi kendime bu onların doğası, sen kendine bak.
İnsanınkine keder diyoruz ama" (s. 77)

"Kendime zamaının ipini koparma diyorum. Ama bu hiç kolay değil. İnsan uyuyakalıyor, uyanınca aradan aylar geçmiş gibi oluyor. Zamanı nerede bıraktığını hatırlamak çok güç.
...
Uyuklamak parça parça ölmek, uyumaksa yekpare ölüm. Bu aralar hep uyukluyorum. Vücudumdan büyük parçalar kaybetmişim gibi hissediyorum kendimi. Gece olduğunda kayıp parçalarım karanlığa karışıyor." (s. 80)

"Okyanusun içinde kendi soluğunu tüketerek kaybolan bir denizaltıdır ev, canlılar geçer pencerenin önünden, su götürür yeryüzünü." (s. 90)

"Ayrılmak bir solucanın ikiye bölünmesi gibidir, her iki parça ayrı ayrı yaşamaya devam eder, bir zamanlar tek parça değilmiş gibi, tanımaz birbirini parçalar." (s.92)

"Diyelim ki geldi, istediğim kadın. Lar hatta. Ne istiyorum bir kadından ben? Bunu çok düşündüm.
Aşk aramıyorum artık, çok aradım vaktiyle. Dinlemeye değer bir kadının anlatacakları, hayatın melankolik bir toplam olduğunu göstersin bana, yeter. Fazlasını kaldıramam. Ne gelir elimizden insan olmaktan başka.
... deli değilim, bilerek içe döndüm, eve, ev rahimdir.
Ama derinimdeki doğruyu söylemek gerekirse, hayatım acı bile vermeyen upuzun bir sıkıntıdan ibaret." (s. 102)

"Sizi ve kendimi suda yüzen yağ tanesine benzettim. Kendine benzeyen bir damla arayan ve bir türlü suya karışamayan iki yağ damlası. Yüzüyoruz işte suda. Başıboş. Öyle parçalanmışız ki artık daha fazla parçalanmak ölmek demek. Ama yine de varız ve belli oluyoruz suyun üstünde." (s. 103)

"Sevinçli şaşırmalar insanı genç gösteriyor" (s. 104)

"Düşündüm, BİR HAYAT NEDİR?
Başlar ve biter, BİR HAYAT NEDİR?
Acı ve tatlıdır, unutulur hepsi, BİR HAYAT NEDİR?
Emin olmasam da 'hayat bir iz bırakmaktır' diyebilirim
Mezar taşı bir iz sayılır mı, emin değilim
Razı olan için mezar taşı bir izdir.
Ben razı değilim.
Gerçi elimden ne gelir?" (s. 112)

"Baba neyse de, insan, annesinin dokunaklı bir aşk hikâyesi olsun istiyor. O hikâyenin içinde büyüdüğü rahme işlemiş olduğuna, aşkla beslenerek doğduğuna inanmak, günahkârca bile olsa aşkı tatmış bir kadının çocuğu olmak ne güzel bir duygudur kimbilir." (s. 120)

"Aşk lanet gibidir, kuşaklar boyunca devam eder" (s. 124)

"Aşk olmayan evde, giderek azalıp yok olan bir parfüm, buharlaşarak uçup giden su gibi eşyanın tuhu da yok oluyor. Maddenin anlamı kalıyor geriye. tek başına ve aşksız yaşayan bir adamın evinde ise eşya evin efendisi kesiliyor. Musluklar bozuluyor, sandalyeler eklem yerlerinden ayrılıyor, koltuklar ihtiyarladıkça ufalan insanlar gibi küçülüyor sanki. Eşya yalnızlıkta çok ses veriyor.
...
Aşksız beden insanı sadece üzer." (s. 126)

