31 Ocak 2012 Salı

Minik Tasarımcım...

çizim yeteneğine sahip bir insan olamadım hiç...
becerenlere özenirdim her daim..
çizgilere hayat verebilmek büyülü bir şeydir hep benim için...
şimdilerde her gün, günde bir kaç kez bazen çok kez
kızıma hayran oluyorum..




evet her anneye evladı özeldir, yeteneklidir, çok başarılıdır falan filan
ve ben de Defnenin bir çok yaptığını abartıyorumdur elbette

ama konu çizimse

bence abartmıyorum
bu çocuk bu işi harbi harbi iyi yapıyor.. zira henüz 6 yaşında kendisi

şu top model çılgınlığına tutuldu bizim kız da

aslında bu biraz daha büyük yaş grubu kızların tutkusu ama bizimkinin çizim yaşı sanırım 6 nın biraz üstünde ki bu top modellere takık

sadece yüzü ve vücudu olan barbie bebek tipli kızlara saç makyaj kıyafet ayakkabı çanta takı işte akla ne gelirse tasarlayıp çizmeye dayanan bir sistem bu...

model dolu bir kitapçık
alıp doldurabiliyorsun



Defne bunları kaşla göz arasında gözümün önünde tasarlayıvermiş olmasa inanamayacağım bir yerlerden kopya çekmeden kafasından uydurarak yaptığına ama şahidim işte
cırt cırt cırt iki dakkada çizip boyayıp koyuyor kerata
vallahi kıskanıyorum...

bu cowgirl :)

lolipoplu elbiseli lolipoplu kız 




bu kuru kafalıymış, ne biliyosa; 
ayak bileğindeki çiçek dövmesine dikkat çekerim

bu çok seksi...
hmmmmmmmm

bunun saçları rapunzel kıvamında
0

bunun ayakkabılarına bittim
dolgu topuk çalışılmış :))
şortunun cep kenarlarına pembe biye yapmış..
pesssss

bu benim favorim
sıra sıra rengarenk saçaklı yere kadar çarliston tarzı elbisesi
saçı, makyajı, takısı... süper bence..



30 Ocak 2012 Pazartesi

Ördek Suya Daldı Zil çaldı :))))))

Epeydir Ankara dışına çıkmamıştım.. Ara ara bir nefeslik kaçamaklar lazım..
Bu Pazar Afsad'ın gezisi vardı Abanta
Ayşe de darlanıktı
ben de
kalk dedik gidelim...
kar kıyamet demedik
gittik
hava nefisti
uzun zamandan sonra ışıl ışıl güneşi görmek nasıl iyi geldi anlatamam
hava buzzz gibi olup iliğe kemiğe işlese de
güneşle bakışmak nefisti...

Delikanlılık edip gölde yürümeye kalkınca  üzerindeki ayak izlerine güvenerek
sağ ayağımı bastığım bölümde buz cart diye kırılınca göle batıverdim...
şaka gibiydi
bir arkadaşla çıkmıştık gölün üstüne iki zihni sinir olarak bi de benim arkamda Defne
vazgeçilmezim
hayır kendin gidiyosun çocuğu bari durdur di mi
ne cesaretse
...
benim sağ bacak cort daldı göle
soğukkanlıyımdır böyle durumlarda fena halde,
 gıkımı çıkartmadan çıktım, Defne yi hemen kıyıya yönlendirdim
kenara gidip Ayşe'ye dedim göle düştüm diye, şok oldu
bu arada arkadaşa da bağrınıyorum gel bak ben düştüm diye gülüyo bana ciddiye almıyo
azimle fotoğraf çekecek :)
sonra bi ses geldi gölden
haklıymışsınnn diye
o da battı yani :)
defne yıkıldı gülmekten
aslında hepimiz
buzlu sularla dans :)))
ilkel yöntemlerle kurulamaya çalıştık kendimizi ne kadar olabilirse
benim eşofman üstümde kurudu ama arkadaşın pantolonu ankaraya döndüğümüzde hala ıslaktı...
neyse ki hastalanmadık ikimiz de :)
bi de neyseki defne düşmedi esas

evet yine atraksiyonsuz yapamadım yani; hani bi defa bi atraksiyonsuz bir gezim bir organizasyonum falan geçse ya
nck

şakası bir yana ciddi tehlike atlattık aslında; hani tek bacak değil de tüm vücut dalsak elimizde kolumuzda o çantalar makineler üstümüzde o kılık kıyafet botlarla falan dibe giderdik daha da çıkmazdık yani..

meşhuuur sıcak şarabım abantı da şenlendirdi :)
termosa doldurup götürmüştüm sucuk ekmek eşliğinde içtik.. pek iyi geldi...

Defne üşüdüğü için otobüste kalmak istedi ben biraz yürüdüm ama sonra huzursuzlanmış, döndüm yanına
bu arada tepeden kayma şamatasını kaçırdım yazık ki, Ayşe ile Mebrur kaymışlar pek eğlenceli; fotoğraflarından gördüm ben ancak

Defnoş alemdi, ilk molamızda attı kendini karlara
sonra bastı çığlığı
"etime kar değdiiiiiiiiiiiiiiiiiiii"
diye
yıktı geçirdi cümleten, güne damgasını vuran kişilik oldu genelde olduğo gibi deli balım:))

Kar sevmiyorum ben pek
alabildiğine beyazlık çok göz yorucu
zaten bu aralar da motivasyonum düşük ya kayda değer kareler çıkarttım desem çok doğru olmaz
hani o kadar gittik adet yerini bulsun diye çekildi çekilen de...
şöylesi bir şeyler işte:



28 Ocak 2012 Cumartesi

İyi fotoğrafçı adayım :)

Sabah kahvaltı ediyoruz Defne ile
yemeğini yerken bir yandan da masanın oradaki kütüphanede dizili kitaplarımın isimlerini okuyor
fotoğrafçılıkla ilgili kitaplarım var tam göz hizasındaki rafta
okudu
"Fotoğraf neyi anlatır"
sonra bana dönüp tekrarladı
"anne fotoğraf neyi anlatır?"
diye sordu
durakladım, nasıl anlatsam ki diye düşündüm önce, abartmayım yahu dedim içimden sonra ve cevapladım
"pek çok şeyi anlatabilir, çekiliş amacına göre değişir bence,
peki annecim sence neyi anlatır fotoğraf"
ben konuşurken yudumlamak için eline aldığı süt fincanını masaya bıraktı, peçetesi ile dudağının kenarında kalan sütü sildi kibarca
o en ciddi surat ifadesiyle gözlerini dikip benimkilere
yanıt verdi soruma
"fotoğrafçıyı"

kalakaldım....

ve sonra dedim ki,
"sen kesinlikle iyi bir fotoğraçı olacaksın küçük hanım..."

