27 Nisan 2011 Çarşamba

EN 3....

hmmmm
mimlenmişim
isim verilmeden
lakin kastedilerek
cin gibiyim ya
bi bilişte bildim
di mi NİL'im
:))))

konu
EN 3

ayy zor ama ya
seçemem ki ben kolay kolay...
ilk aklıma geliverenler şeklinde yanıtlasam ben misal?
olabilir mi
bal gibi de olabileeer
neden olabilemesin ayrıcana
di mi ama :))



EE HADİ BUYRUN O ZAMAN
ben
BU EN 'LER DE BENDEEEEEN

En sevdiğin 3 görsel;
Tabi ki kızım kuzum,
Yokuşbaşından Bodrum kalesinin görüntüsü,
Şu ya da bu şekilde mutlu edebildiğim bir insanın -herhangi herkes olabilir- yüz ifadesi


En sevdiğin 3 ses;
yine kızım kuzum,
latin ezgileri
sahile ya da kayalıklara vuran dalga foşurtusu

En sevdiğin 3 tat;
Efes bira {(Efes - Nes - Nefes :))))  -- ©Nil Mavikadın}
Antepfıstığı
Dondurma


En sevdiğin 3 koku;
kızım kuzumun ensesindeki o tarifsiz koku
bodrum king mandalinasının kokusu
sabah yataktan kalkmadan burna ulaşan kızarmış ekmek ya da anne kurabiyesi kokusu

En sevdiğin 3 his;
Kızımın "anne seni çok seviyorum" diyerek bana sarıldığı an hissettiğim
çoook kirli ve yorgunken banyoya girdiğimde suyun tepemden aşağı inerken bende bıraktığı hissiyat
çoook sıkıştıktan sonra tuvalete gidildiği vakit hissedilen rahatlama duygusu
(bir şey daha var ama yazmayacağım nck nck nck... ama bende yani :P
aa bi de susuzluktan dudaklarım kurumuşken lıkır lıkır buz gibi su içmek bi deeee çoook uykusu gelir de insanın tertemiz sabun kokan bir yatağa uzanıp anında dalar ya o his, bi de çoook acıkınca ağza atılan ilk lokmanın verdiği his...., ohooo say say bitmezmiş ki...)

Susup yok olayım en iyisi :))

Hiç yanıltmadın....

Hayat acımasız ve b.ktan Lodos....
İyi haber yok hiç..
Sahip olabildiğim az sayıda iyi şeyden birisin... Ona sebep sana ulaşamadığımda bunca paniğe kapılmalarım... Kilitlendin mi sen... ben daha sıkı kilitleniyorum... Haberin bile yok...
Hoş haberinin olup olmayışının bir önemi de yok aslında.


yagmur


Dün gece sana ulaşmama izin vermediğin vakit -yalnızlığı tercih ettiğin o zaman diliminde-
çıkıp yürüdüm karanlıkta, inceden bir yağmur yağıyordu -ne çok yağdı değil mi bu sene, ne çok... -ıslandım sırılsıklam
-içim ıslak nemli zaten nicedir belli oluyor değil mi? küf kokuyor nefesim-
dışım da ıslandı.. iliklerime kadar ıslağım işte artık sırılsıklam....




"yalnız bırak" dedin
"anlayabiliyorum" dedim sana
anlayabiliyordum
yalan değildi
sadece ben nasıl zor anımda huzur verebiliyorsan ruhuma varlığınla..
-- Belki - bir ihtimal-- sen de benim varlığımda huzur ararsın bir defalığına diye..
neyse
anladın sen
denedim sadece
cevabı bile bile hem de...
yanıltmadın -her zamanki gibi- yine...
Bir kez yanıltırsın belki diye bu kimbilir kaçıncı deneme...
Hiç yanılttığın olmadı..
Ah Lodos Ah keşke...
İnsanoğlu işte varlığına ihtiyaç duyduğu
onun varlığına ihtiyaç duysun istiyor...
Basit, sıradan bir kadınım Lodos biliyorsun... Basit her şeyim
hayallerim bile
Hayal kurdum Lodos...
Basit sıradan bir hayal işte...

Bacaklarımı toplamış altıma oturmuşum, kanepede.. elimde bana huzur veren bir kitap, kanepenin kolunda bir fincan sıcak çikolata.  sen uzanmışsın dizlerime, yorgun..
ben bir yandan pıtır pıtır dudaklarımı kıpırdata kıpırdata hararetle okurken kitabımı senin de saçlarını karıştırıp okşuyorum usuldan, arada bırakıp fincanıma uzanıyorum bir yudum almak için, homurdanıyorsun... Telaşla dönüyor parmaklarım fincanı bırakıp saçlarının arasına.. yumuşacık saçların... mis gibi kokuyor.. saçlarına dokunan parmak uçlarımdan pozitif enerji yayılıyor tüm bedenime...ben pıtır pıtır okurken kitabımı sen usuldan kayıyorsun uykunun dingin alacakaranlık gizemli boşluğuna usulca...
huzurla...

ben
ben gülümsüyorum...

22 Nisan 2011 Cuma

Bu kentin gelmeyen baharı....

bahar


Biter Mart'lar Gün döner Nisan'lara...
Nisanlar ortalar kendini de bahar gelmez bu kente... Bu kenti -çiçeklense de ağaçlar- her bahar bir kasvet sarar... Ne kadar da uğraşsa bu kentin insanı, bu kentten nefrete durmaya... Olmaz... Başaramaz...

Kaçan kaçar...
Kaçarken arkasına bile bakmaz üstüne üstlük ya; gün gelir, an olur... Bir şiirde geçer caddelerinden birini adı... Bir filmde görünür meydanlarından biri...
Kaçanın, "kaçtım da, oh kurtuldum o kentin kasvetinden" diyenin, burnunun direği sızlar..
Hiç itiraf etmez, edemez ya sever bu kenti içten içe bu kentin insanları...

Nisan bahar ayı...
Bahar ayı ya.. Bahar gelmez bu kente Nisanları...

13 nisan 2011

bahar2

21 Nisan 2011 Perşembe

Fotoğrafı Eleştirmek -İmgeleri anlamaya giriş / Terry Barrett

IMG_9609

"Ne yazık ki genellikle eleştiriyle değerlendirmeyi bir tutmayız çünkü günlük dilde eleştiri teriminin olumsuz çağrışımları vardır: Yargıda bulunmayı -genellikle de olumsuz yargılar- ve onaylamamayı, beğenmemeyi ifade etmek için kullanılır." (s. 15)

“Bell Hooks: Sözcüklerin büyüsü daha çocukken baştan çıkardı beni, okumak ve yazmak beni halâ alıp götürüyor, meftun ediyor. Bütün çalışmalarımın ilk taslaklarını elle yazar; yüksek sesle kendime okurum, kelimeleri seslendiririm, onları duymak ve hissetmek için. Sözcüklerimin yaşadığını ve soluduğunu duyacak kadar dille içiçe geçmiş olduğumdan emiin olmak isterim, öyle ki içimdeki tutkulu bir yerden yüzeye çıksınlar.