"Bir kadının gittiği evden belli olur. Kadın giderken düzeni götürür bir kere. Yaşayan ev sarsılır. Ev dediğimiz şey küçük büyük elementlerden oluşur. Kadın olan evde, erkeğin anlayamayacağı bir denge vardır elementler arasında. Erkek her birine vakıf olduğunu düşünse bile, onların nasıl bişr uyumla işlediğini bilemez. Kadın gidince evin dokusu bozulur, susuz kalmış çiçeğe benzer, solar. Küçük şeylerin izi silinir. Eşyaların dili tutulur, ev sağırlaşır." (s. 131)

"İhanet cesurca bir duygu, çok şehvetli, tedirginlik ve korku da var içinde, belli belirsiz bir pişmanlık. İnsanın başını döndürüyor. İhaneti çekici kılan şeyin şehvet olduğunu sanırlar; şehvet seldir, sürükleyendir, doğru; ama asıl çekici olan cesaretmiş meğer.

Cesaret insana iyi geliyor: sana ihanet edebiliyorsam dünyaya hükmedebilirim, bir.İhanet ederken cesaret, şehvet, korku, pişmanlık duyuyorsam; sen varsın demektir ki; işte bu çok önemli, iki.
Annemin babama hiç ihanet etmediğinden eminim.
Yıllar geçtikçe babamın ardından neden bu kadar çok kanıt bıraktığını daha iyi anlıyorum: Bul, anla, isyan et, n'olur! Böylece var olsun aramızda bir şey.

Kanıtlar ortadaydı. Bunca evin sahibiyken babamın adına kiralanmış bir dairenin mahsus ortada bırakılmış kontratı, açılmayan tuhaf paketler, kol düğmesinin kaybolan tekinin günler sonra ortaya çıkışı, eve geç vakit gelmeler; hangi kapıyı açtığı bilinmeyen anahtarlar; gizli gece telefonları, hakkında bilgi verilmeyen şehir dışı seyahatleri ve diğer bildik izler. (s. 146 - 148)



T-M-Kk

5 Mayıs 2011 Perşembe

Mecburum İşte.....

"Ben sana mecburum
Bilemezsin..."
demiş ya usta... Benim durumum da öyle işte Lodos... Kaldırıp kendimi gitmeye dursam ne vakit, dönüyor dolaşıyor ve yine seriliyorum önüne...
Sensiz olmuyor Lodos... Denemekten de bıkmadım işte ne hikmetse... Her deneme yüzüme gözüme bulaşsa da halâ deniyorum ya ısrarla ... Tuhaf....

Bu ne?
bilmiyorum
yani hayat oyunumda sana yüklediğim rol?... Ne?.... Bilmiyorum ve bilmek istiyor da değilim aslında...
Bildiğim tek şey var ki
"Ben sana mecburum"
şu ya da bu şekilde hayatımda var olman gerekli;
senden bir talebim yok aslında Lodos... Hiçbir şey istemiyorum senden
"Var Ol" yeter....
Bakma, aldırma "ben aldım beni gidiyorum" diye ahkâm kesmelerime... Ben senden gidemem Lodos...

Buna "aşk" demek mümkün mü? Bence değil... Tek sıfatlık bir şey değil sana yüklediğim.. Evet aşktı başlarda yalan yok...
Of hem de ne aşk...
Hiç yaşamadığımdan..
Lâkin şimdilerde tek başına "aşk" deyip geçmek, haksızlık olacak hissettiklerime... Hem tek başına aşk neye yetmiş ki bugüne değin, seni hayatımın hamuruna katıp yoğurmama yetsin...

"sevgi"?
şüphesiz var
sınırsız, beklentisiz, amaçsız, nedensiz, hadsiz seviyorum seni Lodos..
öyle
ıpılık...
kaşmir bir şal misali sarıyor ruhumu içimde sana ördüğüm sevgim...
İyi ki...