Şurdan burdan, şimdilerdeki benden...

bu aralar depresyonik ruh hallerini abarttım sanki...
kışın sert geçmekte olmasının bunda ciddi büyük etkisi olduğu kesin
ve daha başka etkenler de elbette
yorgun hissediyorum
ve biraz da kırgın...

insanların ne kadar duyarsız ve bencil olduğunu bilmiyor değilim, ama kendimce güvendiğim insanlardan birisi bu gerçeğin altını kalın kalın ne zaman çizse her seferinde yeni bir kendimi sorgulama sürecine giriyorum... Güvenmemek gerekli diyorum kendi kendime, bu defa son diyorum, bu son yanılgı diyorum
ama her seferinde bir başkasına yeniden güveniyor
yeniden yanılıyorum....
kendi çıkarları gündeme geldiğinde insanların nasıl acımasızca karşımdaki ne hisseder ki diye düşünmeden kendi egosu için hareket ettiğini görünce hala kırılıyorum. Yaş 39 nokta 5 ve ben hala aynıyım...Bundan sonra da değişemeyeceğim galiba...
Değişmeyi de istemiyorum aslında.. Çünkü inatla güvenmeye devam ederken insanlara ve değer vermeye.. Hayatıma girenlerin yarıdan çoğu güvenimi alt-üst ederek beni de ters-yüz ettiklerini umursamayarak ellerini kollarını sallayarak rahatça artlarına bile bakmadan çıkıp giderlerken hayatımdan az sayıda da olsa güvenimi hak eden, varlığı varlığıma varlık katan insanlar kalıyor avucumda... Bu bir avuç insanm için değer aslında diğerlerinin verdiği acıya...
Hayat işte bin çeşit insan var kim nedir bilinmiyor, baktın mı adam sanıyorsun, içini dışını gördüm işte bu sağlam diyorsun... işte bu olmuş diyorsun.. gün geliyor nasıl da ham olduğu gerçeği ile yüzleşebiliyorsun, midene oturuyor hamlıktan, karnını ağrıtıyor fena halde
öyle ki midenin tam ortasına okkalı bir yumruk yemiş gibi kıvrılıp kalıyorsun bir süre.. öylece iki büklüm
geçiyor sonra
hayat devam ettiği sürece her şey geçiyor... anı defterine iz bırakarak da olsa geçiyor gidiyor..
elinde kalanlara şükrederek devam ediyorsun yola..

dedim ya bu aralar pek depresifti ruhum..
fotoğraf çekmeyi dahi istemeyecek kadar... ki beni bilen bilir fotoğraf berbat bir zamanımda cankurtaranım olmuştur benim
koydum makineyi kenara
mayalansın biraz, zorlamanın alemi yok değil mi ya...

çıtır çıtır şiş sesi iyi gelir depresif ruh hallerine, hele ki kış günlerinde yumağa sarılı ipin şişlerden geçip vücuda gelmesi bir şeye benzemesi iyi hissettirir insana
ruhu sağaltan bir terapidir örgü örmek aslında
deştim yünleri şişleri geçen gece
başladım çıtır çıtır çıtırdatmaya
bakalım ne çıkacak ortaya..
işe yarar bir şey çıkarsa paylaşırım burada :))



ha bir de
güneş açtı bugün
daha iyiyim o yüzden..
belirteyim dedim....

güneşi özleyen kadın

güneşi özledim dedi kadın
sıcacık ısıtan güneşi...

ama bembeyaz kar da hiç fena sayılmaz dedi adam

hayır dedi kadın
hayır hiç de fena değil
ama sevmiyorum ben soğuk havaları

gözünü dikip pencereden dışarı, dalıp yağmakta olan kara usulca fısıldarca konuştu adam
anlıyorum

anlamıyorsun dedi kadın
mevsimlerin ne önemi var diyorsun içinden yazmış kışmış ne önemi var
kafayı takacak konu mu bu şimdi diyorsun
kış biter bahar olur yaz gelir sonra sonbahara döner mevsim kış da döner diyorsun
sonra yine gider diyorsun
sen beni anlamıyorsun...

adam dönüp yüzünü kadına, baktı dikkatle

evet dedi
söylediklerin doğru
alt tarafı mevsim hepsi
biri gider gelir diğeri
hangisinde sürüp gitmekteyse o anda yaşantımız onun güzel hallerini seyreylemeli...

demiştim
dedi kadın
anlamadığını..

sonra oturup kanepeye topladı ayaklarını altına
elinde bir çay fincanı vardı
irice bir yudum alıp çayından
güneşi özledim
dedi

adam belli belirsiz omuz silkti
yavaş adımlarla çıkıp odadan mutfağa yöneldi
kadın devamında bir şeyler daha dese de duymayacaktı
nasıl olsa anlamıyordu....

kadın hala ayakları altına toplanmış çay yudumlarken
ruhu buza kesmişken kar kıyametten

güneşi özledim ben

diye kendi kendine fısıldıyordu....

27 Ocak 2012 Cuma

puf ya da püf seçmek...