Peter Schjeldahl: Sanat sayesinde düzenli olarak bir şeyi veya belki de her şeyi, hatta tüm dünyayı bir başkası olarak deneyimleme şansını elde ediyorum, bir an için gözlerimi ve zihnimi bir başkasının gözleri ve zihniyle değiştirebiliyorum.

Rene Ricard: Aslına bakılırsa ben bir sanat eleştirmeni değilim. Ben bir hayranım. Eserleri hakkında söyleyecek sözüm olacak kadar bana ilham vermiş sanatçılara ilgi toplamak için çığırtkanlık yapmayı seviyorum.

Michale Feingold: Eleştiri sanatta iyiyi kutlamalı, öfkesiyle kötüde eğlenmemelidir.” (s. 16)



“Eleştiri terimi içerdiği birçok farklı anlam nedeniyle karmaşıktır. Sanat ve sanat eleştirisi üzerine felsefe yapan estetikçilerin ve sanat eleştirmenlerinin dilinde eleştiri, çoğunlukla salt yargıda bulunmaktan çok daha geniş bir etkinlik dizisini anlatır.”(s. 17)



“Eleştiri, sanatın anlaşılma ve takdir düzeyini yükseltmek için sanat hakkında bilgilenmiş söylemdir. Bu tanım dans, müzik, şiir, resim ve fotoğraf dahil, tüm sanat biçimleri için eleştiriyi kapsar. ‘Söylem’ konuşma ve yazmayı içerir. ‘Bilgilenmiş’ ise, eleştiriyi sanat üzerine salt konuşmaktan ve bilgisiz görüş bildirmekten ayıran en önemli niteliktir. Sanat üzerine yazılmış her şey eleştiri değildir. Bazı sanat yazıları eleştiriden çok gazeteciliğe yakındır. Eleştirel analizden çok, sanatçılar ve sanat dünyasının olayları hakkında bilgi veren haberlerdir. “(s.18-19)



“Peter Schjeldahl: Eleştirmenlerle sanatçılar arası samimi arkadaşlıklar trajikomiktir. Eleştirmen sanatçıdan ifşaat, sanatçı eleştirmenden onay beklentisi içine girebilecektir. İkisi de biraz olsun iyiyse birbirine bu mükafatları sunmayacaktır. Sanatçılara ilişkin bir ısdırap duygusu taşımayan her eleştirmen bir fahişedir. Sanatçılarla hiç ilişki kurmayan, onlara bulaşmaktan korkan bir eleştirmen ise bakire. İkisi de aşktan anlamaz.” (s. 29)



“İyi eleştiri okumanın getirisi, sanata dair artmış bilgi ve takdirdir. Pek iyi bilmediğimiz bir sanat hakkında okumak bilgimizi artırır. Eğer bir sanat eserini biliyor ve takdir edebiliyorsak, onun hakkında bir başkasının görüşlerini okumak –eğer hemfikirsek- bakış açımızı genişletir. Eğer hemfikir değilsek, kendi görüşümüzü derinleştirebilir ve karşı savlar geliştirebiliriz.” (s. 33)



“Bir sanat eserine düşünceli bir biçimde bakmanın ilk avantajı, gözlemcinin gözlem süresinin uzaması ve yavaşlaması olacaktır. Bu basit ama önemli bir noktadır.” (s.33)


“Eleştirmenler, bir sanat nesnesini okurlar ve izleyiciler için eleştirirken sanat hakkındaki karmaşık düşünce ve duygu yığınlarını sözcüklere dökmek için uğraşırlar ki, önce kendileri sonra başkaları için anlaşılabilir olsunlar. Her gün sanatla karşılaşanlar, bir resmin veya serginin önünden ona en az tepkiyi vererek yürüyüp gidebilirler. Sanat eserlerine profesyonel olarak yaklaşan eleştirmenler ise anlamla mücadele etmekten sorumludurlar. Sanat eserinin zorladığı sorulara yanıt aramak veya sormadığı soruları sormak durumundadırlar.



Genellikle eleştirmenler sanat eserine tek bir resim ya da tek bir gösteri anlamında yaklaşmaz, çok daha geniş bir perspektiften bakarlar. Sanatçının diğer işlerini, dönemin diğer sanatçılarını eserlerini, hatta geçmiş sanatını da göz önüne alan çok büyük bir bağlama yerleştirirler yapıtı. Bunu yapabilirler çünkü ortalama bir izleyiciden çok daha fazla sanat eseri görmüşlerdir –geçimlerini bundan sağlarlar.” (s. 34)



“Bir fotoğrafı ya da sergiyi betimlemek, ondaki şeyleri bulgulamak ve bulguladıklarını bir başkasına yüksek sesle veya yazılı olarak aktarmaktır. Betimleme bir veri toplama ve olguları listeleme sürecidir. Betimlemeler şu sorulara yanıt verir: ‘Burada ne var?, Neye bakıyorum?, Bu imge hakkında kesin olarak ne biliyorum?’ Yanıtlar hem apaçık olanın hem de o kadar açık olmayan şeylerin tanımlanmasıdır. Eleştirmenler bazen apaçık olan şeylere de işaret ederler çünkü bilirler ki, bir izleyici için apaçık olan şey bir başkası için görünmez olabilir. Betimsel bilgi fotoğrafın konusu, aracı (medium) ve biçimi hakkında ifadelerde bulunur, sonrasında genellikle fotoğrafçının kimliği fotoğrafın çekildiği dönem ve toplumsal çevre gibi gündelik bilgiler verir. Betimsel bilgi doğru (veya yanlış), tam (veya eksik) ve olgusaldır (veya olguya karşıttır).” (s. 35)



“Eleştirmenler betimsel bilgiyi iç ve dış olmak üzere iki kaynaktan edinirler. En çok betimsel bilgiyi, fotoğrafın içinde görülebilecekleri yakından gözleyerek toplarlar. Betimsel bilgi edindikleri dış kaynaklar ise, kütüphaneler, fotoğrafları çeken sanatçı ve basın içerikleridir.