"güven" ?
sınırsız...
Belki hak ediyorsun, belki etmiyorsun... Bilemiyorum... Ama güveniyorum işte  ve bu güven huzur veriyor çalkantılı ruhuma...
İçimde kabarıp kabarıp yüreğime sertçe vuran dalgalar seni hayal ettiğimde duruluyorsa ve içimin denizi sütliman oluyorsa seni görebildiğim -nadir de olsa- o anlarda, daha ne isterim ki Lodos...
Ben ne isterim ki daha...

IMG_9776.CR2

İlkbahar almış coşkusunu güle oynaya dolu dizgin geçiyor penceremin önünden Lodos... Ben izliyorum yalnızca...
İlkbaharda yeşeren tüm yapraklara inat kızaran aykırı bir yaprak gibi hissettin mi peki sen hiç kendini? Ben öyle hissediyorum nicedir.
Tamamen kuruyup düşmeye ramak kalmış gibi sanki...


"Ben sana mecburum" Lodos
"Bilemezsin"............








Dipteki Not: şiir alıntıları: Attila İlhan

To Be or Not To Be

İş hayatımın 10 senesi beraber çalıştık... Tanımaktan onur duyduğum bir insan...
Çok şey öğretti bana..
Amir'den daha ötesi oldu hep benim için..
Saygım sonsuz kendisine..
O konusunun en iyilerinden, mükemmel bir Shakespeare uzmanıdır...
--Prof. Dr. Bülent Bozkurt--
Hamlet'i yıllar önceki tercümesinden revize ettiği zaman baştan sona ben geçmiştim bilgisayara...
Bu bana derin bir felsefenin içlerine dalma şansı vermişti..
Şimdi sonsuz saygımla bu fotoğrafı armağan etmek istedim kendisine...

O unutulmaz aforizmayı anımsattığından bana..


"Var olmak ya da olmamak, mesele bu."


TOBEORNOTTOBEI

"Var olmak ya da olmamak, mesele bu.


Gözü dönmüş talihin sapına, oklarına,

İçin için katlanmak mı daha soylu,

Yoksa, bir dertler denizine karşı silaha sarılıp

Son vermek mi onlara? ölmek,uyumak...

Hepsi bu...ve bir uykuyla

Yürek sızısına ve bedeni bekleyen

Binlerce darbeye son verdik diyebilmek.

Hangi insan gönülden istemezdi bu bitişi?

Ölmek, uyumak... uyumak, belki rüya görmek.

Ha! iş burda. Çünkü o ölüm uykusunda,

Şu fani bedenden sıyrılıp çıktığımızda,

Göreceğimiz rüyalar bizi duraksatır ister istemez.

İşte felaketi onca uzun ömürlü kılan da bu

Kim katlanırdı yoksa zamanın kırbaçlarına, küfürlerine,

Zorbanın haksızlığına, kibirli adamın hakaretine?

Hor görülen aşkın acılarına, adaletin gecikmesine,

Devlet görevlisinin kendini bilmezliğine;

Sabırla bekleyen erdemli kişinin,

Değersiz insanlardan gördüğü muameleye,

İnsan yalın bir hançer darbesiyle hesabı kesebilecekken?

Kim katlanırdı, bu yorgun yaşamın yükü altında

Homurdanıp terlemeye,

Ölümden sonraki bir şeyin korkusu olmasaydı?

Sınırlarını bir geçenin bir daha dönmediği

O bilinmeyen ülkenin korkusu kafamızı karıştırıp

Bizleri, tanımadığımız dertlere koşup gitmektense

Başımızdakilere katlanmak zorunda bırakmasaydı?

İşte bunları düşündükçe

Ödlek olup çıkıyoruz hepimiz,

Ve işte böyle kararlılığın doğal rengi,

Endişenin soluk gölgesiyle bozuluyor;

Bulutları hedef alan büyük ve iddialı atılımlar

Bu yüzden yörüngesinden sapıyor

Ve bir girişim olmaktan çıkıyor adları.

Hey, o da kim? Güzel Ophelia!...