İnsanın kendi kendinden vazgeçebilmesi
yani kendi canını alabilmesi
hem ne kadar zor.. ne çok cesaret isteyen bir şeyken
bir diğer taraftan da ne kadar kolay
bir anlık deliliğe bakıyor
bir şey insan canını çok yakabiliyor kimi zaman
yok yahu bu acıyla yaşanmaz diyebiliyorsun
bir anlık göz kararması, anlık bir karar
ve pufffff
ruhunu bedeninin dışına üfleyebilir insan aslında
puff diye uçurabilir bilinmeze doğru..
yapabilir evet

ama iş o acı anında onu sonlandırmakta değil aslında
iş o acıyı yaşatmamakta bünyeye
iş ruhu bedenin dışana üflemekte değil puf diye
iş mutlu yaşabilmenin püf noktasını bulmakta..
bulamasan da aramaktan hiç vazgeçmemekte....



dip not: bugün bir dostla laflarken çıktı bu kelimeler.. onunla konuşurken oturdu yazacaklarım, ben bu konuyu yazıya dökerim yahu dedim..
fotoğraf onun fikriydi
bu yazıya bir karahindiba karesi gider dedi
ortak bir yazı aslında
dostun kimliği mi?
o da bana kalsın iyisi mi :)))

26 Ocak 2012 Perşembe

Kış biter...


elbette biter
-her kış gibi-
bu kış da...
elbette bahar güler ardından
sonra gelir yaz...

lâkin bırakır biraz biraz
-her kış gibi-
bu kış da
ruhumda bir enkaz.....

nkt
26.01.2012

25 Ocak 2012 Çarşamba

Ben bu aralar denizli bir şehrin kadını olayım istiyorum...

“…
ama yine de ancak denizli şehirlerde kendi başına kalır insan. Çünkü yüzünü denize dönebilirsin. Böylece sırtını çevirirsin kalabalığa. Denizsiz şehirlerde ise nereye dönsen insan,nereye dönsen.
O yüzden işte, iyi geçinmelidir birbirleriyle, denizsiz şehirlerde kişiler. Denizli şehirlerdeyse, insan yüzlerine çarpmadan da yaşayabilir isteyenler.
İn, in denize. Yüzünü denize dönersen çünkü, sırtını dönersin arsız kalabalığın kişilerine. Ancak denizli bir şehirde kalabilirsin kendi başına. Denizli başına.
…”

diyor Ece Temelkuran Kıyı Kitabı'nda

İşte ben de tam bu sebeplerle çekip gideyim deniz kıyılarına istemekteyim bu aralar...
Çünkü hiç kimse ile iyi geçinmek istemiyorum...
kimseyle yüzyüze gelmeden
yüzümü dönüp kış güneşine, dalıp denizle göğün kesiştiği ufuk noktasına, saçlarımla dans ederken iyot yüklü rüzgâr tamamen kendimle başbaşa kalıp, kendimi dinleyeyim, ruhumu sağaltayım istiyorum..

hani içmem normalde ama
bir sigara bile tellediririm belki öylece izlerken denizi, yarısından çoğunu da rüzgâr alır götürür zaten o sigaranın...

denizli şehirlerin insanları
tam da bu yüzden huzurlu belki...
iletişmek istemediklerinde yüzlerini denize dönebilme lüksü var ya, kalabalıkları artlarında bırakabilme ayrıcalığı
huzur veriyor olsa gerek bünyelerine...

ben bu aralar hiç insan yüzü değsin istemiyorum gözlerime... hiç konuşmayım istiyorum...hiç kimse konuşmasın istiyorum.... hiç dinlemeyim, duymayım..

bu aralar daha çok istiyorum toplayıp pılıyı pırtıyı göçmeyi denizli bir şehire..

ben bu aralar gitmek istiyorum....

bu aralar ben.. en çok denizli bir şehrin kadını olayım istiyorum...

22 Ocak 2012 Pazar

yeni evin ilk partisi

beni bilenler bilir
severim ev buluşmalarını
özellikle kış aylarının sıcak şarap-peynir geceleri meşhurdur bizim evin
ev bul al yaptır arada soyul toplan taşın yerleş derken uzuuuuuun zaman olmuştu bir atraksiyona ev sahipliği yapmayalı
dün akşam kıralım dedik şeytanın bacağını
bizi karanlık oda ekibi kolay kopmayacak bir gruba dönüştü ya
o ekibe bir de özlem-oytun özge ile aydınlık adam serhat ve perihanı da ekleyerek toplaşalım dedik, ayşesi bitanesi zaten handiyse aileden (o derec ki yazının ilk halinde ismini zikretmemişim büü defne ve nes dememk gibi bişey yani, özüüüür bitanesiiim)
ne yazık ki selen (eşi) rahatsız olduğundan ilker ve atölyede bulunması gerektiğinden oğuz ve dolayısıyla nazlı katılamadılar
ama bir araya gelebilenler olarak nefisss zaman geçirdik...
pozitif elektirik yükleyenleri ile zaman geçirmesi kadar iyi gelen ne olabilir ki insana :))

eh yaptık açılışı
gelir bundan sonra devamııı



20 Ocak 2012 Cuma

İyi Ki Doğdun Büü....

Yapraklara dallara, yeşillere, allara, 
nice nice yıllara gülüm, nice nice yıllara. 
Yaprak dala, al yeşile yaraşır, 
gayrı bundan böyle vermem seni ellere...
NHR



neden içimi döktüm ki sanki sana....

yaşadığım hiç bir şeyin pişmanlığını yaşamadım ben....
yaşamam da
sahip çıkarım geçmişime
günahıyla sevabıyla..
sen gittin gideli
bakıp geriye
düşündüğümde
pişmanlığım var mı diye
olmasın isterdim lâkin
ilk kez hayatımda
bir yaptığımdan pişmanlık duydum..
hani bir salak gibi içimi dökmüştüm ya sana...
kimseye anlatamadıklarımı döküp saçıvermiştim ya önüne..
işte pişmanlığım buna
sen arkana bile bakmadan çekip gidince
döküp saçıverdiğimce bıraktın ya
ah dedim kendi kendime
ah neden döktüm ki... zira
bak işte toplamak bana kaldı gene....

16 Ocak 2012 Pazartesi

Hayırdır İnşallah...?