Betimleme, bir sergiyi ya da tekil bir fotoğrafı izlemenin mantıksal başlangıç mekanıdır, çünkü anlayışın üzerine kurulacağı temel bilginin toplanmasının bir aracıdır. Fakat, psikolojik olarak genellikle ilkin yargıya varmak isteriz ve ilk ifadelerimiz çoğu zaman bir onaylamayı ya da reddi belirtir. İlkin yargıya varmanın kendisi yanlış değildir, yalnız yargı bilgi içerdiği ve bu bilgi betimsel olarak eksiksiz olduğu sürece. Önce yargıda bulunup sonra bu yargıyı betimleme temelinde açıklamak veya önce betimleyip ve yorumlayıp ardından bir hükme varmak, bir tercih meselesidir. Başlangıç noktası çok önemli değildir, fakat eksiksiz betimleme, savunulabilir eeştirel konumlar almanın ayrılmaz bir parçasıdır. Olguları yansıtmayan veya olguları çarpıtan yorum ve yargılar fena halde kusurludur.” (s. 36)



“Betimsel nitelemelerin başlıca amacı şimdide ne olduğunu anlamaksa, ikincisi gelecek nesillere bırakmak üzere sağlam veri kaydetmek. Yeni eserleri konu alan bugünkü eleştirilerin bir kısmı, sergiler kapandıktan uzun zaman sonra gelecek kuşaklar için sanat tarihsel anlam taşıyacak.”(s.38)



“Fotoğrafçı bize imgeleri verir, eleştirmen ise bu imgelere dair sözcükleri” (s. 43)

"Bir fotoğrafın biçimi hakkındaki betimsel ifadeler, görsel olarak nasıl oluşturulduğu, nasıl düzenlendiği ve nasıl inşaa edildiği ile ilgilenir. "Biçimsel unsurlar" denen şeyleri nasıl kullandığına bakarak bir fotoğrafın biçimi hakkında fikir ediniriz. Fotoğraf, remim ve çizim gibi daha eski sanat biçimlerinden şu unsurları devralmıştır: nokta, çizgi, şekil, ışık ve değer, renk, doku, kitle, mekan ve hacim. Fotoğraf için anılan diğer unsurlar şunlardır: siyah-beyaz ton skalası, konu karşıtlığı (contrast), film karşıtlığı; negatif karşıtlık; kağıt karşıtlığı;  film formatı, fotoğrafın hangi uzaklıktan çekildiğini ve hangi lensin kullanıldığını da içeren bakış açısı, Eleştirmenler, fotoğrafçıların bu biçimsel unsurları kullanma yollarını "tasarım ilkeleri" olarak adlandırırlar ki, bu kavram şunları kapsar: ölçek,  oran, çeşitlilik içinde birlik, tekrar ve ritim, denge, yönetimsel güçler, vurgu ve itaat.
Edward Weston: "fotoğrafçı, fotoğraf makinasının konumunu, açısını veya lensin odaksal uzunluğunu değiştirerek sabit bir tek bir özneyle sonsuz sayıda farklı kompozisyon elde edebilir. John Szarkowski weston'ın gözlemlediği şeyi  50 yıldan uzun bir zaman önce görmüş, bir de şu önemli içgörüyü eklemişti: 'Fotoğrafın basitliği, resim çekmenin bu denli kolay olması gerçeğine dayanıyor. Gitgide artan karmaşılığı ise aynı konuyu içeren binlerce başka fotoğrafı çekmenin de o denli kolay olmasından ileri geliyor." (s. 51)    

"Bir fotoğrafçının kullandığı aracı tam olarak betimlemek  sanatçının tercih ettiği süreç hakkındaki olguları, fotoğraf makinasının tipini, baskı çeşidini sıralamaktan ibaret değildir. Aynı zamanda bu kullanımlarım anlatım üzerindeki etkilerini tartışmaktır. Eleştirmenler bu etkileri yorum yaparken veya eseri yargılarken tümüyle kesfedebilirler fakat aracın özelliklerine ayrıntılı olarak değinmeleri gereken yer öncelikle eleştirinin betimsel aşamasıdır. (s. 56)

"Stil (tarz) bir sanatçının, bir hareketin, bir dönemin ya da bir organik mekanın ürettiği çeşitli sanat objeleri arasındaki benzerliğe işaret eder ve konu ile biçimsel unsurların karakteristik bir biçimde ele alınışından tanınır.Neo ekspresyonizm (yeni dışavurumculuk) resimde artık yaygın olarak kabul gören yeni bir tarzdır.  Pictorialism (resimselcilik) rejisel fotoğraf ve 'enstantane estetiği' ise fotoğrafın tarzlarıdır.

Bir fotoğrafçının tarzı, fotoğraflamak için  hangi konuları seçtiğine, hangi aracı kullandığına ve fotoğrafın biçimsel düzenlenişine bakarak anlaşılır. tarzla meşgul olmak betimsel olmaktan çok yorumsal olmayı gerektirebilir. Fotoğrafları "çağdaş amerikan" ya da "yüzyıl dönümü" diye etiketlemek, "gerçekçi" ya da "düz" veya "manipule edilmiş" veya "belgesel" diye etiketlemekten daha az tartışma yaratır." (s.56-57)

"Bir fotoğrafçının eserini eleştirel olarak çözümlemenin en yaygın yöntemlerinden biri de onun sanatçının diğer fotoğraflarıyla veya başka bir fotoğrafçının veya başka sanatçıların eserleriyle karşılaştırmak ve karşıtlaştırmaktır. Karşılaştırma ve karşıtlaştırma, iki yapıt arasındaki ortak yönleri ve farklılıkları bulup çıkartmaktır." (s.58)

"Geçmişte eleştirmenler sanatçı hakkındaki yaşamöyküsel ve psikolojik bilgileri yersiz diye niteleyerek reddeder, eleştirinin kaynağı olarak yalnız sanat eserini görür ve geriye kalan her şeyi oyalanmadan ibaret sayarlardr. Oysa çoğu çağdaş eleştirmen sanat ve eleştiriye dait daha bağlamsal bir görüşe sahip ve fotoğrafın hangibağlamda üretildiği gibi gündelik çevresel koşulları dikkate alıyor.