Peri kızı, dualarında benim günahlarımı da unutma."


Hamlet-William Shakespeare
Türkçesi: Bülent Bozkurt

3 Mayıs 2011 Salı

Cesur Civciv

25 aylıktı kreşe başladığı vakit...
lokma kadardı
maskot diyordu herkes
al anahtarlığına tak
o derece minik
nasıl gider yahu bu okula diyorlardı
okula bırakıyorum
yırtına yırtına ağlarken çocukların nerdeyse tamamı
o deli gururu yok mu...
ağlamıyordu ama
çenesi
o minicik nohut kadar çenesi tirtir titriyordu kendini sıkmaktan...
ama ilk aylarda adını tereddütsüz  koymuştu Burçak öğretmeni
"cesur civciv"
hem gözlükleri vardı hem de cesurdu civcivcik kadar...
cesaretinden o günden bugüne hiç ödün vermedi...
hep koltuklarımı kabarttı cesaretiyle minicik boyuna bakmadan...
(maşallah... kendi kendime nazar ediyorum da bazen)

PATKApazar açık havada zaman geçirelim diye gittiğimiz bol hayvanlı bi mekan
 uğraşa uğraşa eşşek kadar büyümüş bir ördeği yakalayıp kucaklamayı başardı azimle -haladan destek alarak ;)-
 ben fotoğraf çekiyordum sesleniyor "annneeeeee" diye bir baktım kendi kadar ördeği kucaklamış  karnından hayvancık perdeli ayaklarını pıtır pıtır çırpıyo



ama sevmlilik abidesi ikisi de:)))
başını okşadık alıştı sakinledi ördekçik, benimsedi bizim cesur civcivi



kız bi anda mekanın idölü oldu ne kadar çocuk varsa peşine takıldı ilahe gibi geziniyor burun havada






ördek kesmedi köpekler vardı kafeslerde evciller ama millet korkuyo diye kapatmışlar bir K9 kurt ve 3 adet sibirya kurdu nefis
birinin kafesin altından kafasını çıkarttırmayı becerdi
milletin masasından artık kemik toplayıp ağızlarına tek tek verdi sırayla köpeklerin kafes arasından :)

KÖPEK


bunlar keser mi hanımı?
kesmedi

TAVŞANtavşanın tekinin düştü peşine
eeee tavşan bu hızlı
at gibi kaçıyo
tavşan önde bizimki arkada yorup yıldırana kadar kovaladı
yakalayıp tavşanı da kucakladı rahat etti
tavşan ördek gibi uysal çıkmadı tepinip tepinip lkaçtı ama bayağı bir kucak gezmesine de maruz kaldı kalmadı değil



yalnız bundan sonra sanırım mekanda 3 yıl şanı yürür artık
"buraya bi kız geldiydiiii"
diye

ahahahahahah

bir de tavuk-horoz-civcivler vardı
mekan sahibi uyardı
aman almaya kalkma civcivi tavuğu falan civcivleri alırsan anneleri
tavukları alırsan horozlar gagalar gözünü oyarlar diye
tırstı biraz denedi ama gözü yemedi

lakin aklı kaldı
söylendi durdu dönüş yolunda
"oo civcivleri bi avucuma alıp öpseydiiiiimmmmmm...." diye
delüüü yahuuuu :))))))))))))))



Dipteki Not: demiştim di mi ben her bahar aşık olmam ama nezle grip olurum diye... oldum valla, nezle olarak başladı ve boğaz ağrısıyla antibiyotik mecburiyetine kadar devam etti...
hala sürünüyorum...
söylemiş miydim?
ilkbahardan hiiiiiiiiiiç hoşlan-m-ı-y-o-r-uuuuuuuuuuu-m

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Hikaye-i Çıkış Noktası-yı Blog...

Sevgili Amak-ı Hayal mimlemişti beni:)
Blog dünyasına nasıl adım attığımı anlatmam gereken bir mim...