Bu ara bir uyuşukluk sardı beni... Elim kolum kalmıyor... Fotoğraf çekesim yok; çekmeye kalkışsam sonuç başarısız...
Fotoğrafa ilgimi yitirmiş ya da fotoğraftan uzaklamış değilim kesinlikle
bilakis
handiyse günlerimin tamamını Ka'da geçirir oldum... Hafta içi iki gün aydınlık oda derslerim için orada oluyorum zaten ve bu hafta sonu da cumartesi-pazar tüm öğleden sonra "70'lerden Bugüne Fotoğrafta Güncel Trendler" seminerine katıldım, bir günümüz daha var hatta henüz bitmedi. GAPO'nun semineri bu.

Fotoğrafı çekmekten ziyade okumayı sever oldum iyiden iyiye. Okumayı derken fotoğrafa bakıp okumak değil kastettiğim, fotoğraf ile ilgili yazılı metinleri okumayı demek istedim.
Son dönemde çektiğim karelerin tamamı sıradan anı fotoğrafları tadında.  Bir şey üretemiyorum.
Olur belki de herkese bu zaman zaman...
Benim böyle tatsız sevimsiz oluşumun mevsimsel sebepleri olması da kuvvetle muhtemel, kışı sevmiyorum ya o yüzden belki de
Ya da çok yorgun hissediyo olmamla ilintilidir belki...
ya da kafamda ortaya çıkartmayı kurguladıklarımı; kadraja dökmeyi bir türlü başaramıyor oluşumla..
Bilmiyorum.
Geçeceğini umuyorum.

Ben bugünlerde hiç elimi kolumu oynatmayım.. Amaçsız bir ev kedisi gibi camın önünde gözümü dışarı dikeyim, öyle uyuzlana uyuzlana saatlerce kıpırdamadan durayım istiyorum...
ki beni tanıyanlar bilir
böyle bir şey hiç de tarzım değildir.
Tehlike çanları olmasın bunlar
cıngıl cıngıl yaşşşşşlanıyorsun kadınnnn diyen..
belki de..
ve işin tuhafı
yaşlanmak bile önemsiz göründü şimdi birden gözüme...
hayırdır inşallah..

11 Ocak 2012 Çarşamba

Benim KAranlığım :)

Epey oldu aslında devam edip bitireli Temel Karanlık Oda derslerimi..
Karanlık Oda'nın büyüsünden söz edeyim de istedim hep
ama bir türlü denk mi getiremedim, kullanılacak sözcükleri mi dilediğimce seçemedim artık nedendir bilmem..
elim değmedi..

DSLR makinelerden önceki zamanların fotoğrafçılarının kiminde bizi hor gören bir tavır vardı hep... Çektiklerimizi fotoğraf kabul etmeyi reddetme halleri falan...
Onları Karanlık Oda'ya girdikten sonra anladım..
hak verdim diyemiyorum... Çünkü fotoğrafın özü teknoloji ve teknoloji geliştikçe fotoğraf da kaçınılmaz olarak ona uymak durumunda bana kalırsa..Hani mazide kalalım analog makinelere gömülelim demiyorum.. Hatta düne kadar ben bile "cep telefonu ile fotoğraf mı çekilirmiş yahuuu" diye pek bilmiş bilmiş konuşurken şimdiler iphonography karelerine bayılıyorum ve hatta utanmasam Büü'den bir iphone talep edesim var... O derece
E beşer şaşıyor yani
İnsanlık hali işte
E olur ya
tükürdüğünü yalamamak için en iyisi tükürmemek aslında..
Yok ben bundan sonra konu fotoğraf olduğunda tükürmeyeceğim vallaha :)
Neyse
darmadağın ettim konuyu..

Karanlık Oda'dan söz ediyordum.

Bana fotoğrafın temelini öğretip sevdiren  eğitmenim  ve iki nefis şahsiyetle -Oğuz ve Serhat ile- birlikte açtıkları fotoğraf geliştirme atölyesi Ka... (tıktık lütfen :)) Karanlık odayı orada öğrendim.. Sevgili Oğuz'dan.. Oğuz harika bir eğitmen.. Çok karmaşık görünen kimyasalmış şuymuş buymuş bile onun ağzından dökülürken kolaylaşıp da geliyor insanın kulağına ve oradan beyin kıvrımlarına sanki.. Kırmızı şarap eşliğinde şerbet gibi ders yapıp öğrendim karanlık oda temelini. Sınıf arkadaşlarım da nefisti... Dönüp geriye baktığımda bunca zevk veren ne kadar şey var hayatımda diye..
O kadar da çok olmadığını görüyorum.
Bana kalırsa fotoğrafla ilgilenen herkes eğer girmediyse en azından bir defa girmeli karanlık odaya
hoş bir girişin ardından bir daha bir daha istenmesi kaçınılmaz olacaktır ya
ayrı o da...
İnsana kendi ürettiğinin kendi yaptığı ayarlamalardan sonra kırmızı ışık altında kart üzerinde kimyasalın içinde yavaş yavaş belirmesini izlemenin verdiği hazzı verecek fazla şey yok gerçekten de konu fotoğraf olunca.
Oğuz ilk tanışma dersinde "neden karanlık oda?" demişti
Cevaben
çünkü ben dokungan bir kadınım, ürettiğime dokunmak istiyorum
demiştim
Dersler bittiğinde
kendi kendime ne kadar haklı bir istekle başlamışım demekten alıkoyamadım kendimi..
Şimdilerde pek gidemedim koşturmacadan..
Ama biraz daha düzene gireyim...
sık sık ziyaret edeceğim kaçınılmaz o büyülü mekânı..

Her ne kadar scan ederken değişikliğe uğramış olsalar da
yine paylaşayım istedim
İşte benim Karanlığımdan çıkanlara örnekler :)






dipteki not: En biricik modelime caniçim kızıma pozları, Sevgili Ka'ya öğrettiği herşey ve sıcaklıkları için teşekkürlerimle

Kardankadın yaptık biizzzz..