Dışsal betimleyici bilgiyikullanıp kullanmamk bir ilinti sotunudur. neyi betimleyip neyi görmezden geleceğine karar verirken eleştirmenin göreviilintili bilgiyi ilintisizden, anlamlı ve önemliyi gereksiz ve abesten ayırmaktır. bunula birlikte eleştiri yaparken yaşamöyküsünün dozu kaçırılmamalı, sanatçı hakkındaki ilginç ayrıntılar sanat eserine bakışı bulandırmamalıdır." (s. 60-61)

"Muhtemelen yorumlamadan betimlemek, betimlemeden yorumlamak kadar imkansızdır. Elştirmen, işe bir fotoğraftaki unsurları zihinsel olarak sıralayarak başlayabilir., ama aynı zamanda bu unsurları sürekli bütün fotoğraf bağlamında da görüyor olmak zorundadır; şayet bu unsurların bir anlamı olacaksa. Fakat bütün, ancak parçaları bağlamında anlam taşıyacaktor. böylece betimleme ve yorumlama arasındaki ilişki daireseldir, bütünden parçaya; parçadan bütüne gder."
Bir eleştirmen mümkün olduğunca çok sayıda betimsel unsuru zihinsel olarak sıralama isteğinde de olsa, eleştiri yazarken bu isteğini sınırlamak, sadece resim hakkındaki görüş anlayış ve değelendirmemize katkıda bulunacak ilintili bilgileri aktarmak zorundadır. Eleştirmenler ilintililik hakkındaki tespitlerini, fotoğrafın ne ifade ettiğine dair yorumlarında yaparlar. Bitmiş bir eleştiri yazısında arka arkaya betimsel bilgi, olgu üstüne olgu okumak ve bu olguların nasıl bir anlayışa bağlandığını bilmemek herhalde çok can sıkıcı olurdu. Bu anlayış ise eleştirmenin resmi nasıl yorumladığı ve değerlendirdiğine bağlıdır. Buna karşılık bir resimde ne olduğu tam olarak aktarılmadan yorum yapmak da hata olacaktır. Bir eserdeki tüm betimsel unsurları aktarmayan (daha da kötüsü aktaramayan) bir yorum kusurludur. Benzer biçimde neyi yargıladığımızı tam olarak anlatmadan yargılamak da sorumsuz bir tutum olur." (s. 61)

"Düz bir anlayış ve gerçekçi bir tarzla çekilmiş fotoğraflar, yoruma daha çok ihtiyaç duyarlar. O kadar doğal görünürler ki, sanki kendi kendilerine çekilmişlerdir, sanki ortada bir fotoğrafçı yoktur. Bu fotoğrafların nasıl yapıldığına bakarsak, onları nesnel, bütüncül bir kayıt makinası tarafından üretilmiş gibi görebiliriz. National Geographic fotoğraflarından oluşan bir sergiye yazdığı eleştiride Andy Grundberg, bu çeşit fotoğraflar için şunları söylüyor: 'Doğallıklarının ve görünüşte zahmetsizce çekilmiş olmalarının bir sonucu olarak bizi bütüncül, bozulmamış türden bir kanıt olduklarına inandırma yeteneğine sahiptirler. Oysa hiç bir şey gerçekten daha ieri olamaz.'" (s. 66)

"Eleştiri yaparken bir fotoğrafı yorumlamak, bir başkasına yazılı ya da sözlü olarak o fotoğraftan ne anladığını, özellikle o fotoğrafın ne hakkında olduğunu söylemektir. yorumlamak fotoğrafın meselesi, anlamı, hissi, tonu ve ruh hali hakkında konuşmaktır. Eleştirmenler bir sanat eserini yorumladıklarında, bir imgede en önemli buldukları şeyi, parçaların nasıl birbirini tamamladığını, ve biçimin konuyu nasıl etkilediğini bulup anlatmaya çalışırlar." (s. 67)

Fotoğrafları yorumlamak veya onlara başka yollarla yanıt vermek, yalnızca zihinsel bir çabanın sonucu

olmamalıdır. Eleştiri üzerine çalışan bir sanat eğitimcisinin gözlediği gibi; aslında sanat eleştirisinde olay
ağırlıklı olarak, derin duygular, yalam deneyimleri ve algısal bilginin bir araya geldiği yerde bir iç görünün
çakıp sönmesine dayanıyor (S.85-86).


“Mana (meaning) ve anlam (significance) arasında bir ayrım yapılabilir. Anlam manadan daha kişiseldir.
Anlam bir fotoğrafın bizi nasıl etkilediğine veya bizim için ne demek olduğuna gönderir. Mana ise
anlamdan daha nesneldir, fotoğrafın kendinde ne olduğuna, bir çok insanın işaret edebileceği veya
herhangi bir bilgili izleyicinin açıkça anlayabileceği şeye gönderir” (S.86).


“Bir yorum ancak duyumsanabilir olup bilgiye katkıda bulunduğu sürece kabul görecektir.” (S.87)


“-Fotografik betimlemeler-le fotografik açıklamalar arasındaki fark küçüktür, yine de sürücü belgesi
üzerindeki bir kimlik fotoğrafıyla Edward Muybridge’in insan ile hayvanın nasıl farklı kategorilere
girdiğini gösteren fotoğrafları arasında yeterli derecede fark vardır.” (S.95)

“Açıklayıcı fotoğrafların çoğu, fotoğrafta görülen görsel kanıtlardan çıkartılabilecek belli bir zamana
uzama özgül konularla uğraşır. Bilimsel olarak bu fotoğralar genellikle konuyu toplumsal bir bağlama
oturtan bir bakılş açısı kullanır; genellikle öyle basılırlarki, ayrıntılar koyu tonlar arasında kaybolmaz
ve ofset baskının mürekkebiyle net bir şekilde çoğaltılabilmesi için ona göre bir kontrast aralığı tercih
ederler. Açıklayıcı fotoğralar çoğunlukla kitap, dergi ve gazetelerde yeniden üretilir.” (S.97-99)

“Tam olarak açıklayıcı kategoride yer alabilmek için bir fotoğrafın ilkesel olarak bilimsel anlamda
doğrulanabilir görsel açıklamalar sunması gerekir.” (S.104)


“Yorumsal fotoğraflarda açıklayıcı fotoğraflar gibi şeylerin nasıl olduğunu açıklamaya çalışır, ancak
bilimsel kesinlik iddiasında değildirler, ne de bilimsel sınama prosedüründen geçirilebilirler. Bilimsel
bir rapordan çok şiiri andıran kişisel ve özel yorumlardır. Genellikle kurgusaldırlar ve fotoğrafçılıkta
directorial (yönetimsel) mod denen tarza dahildir. A.D. Coleman bu modu, fotoğrafçının müdahelesi
olmadan gerçekleşmeyecek bir şeyin fotoğrafçı eliyle gerçekleştirilmesi olarak açıklar. Yönetimsel olarak
çalışan fotoğrafçılar insanları ve nesneleri merceğin önüne yerleştirir veya katılımcıları yöneterek gerçek
hayat durumlarına müdahalede bulunur ya da her ikisini bir arada yaparlar. (S.105)



“Etik açıdan değerlendirici fotoğraflar da betimleme yapar – bazıları bilimsel açıklamaya, bazıları kişisel
yorumlara yer verir – ancak en belirgin biçimde yaptıkları etik bir yargıda bulunmaktır. Toplumun belli
özelliklerini kınar ya da överler. Şeylerin nasıl olması veya olmaması gerektiğini gösterirler (S.110).


