29 Mayıs 2012 Salı

Fotoğraf"çılığa" içerden bakınca.....

tamamen şahsi bir gözlemim olarak söylüyorum ki; Türk insanının dikkat çekici bir tarafı var bence... Başkalarının yaptıkları ile olması gerekenin üzerinde ilgilenmeleri, yapılan işleri negatif bakış açısından bakarak dibine kadar irdelemeleri bu sözünü ettiğim taraf.

İçine kendi çapımda girmeye çalıştıkça fark ettim ki bu durum fotoğraf camiasında da farklı değil. İnsanların çoğunluğu yaptıkları işle anılmanın -anılabilmenin- o kadar da peşinde değilken (elbette bunun tamamen aksi istikamette yoluna devam eden isimler var.. olmaz mı, Onları tenzih ediyorum, ki zaten onlar kendilerini bildiklerinden üstlerine alınmazlar ;)) başkalarının yaptıklarını yerme, yerden yere vurma derdindeler. "Eleştiri derdindeler" demiyorum, dikkat çekerim, o tamamen farklı ve olmazsa olmaz bir konu, biliyorum. Sözünü ettiğim bildiğiniz yerme, hatta bazı zamanlar vardığı boyut çamur atma..

Örnekse:

"İş mi onun yaptığı... süsle püsle güzel kadınları koy stüdyoya çek.. herkes yapar onu hadi bir eylem çeksin... bir aksiyon da görelim .. çıkaracaksın stüdyosundan gerçek dünyaya görecek gününü"

ya da

"sümüklü çocuk çek çek nereye kadar, duygu sömürüsünden başka bir şey değil, fakir insanı çekmek kolay tabi ağzı var dili yok.. git kenar mahallelere çek dur.. bir kompozisyon mu yaratmış ortam ışık hazırlığı mı yapmış.. bir kaç soru soracaksın ışık yansımasıyla falan ilgili kalacak  bodong diye oh olacak"

ya da

"iphonography de neyin nesi oluyormuş ki.. zengin burjuva özentilerinin yeni oyuncağı... iki teknik terimim,ile alaşağı ediveririm şaftı kayar o şımarıkların"

ya da

"lomography mi.... Hıh...
marka adı kullanarak fotoğrafçı mı olunur nikonography diyor muyum ben... şimdi bir yazı yayımlarım yerden yere vururum bunları şaaaap diye şapa otursunlar da alsınlar boylarının ölçüsünü"

ya da

"Photoshopla çektikleri beş para etmez fotoğrafları makyajlayıp makyajlayıp insanları kandırmaktan başka napıyo ki bunlar, analog çekip karanlık odaya bi girsinler de görelim boylarının ölçüsünü... hey gidiiii..."

ya da

"takmış film de film, teknoloji özürlüyüm kafam basmıyor demiyor da... analog makinaymış, yok gelecek analogdaymış.. hııı tabi tabi.. ben salağım demek zor tabi.."

ya da

"doğummuş... düğünmüş... millet evleniyo doğuruyo, bu da kendine rant kapısı açmış kasılıyor.. fotoğrafın da adını kirletiyor.. rezillik.. tadı kalmadı hiçbir şeyin"

ya da

ya da

diye uzaaaaaaar gider bu liste...

Benim bu yergi takıntılı yurdum insanına hep sorasım geliyor...
"yahu tamam, bozdun, lafı soktun, şapa oturttun, geçirdin, bodong diye kaldı, söyleyecek laf bırakmadın.. Aferin...
de
 Sen ne yaptın bu arada?
yaptıklarını ne kadar tanıttın?
ne yapıyorsun?
karşındakini bozmaktan eline ne geçti, ne kazandın?
onu bunu kenara bırakıp kendini yaptığın işle öne çıkarmayı denesen? Başkalarını karalayarak kendini sütten çıkma ak kaşık yapma çabası da neyin nesi?..

öyle ya da böyle
iyi ya da kötü
sen beğenebilirsin ya da beğenmeyebilir.. onaylarsın ya da çok karşısındır..
hayat denen şey de tam böyle bir şey değil mi aslında? Herkes her konuda aynı şeyler için iyi aynı şeyler kötü dese.. herkes aynı şeylerin peşinden gitse "sanat" diye bir şey var olabilir miydi ki?
beğenmiyorsun
tamam
tarzın değil
eyvallah
zaten yapan da herkes olduğu gibi kabullenip beğensin diye yapmıyor ki.. senin çok değer verdiğin bir çalışmayı da o beğenmeyecek belki
olamaz mı?
bana kalırsa burada dikkat çekici olan o kişiler, senin bakış açının birebir zıttı da olsa
bir şeyler üretiyor, çaba, emek, zaman veriyor o işe..
sevdikleri, iyi hissettikleri bir hobinin ya da ihtiyaçları olan parayı kazanabilecekleri bir ekmek kapısının ardından gidiyorlar..
takdir edip beğenip alkışlamak zorunda değilsin elbette..
kabullenmek zorunda da değilsin şüphesiz
ama çok yanlış olduklarını dahi düşünüyorsan da dırdırdırdır arkalarından atıp tutacağına.. yap bakalım doğrusunu, koy ortaya de ki "bakın bu işin böyle yapılması da var"
öylelikle ispatla çok haklıysan haklılığını..