Defne sevmezdi karla oynamayı
bu seneye değin
özenirdim çoluk çocuk dışarı çıkıp kartopu falan oynayan aileleri gördükçe
hadi kızım derdim
cama dayayıp burnunu gözünü diktiği beyazlıktan başını bana çevirme zahmetine dahi girmeden
yok soğuk
derdi
ki kolay kolay da üşümez hani
ama bu sene
okuldaki arkadaşlarından mı etkilendi artık, yoksa anca mı bilnçlendi bilinmez
pek hoşlanır oldu bu soğuk beyazlıktan
işten bir saat erken saldılar bugün bizi şükür ki
geçen yıl yaşadığımız rezillikten sonra bu yıl kepaze olmadan vardık evlere neyse
Bizim cıttırık kar oynamak istedi kendi hür iradesiyle ilk defa..


Büü de erken gelince bir kaçamak olsun dedik fastfood yedik
sonra parkımıza pek havalı bir KARdankadın kondurduk...;)





dipteki not: fotoğraflar -tabi ki bendeniz- neslihan k. tamyaman

10 Ocak 2012 Salı

Şairin Romanı - Murathan Mungan

TAA YAZIN OKUMUŞTUM
ALINTI PAYLAŞMANIN GÜNÜ BUGÜNMÜŞ DEMEK...
HAYLİ KALIN BİR KİTAP OLDUĞUNDAN ALTINI ÇİZDİKLERİMİN TAMAMINI YAZMAK MÜMKÜN OLAMADI
GÖZÜME İLİŞTİĞİNCE
BENİ ETKİLEDİĞİ BOYUTTA PAYLAŞIYORUM..
BİR KÖŞEDE KALSIN
AKLA ESİNCE DÖNÜP BAKILSIN DİYE....



"Ne tuhaf! İnsanoğlunun yaşamda en geç keşfettiği şey şimdiki zamandı. İnsan içinde yaşadığı ânı derinleştirmeyi zamanla, yani zamanı azaldıkça öğreniyordu." (s. 9)

"Doğanın mucizeleri hiç eskimiyordu. Doğa her zaman yeniydi. Bu sabah gibi, bu rüzgâr gibi, şu köprüler gibi. Doğaya ilişkin, kanıksadığımızı sandığımız en tanıdık imgeler bile her an yepyeni bir mucizeyle yenilenebilir; yepyeni bir görünüş, derinlik ve anlam kazanır; her şey birdenbire yerkürenin var olduğu ilk günkü kadar taze ve kullanılmamış oluverirdi. Doğa hiç bıkkınlık vermiyor, hiç usandırmıyor, her seferinden şaşırtmayı sürdürüyordu.

İyi şiir doğa gibidir... en çok kullanılan kelimelerle bie şaşırtmayı başarır" (s. 10)

"Şairlerin ortalığa hâkim olacağı saatler herkesin uykuda olduğu saatlerdir. Geceyarısından sonradır ve sabahın ilk saatleridir. Herkesin uykuda olduğu saatleri kullanır şairler. Çünkü zaman hırsızıdırlar. Başkalarının zamanlarını çalarlar. Yeryüzünün saklı zamanlarını, uykulu zamanlarını kullanırlar." (s. 11)

"Bazı mahcubiyetler gecikmiş olduklarında sahiplerini daha da mahcup ederler." (s. 13)

"Öyle ya da böyle, hepimiz şu yerküreye atılmış varlıklarız. Ölerek birbirimize dönüşüyoruz hepsi bu" (s. 16)

"Şairlerle ressamlara devlerin dikkati gerekir. Görünüşlerinin aksine tabiatın en zayıf canlıları devlerdir çünkü. İlk onlar silindiler yerküre üzerinden. Bu yüzden devler daha dikkatli olmalıdır. İyi bir dev, tavşan uykusuyla uyumalıdır. Çünkü hayat onu her an gafil avlayabilir." (s.40)

"şiirin göğünde tesadüf kuşları uçar.
...
Bir şair ölürken yerküreyi bulduğundan daha güzel, daha iyi bırakmak zorundadır, demezler miydi hep?
...
Yerküre sanki yalnızca yazılmak için vardı. O da bütün kendinden öncekiler gibi doymaz bir iştahla yerküreyi kâğtlara, defterlere sığdırmaya çalışmıştı. Hâlâ çoğu dılarda kalıyordu yerkürenin; bitmiyor tükenmiyordu." (s. 42)

"İnsan, yalnızca giderken değil, dönerken de kaçabilirdi."
...
Bir insan kalabalıklar arasında kendini saklamak istediğinde görünürlüğün derinlerinde kaybolarak da yapabilir. Hep orada durduğu halde hiçkimse farkına varmayabilir onun. saklanmanın bir yolu da budur. (s. 49)

"uyku yalnızca yola değil, sorunlara, sıkıntılara da mola vermek demektir. Başınıza tatsız bir şey geldiğinde hemen  uyuyun çocuklar. Göreceksiniz, uykuınuzda sıkıntınız hafiflemiş olur, sorununuz her ne ise üstesinden gelebilecek gücü uykunuz bağışlamıştır bize." (s. 41)

"Değişmezliklerin insanda kimi zaman ümit, kimi zaman ümitsizlik uyandırdığını bilmiyor değildi. Zamanın en büyük aldatıcılığı, nelerin değişip nelerin değişmediğini insanlardan saklamaktaki hüneriydi; belki de değişenleri değişmeyenler sayesinde gözden kaçırabiliyordu." (s. 70)

"En baştan başlamak gerek... Topraktan... her ikisi de topraktan yapılmıştır. Sonradan ateşle, suyla, havayla beslenmişlerdir. Ve sınanmışlardır. Çöken uygarlıklardan her zaman iki şey kalır geriye: Şiir ve çömlek. Yerkürenin en eski tanıkları." (s. 71)