“Çıplaklar (nü) genellikle isimsizdir ve yüzleri görünmez, bazen kadın ve erkek insan bedeninin
araştırılmasından ibaret sadece gövdeler görünür. Azami estetik etki yaratmak için dikkatli bir ışıkla
aydınlatılır, pozlanır ve kompoze edilirler.” (S.114)

“Sanat ve fotoğrafın bir başka kadim konusu natürmortda ise, nesneler oldukları gibi çekilir veya daha
yaygın olarak fotoğrafçı tarafından azami estetik etkiyi yaratmak amacıyla özenle seçilir ve birlikte
düzenlenirler.” (S.119)

“Kurumsal fotoğralar kategorisi fotoğrafçılık üzerine fotoğrafları içeriyor. Bu fotoğraflar sanat ve sanat
yapmak üzerine söz söylerler; sanatın politikası, temsil biçimleri, fotoğraf ve fotoğrafçılık hakkında, başka
kurumsal meseleler hakkında yorumda bulunurlar.” (S.122)

“Bir fotoğrafı bir veya birçok kategoriye sokmak onu yorumlamaktır. Yorumlar, her zaman karşı savlara
açıktır.” (S.128-129)

“Fotoğrafı kim, ne zaman, nerede, nasıl, hangi amaçla çekti? Bu bilgiler bağlamsal bilgilerdir ve içsel
orijinal veya dışsal olabilirler. (S.131)

“Eleştirmenler fotoğrafları eleştirirken bazen – ama her zaman değil – yargıda bulunurlar. Yargıda
bulunduklarında genellikle fotoğrafı över, bazen de yererler. Değerlendirme ve yargı sözcükleri burada eş anlamlıdır. Eleştirmenler bir sanat eserini değerlendirirken ölçüp biçen ifadeler kullanır, eserin ne kadar
iyi veya kötü olduğunu belirlerler.” (s.159)

“Bir yargı bir nedene ihtiyaç duyar. Yorumlar gibi yargılarında bir mantığı vardır. Nedensiz yargılar
pek fayda sağlamazlar. Nedenlerini vermeden bir şeyin iyi veya kötü, orijinal ya da göz alıcı olduğunu
söylemek sadece bir sonuç sunmaktır ve bu sonuç ne kadar iyi düşünülmüş ve iyi kurulmuş olsa da,
ardındaki sebepler açıklanmadan pek bir anlam taşımayacaktır.” (S.161)

“Eleştirmenler fotoğrafları çok değişik ölçütlere göre yargılarlar bunlardan çoğu, yaygın sanat
kuramlarından türetilmiş akımlar içinde gruplandırılabilir: gerçekçilik, dışavurumculuk, biçimcilik ve
enstrümantalizm.”(S.166)

“Eleştirmenlerin aynı eser hakkındaki değerlendirmelerinde nasıl farklılaştıklarını görmek, eleştiriyi ilginç
ve aydınlatıcı kılan özelliklerinden biridir.” (S.177)

“Yargı öncelikle yorumu gerektirir ve yorumda betimlemeyi. Bir fotoğrafı yargılamadan önce onun
hakkında – umulurki ikan edici, sağlam bir anlayışımız – olması gerekir. Fakat bu yargılama süreci
başlangıç noktasını oluşturamaz demek değildir.” (S.191)

“Max Kozloff şöyle diyor: fotoğraf, iki boyutlu yüzeyiyle, bir zaman gerçekleşmiş belli bazı dışsal
manevraların hareketsiz düzeltilmiş ışık izidir.”   (S.197)                                                                                                                                                                                            

Gez-Gör Dünyayı Ey Ruhum...

Gezegen havalarda ruhum bu aralar..
Nerelere taşısam tatmin olmuyor sanki..

Geride bıraktığımız hafta sonu... Yine bir fotoğraf çekim gezisine attık kendimizi. Mezunlar Derneğinin etkinliği idi bu defaki Afsad'dan ziyade..
Geçen sene biz gidememiştik denk gelmemişti ya havalar ya programlar, bari bu yılkine katılalım dedik cumartesi günü saat tamı tamına 8:30 da hareket ettik karadenize doğru.
Hedef Amasra...
Burası da daha önce görmediklerimden..
benim zaten öyle çok yer görmüşlüğüm de yok. Şartlar öyle gerektirmiş idi vakt-i zamanında
Şimdilerde telafi etmeye çalışmaktayım elden gelip, imkanlar elverdiğince eksiklerimi.
Amasra'yı sevdim mi?
Evet sevdim..
Sarıp sarmalayan bir yanı var insanı...
Çok yazık ki kentleşme içler acısı, binaları çok çirkin, otantik havada evler tek tük, onlar da son derece bakımsız
oysa o nefis doğa düzgün bir mimari, ile birleştirilmiş olsa
eski doku korunabilmiş olsa
çok çok daha hoş olurmuş... Olamamış , yazık olmuş..
Ama yine de sıcak bir hali var
her ne kadar çok kısıtlı sürede çok detay tanıyıp öğrenme şansım olamadıysa da
ilk intibaa önemlidir ya genelde.
Kuytuda bir pansiyon bulduk
huzur yüklüydü adeta
dedik ki yaza bir hafta sonu kaçalım illa ki buraya...

bu da bir klasik oldu hoş ya
nereye girsek birlikte
"buraya yine gelelim, buraya kesin gelelim"
ben artık gittiğimiz mekanları yeniden gidilesi yapanın birlikte gidinler olduğuna tam olarak inandım..
yanında sana huzur verenlerin var ise
her yer
"yeniden gidilesi"
bu kesin...

Amasra'da geçirip geceyi, ertesi gün Çakraz'a geçtik
ve programa dahil olmadsa da biraz güzergâh değiştirip Safranbolu'ya uğrayıp döndük Ankara'ya..
Anlatacak anı tonla
Ama anlatasım mı yok
kelimeler mi kifayetsiz bilemedim ya
sözü objektifime devredeyim istiyorum bu defa.....

208634_10150104921974229_688049228_5693406_7891280_n

207354_10150104915439229_688049228_5693317_480017_n

217261_10150104912394229_688049228_5693270_2753052_n

221985_10150104919079229_688049228_5693369_5486562_n

217481_10150104917289229_688049228_5693342_2062777_n

205506_10150104918559229_688049228_5693365_6223017_n

205582_10150104920279229_688049228_5693382_6990595_n

207058_10150104923204229_688049228_5693422_3662418_n

208514_10150104923754229_688049228_5693428_7188338_n

15 Nisan 2011 Cuma

Postayla Gelen....

2011_04_14

kimileri
kimi zamanlarda
sen söylemesen de
bilirler
ve gelip
yüreğine dokunuverirler
muhteşem DUYGUlarla dolduruverirler içini...

bin teşekkür yürekyarıma......