Enteresan bir öykü olduğunu söyleyemeyeceğim üzülerek.. Son derece sıradan...
Bildiğim bir kaç kişi vardı blog yazan..
Ben başlarda hiç ilgilenmedim zaman zaman okusam da onların yazdıklarını
Klasik bir kadınım aslında konu yazamak oldu mu (ya da kadınDIM demeliyim aslında, son zamanlarda değişti bu durum galiba :P)
güzel güzel deftrelerim olsun yazayım sonra da hazine gibi saklayım o defterleri, sırlarımı falan dökeyim içlerine
sevgimi
kinimi
neşemi
hüznümü
işte neyim varsa
bir gün
hiç özelliği olmayan son derece sıradan öylesine bir gün
dedim ki
eee sen neden bir blog yapmıyorsun ki
paylaşıldıkça çoğalıp güzelleşmez mi üretilenler?
öylelikle başladım işte
Eskiyim ben aslında bayağı
6 Haziran 2008 ilk postum
kendimi anlattığım....
ne izleyicim oldu ne düzenli bir yazıcı oldum ilk yıllarda
Ta ki fotoğraf maceram yoğunlaşana değin..
fotoğraf çekmek paylaşma güdüsünü fena dürtüyor insanın..
iyi ki de dürtmüş
zira ben bu blog sayesinde
önce DUYGUmu buldum... yürek yarımı.. sanalın bal gibi reel olabileceğinin -hem de en nefisinden- ilk kanıtıydı Duygu...
Öyle anlarımda öyle ilaç oldu ki bana bu özel kadın
Yürekyarım dedim ona, canparçası dedi bana....
bir puzzle ın parçalarıydık adeta birbirini arayan ve cuk oturduk buluştuğumuz an..

ve sonra bir gün Masmavi bir kadına bir yorum yazdım -iyi ki-
ve cevapladı o da -iyi ki-
NİL
ve Nil sayesinde beni okuyup bana kendini büyüleyerek okutan ELİF
ve Nil'li Elif'li hayatıma AYŞEsi bitanesini de ekleyerek elele yürümekte olduğumuz o özel yol
özel - güzel - tarifsiz.. İYİ Kİ...

ve daha tanışma fırsatım olmayan
ancak tanıştığım an vazgeçilmezim olacağını bildiğim -hatta sadece yazılarını okurken dahi vazgeçilmezim oluveren- bir kaç kadın daha..


Blog yazmaya başlama öykümde ufacık bir heyecan minicik bir enteresanlık dahi yok doğru
Lakin
sonrasında bana getirdikleri PAHA BİÇİLEMEZ........

şimdi
ben attım ortaya bu mimi gitti
kim neresinden nasıl tutacağını bilir
hem de pek iyi bilir..

demişti dersiniz ;))

Teşekkürler Amak-ı Hayal....
sevgiler

IMG_9766.CR2

1 Mayıs 2011 Pazar

iy ki dooodun ipeekkk..

Zaman çok hızlı...
çok çok hızlı
Bu hızın ayırdına en çok Latinayı doğurduktan sonra vakıf oldum ben
insanın gözünün önünde ışık hızıyla büyümekte olan bir çocuk olduğu zaman "vay be" demek kaçınılmaz
"vay be meğer ne hızlı dönermiş akreple yelkovan"

IMG_0084

Nerden mi geldim bu konuya durduk yere
İpek'ten
evet evet İpek'ten
7 Nisan 2010'da geldi dünyaya
doğumunu fotoğrafladığım ilk bebekti
sanki dündü...
oysa biraz gecikmeli olsa da 1. yaş çekimi yaptık 23 Nisan'da
kocaman bir yıl kalmış geride

ne diyordum?
haa
zaman diyordum
zaman hızlı


maşallah benim ipekböcüüüme
daha nice nice yaşlara.....
sağlıkla...