"Şairin ayakları doğduğu topraklara sağlam basarken, sözlerini bütün yerküreye söyleyebilmelidir. Bazı çiçeklerin varlıklarını yalnızca yetiştikleri iklime borçlanmış olmaları elbette onların güzelliğini azaltmaz, ama başka iklimlerde yaşayamamaları varlıklarını eksiltir. Yalnızca kendi toprağında okunur, okunabilir olmak, iyi şiire yetmez. iyi şiir, doğduğu toprağın iklimini başka iklimlere dönüştürebilme gücüne, yeteneğine sahip olmalıdır. Şiir doğduğu yerlerin sesi, kokusudur.Kendi güneşini, kendi rüzgarını, kendi yağmurunu her yere taşır. Hem de gittiği yerin güneşi, rüzgârı, yağmuru olur. İyi şiir tıpkı bir çömlek gibi, vücut bulduğu toprağını başka diyarlara taşıyabilmeli, oralarda da kullanılabilmelidir. Gündeliğin yalınlığında unutmayın: Şiir kullanışlı bir şeydir. Bir eşya gibi kullanışlı bir şey." (s. 71-72)

"Çarenin olmadığı yerde, yol çaredir. Yeni sözcükler bulmak da bir tür şairliktir; maharet ister. Bunu kendine yol bilir. Bir hayat yolu. "(s. 73)

"Her şey topraktan geliyor ve toprağa dönüyor aslında" (s. 78)

"Akıl oyunlarını hangi çeşidi olursa olsun, kâinatın ve insanlığın birçok gizini berraklaştırırken, bir yandan da tabiatı ve yaşamı yeniden bulandıran tuzaklar kurabilir insana. Akıl, asıl kendisine oyun oynamaya başladığında tehlikeli olmaya başlar." (s. 78)

"yazık, bazı şeyleri kaybolmadan öğrenemez ki insan." (s. 81)

"Geleceğimizi yapan şey, yazgımızdan, bize tanınan olanaklardan, karşımıza çıkan fırsatlardan çok, ruhumuzun şiiridir. Bizde olan bir şeydir." (s. 93)

"Çocukken çok büyük diye anımsadığımız bahçeleri, evleri, avluları yıllar sonra ziyafet ettiğimizde çoğu kez çocukluk imgelemimizin bizi yanıltmış olduğunu görür, gördüklerimiz karşısında hayal kırıklığına kapılırız. Hiçbir şey bizim hatırladığımız ve sandığımız kadar büyük ya da geniş değildir. Bizi yanıltan çocukluktur diye düşünürüz. Belki de büyümemiş çocukların hayatları boyunca yanılmamaları bu yüzdendir. (s. 96)

"Doğada sözcük yoktur derim ya hep, evet doğada sözcük yoktur ama doğada şiir vardır. İnsan doğada olmayan bir şeyin yardımıyla doğada olan bir şeyi yeniden yapar yaratır." (s. 98)

"Bazen şiir yazılmaz, şiir uyandırılır. Taze yağmur sonrası yapraklarda kalan su nasıl umulmadık bir şeyi uyandırırsa. ... " (s. 104)

"İnsanların yüzüne değil, tabiatina baka baka felsefeci olunur." (s. 104)

"Bilmek hayatta kalmaktır. Unutmayın ne kadar çok şey bilirseniz yaşama şansınız artar. Hem sonra öğrenmeyi bir sanat, bir yaşama biçimi haline getirmeniz gerekir, bunu sırrıysa öğrenmenin aynı zamanda bir haz, bir zevk olduğunu anlamaktan geçer. Öğrenmenin hazzı olmadan insan tamamlanmaz. Bakın çevremizdeki bir çok insanın yarım kalması bu yüzdendir." (s. 106)

"Bazen devamlılığımızı sağlayan tek şey kusurdur. Yahut kusuru göze almak." (s. 116)

"Ne kadar iyi bir şair olursanız olun, şirinizin, herkesin ruhuna, aklına, kalbine dokunmayabileceğini baştan kabul etmelisiniz. Hem bu her zaman şiirinizin suçu olmayabilir. Kendilerine ait hayali olmayanlar, sizinkileri de göremeyebilirler. Her şeyi kendinizden bilmeyin.

İnsanın her zaman kendisine yön verecek bir iç sesi olmalıdır. Güçlü değerler sisteminden kaynaklanan iç ses, insanın davranışları zamanla değişse de mizacının değişmesine izin vermez, onu heğ dik ve sağlam tutar.

Mayası şair olarak doğmuş birinin kelimeleri uzun süre karanlıkta kalamaz. Hiçbir güç kelimelerini uzun süre bağlayamaz onların.
...
Sadece erdem sahibi olmak yetmez. Erdeminde ustalaşmak gerekir." (s. 117)

"Karanlığın şiiri bile ışıkla yazılır." (s.125)

"... bazı gecelerin adeta kibri vardır; nedenini bir tek kendinin bildiği. Sonra ayın perçemini kısa kestiği geceler olur; ışığı kıt ya da adımı çabuk... Bulutuna göre hatırladıkça ürperen gözenekleri geçmiş gecelerin... Böyle zamanlarda ruhunda seğirenin ne olduğunu kim tam olarak bilebilir ki?" (s. 139)

"Bizi serseme çeviren rastlantıların, farklılıkların, uyumsuzlukların ardındayalın, tutarlı ve uyumlu bir düzenin bulunduğunu ve günü birinde birinin ya da birilerinin çıkıp bunu keşfedeceğini umarız. Bu düzeni bize sayıların göstermesini ister, bunu ancak sayılarla kanıtlarsak doğrulanacağına inanırız. Oysa sayılar yalnızca kendilerini gösterirler. Sayılar işaret ettiklerinden daha fazlası olmadıkları halde, insanlar onlardan daha fazlasını göstermesini isterler hep." (s. 149)

"Bir soyutlama olarak şiir gündelik dilin bulunuşundan sonra ortaya çıkmış bu nedenle sonradan damıtılmış bir şey değil. İlk kutlu metinlerin şiirli bir dille yazılması da bir rastlantı sayılamaz, ilk tekerlemeler, ninniler, çağırma ya da kovma büyülerini hatırlamak yeter.Dilin ilk var oluş biçimi şiir aslında." (s. 165)

"...aklın kurallarına çok teslim olmamak gerek. Bizim yanılgımız tüm evreni aklımıza sığdırmaya çalışmamız bence. Aklımızla açıklayabildiklerimizin tüm evreni anlamaya yeteceğini sanıyoruz." (s. 165)

"Güç, güzellik ve akıl -sanılanın tersine- insanı yalnızlaştırırdı." (s. 174)