IMG_8639

13 Nisan 2011 Çarşamba

Burda Bir Havuz var!!!!

Şiddeti minicik bebecikken öğrendik biz... Bize sığınanı katletmek daha kendimizi bilmezken öğretildi bize...



Havuzlar yaptılar avuç içlerimize, “burada bir havuz var” dediler...



Havuz kenarlarına, su içmeye, yıkanmaya kuşlar konar diye..



Kendi içimizde ayrımcılığı daha minicik bebecikken bellettiler bize... Havuzumuza sığınan mağdur kuşa saldırttılar –baş- parmağımızı “tutmuş” dediler... İşaret parmağımıza –en çok kullandığımıza, kendimizi dışa yansıttığımıza– en vahşisini yüklediler eylemlerin “bu kesmiş” dediler...

Pişirmek düştü en uzun orta parmağa göze batarsan eğer sivrilirsen angarya yük sana yıkılır demek istediler, bunu itelediler körpecik bilinçaltlarımıza... Yüzük parmağına “yemek” düştü düşe düşe... Evlilik yüzüğünü taşıyan parmağın görevi... “yemek” ! Evlenene kadardı ya bütün çaba... Evlenince hazır lop olmalıydı her şey iki tarafa da... Daya sırtını diğerine ye babam ye...Armut piş, ağzıma düş misal... pişen kuşu yedirdiler yüzük parmağına

-ve şimdilerde şaşıp kalıyorlar yürümeyen evliliklere-

Sonuçta okuldan getirdiler küçük küçücük olanı.. Ne bir eylem vardı ona kalan ne de yemek bir lokma...

“hani bana – hani bana” diyebildi anca... Ne de olsa küçücüktü ya...

Daha minicik bebecikken öğrendik biz

mağduru kesmeyi / küçüğü ezmeyi

kendimizi bilmezden evvel bildik şiddeti...



E peki ben şimdi

-kimileri- şiddetle halletmeye kalkınca her işlerini

Neden hâlâ bunca şaşırıyorum ki?...


IMG_6716



Hadi aç bakalım avucunu şimdi...

Havuz yapalım

--burada bir havuuuuz vaaar

Şuraya kuş konmuşşş

Bu bayat ekmekleri briktirmiiiiiş

Bu mutfaktan biriken ekmekleri getirmiiiiiiiiiiş

Bu ufalamıııışşş

Bu serpmiiiişşş

Bu da okuldan gelince

Aaaa ne güzel bir kuşumuz vaaaaaaaaar

Demiş.................

12 Nisan 2011 Salı

-ÖZ-eleştiri

Usuldan sona yaklaştık "Portre Atölyesi"nde
Neler oldu; neler öğrendim, neyi anladım bu süre zarfında..?
Çok şey...
Portreye dair çok şey öğrendim gerçekten de.. Her çektiğimiz insan fotoğrafına portre demiyoruz mesela artık... An fotoğrafı mıdır?, Kurgulanmış portre midir? Bizimle iletişebilmekte midir kare? Şudur, Budur
bin türlü şey
Genişleyen bir ufuk...

Kendi adıma konuşacak olursam
biraz hayal kırıklığı benim için...
Kendimden daha fazla mı başarı beklemiştim bu konuda acaba?
Belki de...
Çok sevdiğim bir konu, atölyesine katılmayı en çok benim istediğim bir konu, başkalarının çekilmiş karelerini izlerken bana en çok zevk veren konulardan...
Ama ben becerebildim mi?
Hayır...
Olmadı
Ben istediğim, arzu ettiğim "evet ben bu işi çaba ile başarırım" diyebileceğim bir noktaya gelebildim mi?
Gelemedim...
Bu konuda yapabileceğim sınırlı demek ki...

Hayata baktığımız açıyla son derece yakından ilintili bu aslında... Ben -biraz da az görmenin de bana armağanı olsa gerek- insan yüzlerini, mimiklerini, hareketlerini  inceleyebilen bir karakter olmadım hiç...
Portre çalışmaya başladıktan sonra farkettim ki çok uzaktım insanın doğal doğasına
kendi yarattığım kabuğumdaymışım aslında..
hal böyle olunca bir doğallık yansıtamadım çektiğim karelerde... Bakıyorum her birinde bir yapaylık, beni tatmin etmeyen bir iticilik var...
Modellerime değil asla lafım
her biri tek tek çok özel ve çok özverili çalıştılar benimle, katiyen haklarını yiyemem.. ben yakalayamadım sadece yakalamak istediklerimi..
Beğendiğim portre sanatçılarının kadrajlarında beni sürükleyen o ahengi..
Yakalayamadım..
Arada çıktıysa güzel denebilecek kareler modellerimin başarısı o, bana ait bir başarı değil kesinlikle...  teşekkürler bu vesileyle yeniden her birine :)
yakalamayı arzu ettiğim ahengi tutturamadım işte portrede özetle
Hani ille de yakalayabilmek şart değil elbette..
Ben kurgu yapmalı yada olmadık yerlerde olmadık konuların detaylarına girmeliyim daha çok galiba..
Geriye dönüp bir seneyi aşkın süredir yaptığım fotoğraf çalışmalarıma baktığımda başarılı olmaya aday olabilecek karelerin o mevzulara ait olduklarını fark edebiliyorum...

Zaman işte
her konuda olduğu gibi bu konuda da
zaman...
insan zamanla tanıyor kendini..
zamanla buluyor..
kendini ifade etmeyi hangi yöntemlerle becerebileceğini..

Ha pişman mısın derse biri
asla derim elbette

çok şey öğrendim
güzel dostluklar edindim
yeri geldi ağladım üzüldüm, yeri geldi güldüm..
bu sayede kapadokyayı gördüm..
çok yakın hissettiğim, başarırım zannettiğim bir konuya o kadar yakın olmadığımı ve başarılı olma şansımın yüksek olmadığını  fark ettim.
yani kendimi bir konuda daha keşfettim...
kendi kendine yolculuğu hiç bitmiyor ki insanoğlunun ....
ölene değin sürecek bir yol bu..
ne dönemeçler, ne bariyerler,  neler neler çıkacak kimbilir karşıma  daha...
Bu gerçeği bir kez daha anımsadım...

Daha bitmeden atölye bitmiş gibi yazdım ama... Anlayacağını anlayınca insan.. Uzatmayı da sevmem
Kesinleşmiş bir durum tesbiti var ortada
ben de sözcüğe döktüm işte
tezcanlıyım ya
bekleyemem ki hadi sonu gelsin diye...

Hiçbir  kare dahi çıkaramamış olsam da kazandıklarım kâr kalırdı yanıma...
Ve giriştiğim bir işi ortada bırakmayı sevmediğimden hiç kare çıkartamadım da değil hani, kataloğu da sergiyi de kurtardım sayılabilir.. -şükür ki ...-
Arzu ettiğimce değilse de, alnımın akıyla .. çabayla. özveriyle, bir çok şeyden kısılıp artırılan vakitle...
"adım hıdır elimden gelen budur" kıvamında :))

bana sabır gösterip özveriyle modellik yapan sevgili dostlarımdan bir kolaj yapayım istedim bu posta da
Olduğu kadarıyla :))))) (kendim de  dahilim buna, az otoportre eziyeti yapmadım kendime de laf aramızda :)))))

modellerim

uğurlar ola vazgeçenlerime...

Canın cehenneme demek istedim bugün yine birisine Lodos,
Avaz avaz bağırarak hem de... Ben hâlâ, ben ısrarla iyi niyet ararken yaklaşımlarında... sen ne zavallı kadir kıymet bilmez, insanlıktan anlamaz bir modelmişsin diye çığlık çığlığa haykırmak geldi içimden bugün..
Yine mi?
diyen sesini duyar gibiyim lodos
yine
evet yine...
hep olacak o zaman diyorsun işte
hep öyle dedin
sen akıllanmazsın dedin...
Akıllanmam...
Akıllanmayacağım Lodos...
İnsanlara değer vermeye devam edeceğim, çnkü Lodos, biliyorum ki onlara değer vermekten vazgeçtiğim nokta kendimden de vazgeçtiğim nokta olacaktır benim...
ben buyum işte
bu eldeki malzeme
ne bir eksik ne bir fazla
olup olacağım bu
Senin de bastım damarına bu gün biliyorum, kasıtlı değildi bu defaki, sadelikle anlatıverdim senin kızacağın şeyleri sana
kızacağını hesaba katmadan
nice sonra dedim kendi kendime
"iyi de kadın, bu delirtmiştir onu neden yaptın ki"
diye
geçmiş ola tabi..
yok lodos darılırsan darıl
küsersen küs
gidersen git

yok yok
bu akşam sana bile tahammülüm yok bilesin...
hem zaten
konumuz sen değilsin şimdi...
"canın cehenneme" diyesim var birine...
"İ.S." olarak anmayı düşünmekteyim bundan sonra kendisini
 yani: "iyiniyet suistimalcisi"
bak ne yakıştı bünyesine
biçilmiş kaftan gibi oturdu sıfat üzerine
bu kadar olur pes

bir sürü küfür sallayasım var ardan edepten uzak, gün yüzü görmemiş okkalı küfürler..
susuyorsam çekindiğimden, kibarlığımdan falan değil
değmez aslında onca değer verilmeye de "canını cehennemde görmekten huzur duyacağım" zat-ı şahane!!!!!!! ondan susmalarım, yoksa ağzımı korkak alıştırmam edesim geldi mi sallar geçerim küfürü bilirsin lodos...

yok yok lodos
bende var bir hata
yanlış yapıyorum bir yerlerde bir şeyleri de
çözemiyorum ne hikmetse

özetle lodos
ben vazgeçmeyeceğim sonuçta insan biriktirmekten, hayatımdan gitmeyi tercih edenleri kendi tercihleriyle başbaşa bırakıp seçimlerine saygı duyarak
-her tercih bir vazgeçiş" işte...
güle güle benden vazgeçenlere....
uğurlar ola..............



şarkı dinlemeli biraz
candan erçetin mesela
kırık kalpler durağında inecek varsa misal..
olamaz mı
olur bal gibi
hele konu kırılmaya programlı bir kalpse.. pek uygun da olur hatta

kırık kalpler sokağına gözatmak için bir tık buraya....

kırık kalpler

11 Nisan 2011 Pazartesi

"Cıva Sanrıları" - Dominic Smith

IMG_8526k


"Meyve imparatorluğunun kraliçsi kesinlikle eriktir: tuhaf, ağız sulandırıcı ve kurnaz.
Ama elma, ilk günahı, gözden düşmeyi, suç işlemeyi simgeliyor.
Evet de, erik de baştan çıkarmayı ve şehveti simgeliyor.." (s. 20)

"Uyanan çiçekler, renklerinin enerjisiyle, gökyüzünün mavisini gölgede bırakma arzusuyla yanıp tutuşur ve sıcaklık kokuları görünür hale getirerek, duman gibi yükselmelerini ve yıldızlara erişmelerini sağlar." (s. 20)

"... acılarını, cilalanmış, pirinç kadar törpülenmiş ve sessizce içlerinde taşıdırlar." (s. 55)

"Gümüş sırlı aynasının önünde dururken, insanın yansımasının, fotoğrafçılığın geçmişi olup olmadığını merak etti. Ne de olsa dagerreyotipler, hafızası olan aynalardı. Bulunuşundan önce, insanlar sakin göllere, cam tabaklara ve aynalara bakarak hayranlıkla kendilerini seyrediyordu. Şimdi kendilerini kusurları asitle giderilmiş, parlak gözleri gelecekte resimlerine bakacak kişiyi - örneğin, tavan arasındaki torunu, üzgün bir dulu - aydınlatacak şeklde, fotoğrafın durdurduğu zamanda hayal ediyorlardı. Bir an için, kendi ölümlülüklerinin ve insan hayatının kalıntılarının etkisinde kalıyorlar, müstakbel ölülerine, cıva damlasında beliren hayale karşı bir şefkat hissediyorlardı" (s. 56)

"Merak ediyorum, acaba ölüler, yaşayanlardan daha mı kibirli?" (s. 61)

"Hiç kimse, sonun hışmına karşı güvende değildir" (s. 68)

"Mavinin sonsuz sayıda tonu var, ama yalnızca bir tane ana mavi vardır. Kuşkusuz gerçek konusunda da durum farklı değildir." (s. 99)

"Fotoğrafçılığa ilk adımlar, kazara atılmıştı. Louis yıllarca kamera obskürasını kullanmış, Paris ışığıının opaklığını ölçmüş, gerçeği cansız kumaş parçasına aktarmaya çalışmıştı. Şimdi aklına gelen şey, bir vizyondaymış gibi, doğanın yalnızca güneş ışığı kullanarak kendisini çizebileceği; doğru mağaravari açıklık - çocukluğunda yatak odasının penceresi gibi ya da Diyorama'nın yuvarlak, kubbeli yapısı ve ışık çıtaları gibi - ve doğru alıcı malzemesi sağlandığı takdirde, ışığın bir manzarayı sonsuza dek yüceltebileceği düşüncesiydi. Işığın sırrı şuydu: Beraberinde görüntü taşıyordu. Işık, güneşin helyumlu bulanıklığından kurtulduktan sonra aşağıya akıp, yoluna çıkan her şeyi (bulutların beyine benzeyen silüetlerini, uçan kuşların  eksenini, kubbeli çatıları, asimetrik gövdeli ağaçları, elini havaya kaldırmış adamı) ortaya çıkarıyordu. Gölgeleri resmetmekle kalmıyor, göremediğimiz cismani dünyanın berrak planını çıkarıyordu. Doğru alıcıyı bulduğunuz takdirde, çizimi doğa yapacaktı." (s. 154)

"Şairler yalnızlıktan ölür; geri kalanımız koleradan ve yaşlılıktan" (s. 217)

"- Işık ve kompozisyon karşılıklı olarak dengelenince fotoğrafı çekeceğim. buna aynı zamanda öpücük diyoruz.
- Öpücük mü?
- Işığın objeyi, doğasının gerektirdiği şekilde öptüğü an.
-Ne felsefe!