"Kadınlar insanın kalbine dokunmaktan korkmuyorlardı." (s. 176)

"Güven kazanılan bir şey değil, inşa edilen bir şeydir." (s. 189)

"...gündelik yaşantıda somut ile soyut olanın hızla yer değiştirmesinde her şey mümkündü. Tasarı ile tesadüf kardeşti. Yaşadıklarımızın içinde gizli geçitler vardı. bunları görebilmek için kendimide gömülü duran gözleri açabilmemiz yeterdi; sanat, felsefe, bilgi, ahlak, erdem ve şiir bunu içindi." (s. 194)

"Görünmez bağların sahiplerine ettiği oyunlar tükenmezdi. Yaşam bağ oyunlarından oluşuyordu. Her şeyin birbirine bağlı olduğu söylenen bağ oyunlarından. Hayat bir bağlılık yemini idi." (s. 199)

"Uzak dediğin önce içinde birikir insanın, sonrası yalnızca yoldur. Yola rehber olmadan önce yolun rehberliğine açık olmak gerekir. Yol düşüncelerle hafifler. Çıktığımız yol içimizde de uzar gider. Yol bizi derinleştirir. Kendimiz bu yol oluruz." (s. 220)

"Ölülerimiz yaşayan bir parçamızdır biz yaşadıkça" (s. 221)

" Sözcüklerin aynasına bakmayı bilmeyenlerin yazdığı şiirden ne olacak? buna gözü olmayanın şiire kalemi mi olur?" (s. 223)

"Şifalı otların uçucu rayihası kalıcı iyilikler bırakır insan vücudunda" (s. 224)

"Bir insan en çok kendinden korkarken nereye kaçabilirdi ki?" (s. 233)

"Bir yolcu yolda her şeyi görmez. Yolu her şeyde görür. Her şey bir yoldur çünkü." (s. 234)

"Boşluk hep vardır. Boşluk bir tür yoğunluktur aslında. Biz içini göremediğimiz için boşluk diyoruz ona." (s. 239)

"İki parça arasında kalmış önemsiz görünen küçük bir hava boşluğundan zamanla içinde kaybolacağınız kendi boşluğunuzu yaratabileceğinizi hiç unutmayın! Kendi boşluğunuzla yüzleşmeden varlığınızı dolduramazsınız. Şiir bizim kendimiz olmaya açılan kapımızdır. Ama bazen kendi kapımızı yüzümüze kapatırız. Kim olursanız, ne olursanız, nasıl olursanız olun ama kendinize girip çıktığınız bir kapınız olsun çocuklar. Az olun ama hakiki olun! Bir gün kendi kapınızı çalacak yüzünüz olsun!" (s. 245)

"Bazı mektuplar vicdan yerine geçer." (s. 249)

"Her kilir önce sahibini hapsetmez miydi?" (s. 286)

"Anlattıklarında bazı boşluklar olduğunu farkındaydı, ama gerçeklerin her zaman boşluklar barındırdığını, yalnızca yalanların kusursuz olduğunu da biliyordu." (s. 297)

"Hayat boştur! Herkesin her zaman dediği gibi boş! Onu dolduran anlamdır yalnızca. Bizim ona verdiğimiz çeşitli anlamlar. Bazıları hayat anlamından boşaldığında, onun gerçek yüzünü gördüğünü sanır; hayatın görülecek bir yüzü bile yoktur oysa. ... O kadar boştur işte hayat, sen bir an önce onu kendi anlamlarınla doldurup güzelleştirmeye bak! Ömrünü ancak böyle hayat yapabilirsin." (s. 305)

"Bütün zamanlar birbirine benzer, birbirine benzemeyen anlardır... Hafızamız bütün yaşadıklarımız değil sadece unutamadığımız anlardır. Ortak yaşanılanı bile herkez zamanla başka türlü hatırlar. Bir gün belki siz de şu içinde yaşadığınız anı farklı hatırlayacaksınız." (s. 316)

"Bazen bir şeyi görmek için harcadığımız dikkat, o şeyi sahiden görmemizi engeller. Gözlerini zorlama, bırak kendi görsün. Hem onlar daha az yorulur, hem sen daha az yanılırsın." (s. 348)

"Şairin gölgesi kendisinden uzun olur" (s. 358)

"İhanet büyük bir pakettir, içinden birini alıp diğerlerini bırakamazsınız." (s. 370)

"Bazen insanlar niye ayrıldıklarını bilmeden ayrılırlar... Bir beraberliği sürdürebilmek için aşktan fazlası gerekir." (s. 382)

"Ayrılık da tane tane birikir" (s. 382)

"Kendini sevmeden karşı tarafa verdiğin aşk temiz kalmıyor. Kararmış, incinmiş duygular giriyor işin içine. İnsan önce kendini incitiyor. Sonra günün birinde artık yalnızca kendine ait bir hayatın olsun istiyorsun. Kimsenin gölgesi üztüne vurmasın" (s. 384)

"Yalnızlık sıcak bir şey değildir. Isıtılması gerekir" (s. 486)

kehanetimdin.........

ışıklı küremde görünen kehanetimdin... zifir zindan kehanetim...  kapkaranlıklardan gelenim, en karanlık yanımla sokulduğum... zifir zindan seviştiğimdin...
en çok severken
aslında en nefret ettiğimdin... kokunu teninden çekip alıp benliğimin en karanlık köşesine zaptettiğimdin
kapkaranlık ter içinde sevişmelerde bedeninin her noktasını parmak uçlarımla ezberlediğimdin
en vazgeçemediğimdin.. tırnaklarımı sertçe geçirip etine izimi bırakmayı en istediğimken.. öpmeye kıyamadığımdın...
en karanlık
en acı veren kehanetimdin...


lanetimdin....................






dipteki not: modelim Elif'e teşekkürlerimle ....

8 Ocak 2012 Pazar

Yağmurun Şerefine.....