Louis'in sabrı taşmaya başlamıştı.
-Sevgili kızım, güneş ışığıyla aşk arasında koparılamayacak bir bağ olduğunu algılayamayacak kadar çarpık mı düşünüyorsun? Öpücüklerin doğada olmadığını mı sanıyorsun? şafak sökerken bir gölün üzerindeki ışığın en tatlı sevişme şekli olduğuna inanmıyor musun?" (s. 220)

"-Madam, aşk, kağıt oyununda partner seçmeye benzemez
dedi Louis.
- Kendi kuralları vardır. Bizim görevimiz yalnızca onun sesini takip etmektir.
...
-Galiba haklı anne
dedi Chloe.
- Aşkı biz seçmiyoruz, o bizi seçiyor." (s. 301)

" Nasıl biri olabileceğimi gördü. Kendimde sevmek istediğim şeyleri sevdi; görmüş geçirmiş bir kadın, iyileştirilebilen birisi; tutkulu zarafet arayıp da onun yerine gurur bulan bir kadın. Gurur, içeriden kilitlenen bir ev gibidir." (s. 331)

"Nostaljiyi tedavi etmek imkânsız diye düşündü. Kısa bir süre, hâlâ hayatta olmanın getirdiği cüretle, doğanın gizli mekanizmasını, yaprakla gövdeye, tohumla ana köke dokunan gizli mimarisini bulmaya çalışmıştı. fakat ne zaman fotoğrafını çekeceği bir obje bulsa, şeklini değil, parıltısını yakalıyordu." (s. 338)

9 Nisan 2011 Cumartesi

EN ÖZLEDİĞİM....

IMG_8399



Ve en çok seni özledim ben.

Karşı komşunun sokağa çıkacağı zamanı beklemeni.

Her teyzeyi annen gibi sevmeni.

Sanki ayıpmış gibi kimselere söylememeni.

Ve o bisikleti ilk gördüğünde koşuşunu.

Yağmurlu bir günde annenin elinden yediğin ekmeği.

Islanan sokaklara bakıp duygulanmanı.

Yaz akşamlarında oturduğun kaldırımı.Seni bir kez daha görmek isterdim…

hiç konuşmadan..

kısa pantolonlu siyah beyaz halini..

bir lokma boyunu..

diz çöküp yere sımsıkı…ama çok sıkı

sarılmak sana..

gözyaşlarımı omuzlarına bırakıp gitmek istiyorum şimdi

sana kim olduğumu söylemeden…arkama bakmadan

ağladığımı sana göstermeden

seni çok özledim

ama çok özledim

ÇOCUKLUĞUM ! !


Ceyhun Yılmaz

8 Nisan 2011 Cuma

Yalnızlık Nasıl Çöker Senin Kentine?

Bu Kente Yalnızlık Çöktüğü Zaman (tıkla kırmızıya gelsin ruhuma dokunan notalar)

Yalnızlık nedir Lodos? Nedir yalnızlık... Bir başınalıkla aynı mıdır? Yoksa en çok kalabalık içindeyken -çok başınayken yani- mi yalnız hisseder insan?
Senin kentine çöktüğünde yalnızlık, o zamanlar ne oluyor sence Lodos?
Ben yorgunum bu ara Lodos
Senin ılık esintine yüzümü dönesim dahi yok diyeyim ben
sen anla....
oysa bilirsin ki senin bunca önemli oluşun hayatımda
-diğerleri gibi-
alacağını aldıktan sonra arkanı dönüp gitmediğindendir... Bundan alacağımı aldım, bu gitsin öteki gelsin demediğinden... alacak bir şey peşine düşmediğindendir...
ama ben Lodos
senin esintine bile sırtımı döndüm işte

P1560339

kapımı kapatamadım hiç dış dünyaya bilirsin..
-hoş onu da öğreneceğim günü gelince Lodos, söz, sen öğretecektin ya, hatırladın değil mi...?"
şimdilik sırtımı döndüm işte, bir yerden başlamak gerekli nihayetinde...
"senin ılık esintine bile..."
yorgunum Lodos..
ben dedim
sen anladın işte


öyle...

4 Nisan 2011 Pazartesi

Evvel Zaman İçinde

IMG_8117
Bir varmış Bir Yokmuş
Develer tellal Pireler berber İken
Ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken
Bir sürü peri varmış bir diyarda...
üzüm yetiştirir, şarap içer
Taştan evlerinde yaşaaaar giderlermiş huzurla, mutlulukla...........


Millet nerelerden geliyor görmeye bu muhteşem mekanı...
km.lerce ve hatta deniz aşırı yol yapanlar var sırf görmek için..
ve benim burnumun dibi
ve bunca yıldır gidip de görmüşlüğüm yoktu

Kapadokya sözünü ettiğim mekan...

IMG_8139.CR2
Boşuna "peri" bacası dememişler o kaya oluşumlarına

IMG_8096.CR2

Periler diyarı gibi...
Büyüleyici
Çok memnunum gidip görme şansım olabildiğim için...

IMG_8052.CR2

Portre atölyemizin bir gezisi idi bu..
Tuğrul Hoca'nın önderliğinde
ama en çok Atakan'ın çabası, özverisi ve koşturmacası ile...
Ben de -daha ufak çapta olsa da- hep koşturduğumdan organizasyon işlerinin peşinde, bilirim pek zordur... Üstüne üstlük mutlaka şikayet edenler çıkar.
Ama bu gezide şikayet edeni duymadım ben.. Belki oldu da bize yansımadı bilemiyorum
ama olduysa da etrafa yansımaması bile bir başarı bence...
Buradan bir kez daha tüm katılan dostlara ve organizasyonda emeği geçenlere teşekkürlerimle...

IMG_8003.CR2

Ben büyülendim
Bu şarap diyarına
Kuvvetle muhtemel gitmek çekecek canım bunun sonrasında her vesileyle...