Yağmurlu bir gündü
Tıpkı bugün gibi
Kaybetmiştim seni
Taştı gözyaşım
Karıştı yağmura


Bensizdin yıllarca
Sen neyi aradın
Sevgiyi buldun mu
Yabancı kollarda
Mutlu oldun mu


Sensiz yıllarda yaşadım sanma
Sensiz yıllarda unutmadım seni
Sensiz yıllarda belki arar da
Sorarsın diye avunmadım




dinle

5 Ocak 2012 Perşembe

Dönsem Arkamı Hissettiklerime

Şeytan diyor ki bazen
Dön arkanı kafanı bozan ne varsa..
hangi hisler saklıysa içinde oraya buraya can yakıcısından
hepsine
dön bir daha bakmamacasına
anımsamamacasına
bırak hepsini ardında...
...
hissedilenlermiş galiba en çok acıtanlar... yaşananlardan ziyade
hissedilenler
yaşanan ne varsa anı olup gidiyormuş karışıyormuş da maziye
o hissedilenler yok mu o hissedilenler...
onlarmış yerleşen yüreğe..
onların tortusuymuş çöküp kalan
hiç unutulmayan
durup durup sızlayan...

bugünlerde
hislerimi nadasa bıraktım...
belki biraz sağalırlar diye... ellemiyorum hislerime.. dürtmüyorum her ne sebep olursa olsun...
iyi şimdilik böyle..

ah

bir de tamamen dönebilsem arkamı
tamamen yok farzedebilsem
bir daha bakmamacasına
anımsamamacasına
.....
....
...
..
.

Bir Varmışım - Bir Yokmuşum...Masallardaki Gibi....

Ben nice Depremler gördüm
Kolay kolay yıkılmam
Her defasında kaybetsem
Yine de hiç üzülmem
Aslında bu kadar kırılgan değildim
Kendi yarattığım Düşmanlara yenildim
Bir kayboldum sonra tekrar belirdim
Masallardaki gibi
Bir varmışım bir yokmuşum
Bir varmışım bir yokmuşum
Sen bana imkanlar sundun
Ben bunu kabul edemem
Şimdiye kadar yalnızdım
Öyle pat diye değiştiremem
Aslında bu kadar kırılgan değildim
Kendi yarattığım Düşmanlara yenildim
Bir kayboldum sonra tekrar belirdim
Masallardaki gibi
Bir varmışım bir yokmuşum
Bir varmışım bir yokmuşum
Korkarsam sakince ıslık çalarım
Ben susmam sen de susma ki korkmayalım
Maalesef az sonra gitmem lazım
Huyum böyle aynı yerde hiç kalmamışım
Bir varmışım bir yokmuşum
Bir varmışım bir yokmuşum
Ben bir varmışım bir yokmuşum

dinle

4 Ocak 2012 Çarşamba

GÜNÜN SÜPRİZİ..When I was Young

Kankardeşim Canımın içi Tamercim bir süpriz yaptı bugün bana..
Yıllar yıllar önce
o kadar önce ki adeta millattan önce hissi uyandıran zamanlardan
yurdumda henüz sadece analog fotoğraf çekilebilen günlerden -ya da en azından bizim henüz dijital fotoğraftan haberimiz olmadığı günlerden diyeyim-
bir "anı"mızı bir "an"ımızı bulup çıkarmış tozlu raflardan

ahh be kanka bırakmayacaktın fotoğrafı hiç
şimdi kimbilir neler yapıyor olurdun pehhhhh...

ben o zaman ne diyafram bilirdim ne ters ışık ne silüet, ne örtücü ne tripot
ama poz verme konusunda
hiç itirazım olmamış belli ki...
o anlamda
değişen bir şey yok yani :)))

Şimdi şu bir kare
ohooooo nerelere nerelere sürükledi beni bir bilseniz
Çektiğimiz güne gittim
dün gibi geri dönüp bakınca
oysa kocaman 16 yıl öncesiymiş
sene 1996
Nes'de yaş 24
bel ince
kıç büyük
o hep büyüktü zaten :)
hay Allah yahuuuu
bir zamanlar ben de gençmişim işte...
herkes gibi..


kalın sağlıcakla
hadi gittim ben seneler seneeleeerrr evveline...:)



fotoğraf: A. Tamer TEZCAN /Ankara -Bahçelievler 1996

2 Ocak 2012 Pazartesi

bütün aşklar menekşe kokar.....

"git" deyince gitmek kolay değildi be adam..
 "git" dedin.. bildim ki 
gitmeliydim
her gidiş aslında kendinden daha büyük bir parça bıraksa da kalanda
kalandan da alıp koparıyordu bir parça..
ben 
ben kıyamadım senden parçalar kopartmaya.. elim varmadı
ama kaçınılmazdı.. doğanın kanunu bir anlamda
buna sebep

menekşe kokunu aldım yanıma
sen bilir miydin menekşe koktuğunu..? 
bilmezdin... 
ben sana bunu hiç söylemedim.. menekşelerin kokusunu bile bilmez ki çok insan... 
oysa
seni tanıdığım günden bu yana bütün menekşeler aşk koktu bana...
şimdi "git" dedikten sonra sen bana...-madem ille de kopartmalıydım bir parça- menekşe kokunu aldım yanıma
....

bağışla


bundan sonra
bütün aşklar menekşe kokar artık bana......

1 Ocak 2012 Pazar

Bizim Trinity !!!!

Bizim eve Noel Baba geldi..
Defne'nin mektubunu yastığının altından alıp yerine bir paket bırakmış..
Paketten Barbie çıkmadı
Bir adet Trinity çıktı
O ne beeea demeyin canıııım.
İşte şu:


































Yalnız var ya hatun safi karizma haaa


Bizim capon balığı yıl boyunca ööööyle iyi öööyle iyi bir kız olmuş ki Sayın Noel Baba talebinin bir üst versiyonunu gerçekleştirmiş


Bir dahaki seneye ben de mektup yazacağım Noel Babaya
Olur ya bakarsınız içime gizlenen çocuğu görür de bana da getirir isteğimin bir üst versiyonunu?
Olamaz mı?

e mucizelere inanmak lazım di mi? :)






Hadi Cümleten İYİ SENELER o zaman....



fotoğraflar: neslihan karayakaylar tamyaman