Laf ile peynir gemisi yürütmeye bunca debelenen bir başka toplum daha var mıdır acaba diye merak ediyorum sık sık...

Hep söyledikleriyle var oluyor adam oluyor insanlar, oysa yaptıklarıyla akılda kalabilenleri özlüyorum ben.. yaptıklarıyla yaşadığı zaman zarfında kendine "güzel insan" dedirtebilenleri...
heyhat
kalmadı ki onlardan pek fazla...
onlardan sandıkları da çoğu zaman eline patlıyor insanın ya... neyse... başka mevzu o da.

birbirimizin canını yakmaya harcadığımız zaman ve enerjinin yarısını gerçekten adamakıllı bir şeyler üretmeye harcasak....
ohooooooo ihya olurdu bu ülke..
Bence....


ben ne mi yapıyorum?

yöntemleri, yolları, akımları bakış açılarını izleyip tanımaya gayret ediyorum
hoşuma gideni izlemeye devam edip
gitmeyenle yolarımı ayırıyorum

ama en çok

kimi zaman

çekerek


kimi zaman

çektirerek




bu işten "zevk" alıyorum...
tadına varıyorum...


Bir fıkra geldi aklıma tüm bunları yazınca..
onu paylaşarak koyayım noktayı bu yazıya..
laf nereye giderse artık
Anlayana.......


" Adamın biri ölür ve cehenneme gider, şöyle bir bakar her ülkenin cehennem çukuru var. Her çukur ağzına kadar dışkı ile dolu, içinde de o ülkenin cehenemmlik insanları Her çukurun başında bir tane Zebani çukurdan tırmanarak çıkmak isteyenlerin başına vurur ve geri çukura düşürür. Biraz daha ilerlediğinde bir çukur dikkatini çeker,  Zebanisi yoktur. Hemen oradaki Zebanilerin birine “Burada niye Zebani yok” diye sorar. Cevap ilginçtir, “Haa o mu Türkiyenin çukuru o Zebaniye gerek yok, orada birisi biraz çabalayıp yukarıya çıkmak istese paçasından tutarak aşağıya geri çekiyorlar zaten” der."

YPS *açıklama metin sonunda :))

Yine Yazgüneşini Pazartesi'ye yorgun başlatan bir hafta sonu idi geride kalan.. Pazartesi sendromu değil de Pazartesi yorgunluğu oluyor böyle koşturmacalı geçen hafta sonlarının akabinde yaşadığım..

Cuma akşam iş çıkışı Büü'nün candostu, nikah şahidi, benim de Büü'yü tanımadan evvelinden dostum ve hatta büyük ölçüde Büü ile tanışmamıza vesile Sinan ve tatlı eşi Özlem'e 1. kızları Gamze'nin ardından gelen 2. kızları Zeynep Hanım'ı güle güle büyütün ziyaretine
Çekim yaptım gitmişken..




Pek ciddiye almıyor konuyu bilmeyenler ama fotoğraf çekimi yapmak hem bedenen hem zihnen yoran bir şey insanı..
Yorulmaktan şikayetçi elbette değilim, ben zevkle çektim her fırsatta çekerim bu nefis aileyi..
o ayrı


ama biraz sersemledim tabi uzun süre vizöre bakmaktan kaynaklı


cumartesi sabah erken sayılabilecek bir saatte kalkıp Defnoşu toparlayıp anneme kahvaltıya gittik ana kız
Alel acele yedim dooooğru Kızılay'a.. Güneş baskı için düzenleyip dijital olarak yolladığımız fotoların negatif filme dönüşmüş hallerini teslim almak için.
Filmleri aldım Kızılay'a gitmeyeli öyle uzun olmış ki bakındım azıcık her sefer gidişimde bir sürü değişiklik olmuş oluyor... Kızılay'a her gidişimde de nostalji yapıyorum, lise üniversite yıllarımdan falan bir anı mutlaka gelip buluyor beni bir sebeple..
neyse başka konu bu uzatmayım lafı..
Kızılay'dan Afsad'a yürüdüm.. Ayşe ve Serpil güneş baskı çalışacaklardı ve yine Serpil ve Yeşim'in de katılımcısı oldukları "Lomography Sergisi" açılışı olacaktı. Kızlar güneş baskı çalışırken Yeşim ve ben Tunalı'ya yürüdük, Yeşim kuaföre gidecekti ben de gittim gitmişken fönlendim, açılış için cips falan aldık geri Afsad'a döndük Büü işten çıkmıştı bu arada geldi beni aldı anneme gittik yemek yedik Defnoşu aldık eve uğradık üstümüzü değiştik açılışa gittik...

Çok hoş kareler vardı Ayşe de lomolandı artık onun da bir lomosu var balık gözlü çoook sevimli :) Darısı başıma :))
Açılış çıkışında Kirpi Bar'a gidip oturuduk Yeşim Serpil Ayşe İlker ben Büü Defne. Murat sadece açılışa gelebildi hem de Yeşim'e söz vermiş olduğu mojito'yu da yapmış olarak.. Çok nefis jestti doğrusu... Defnoş uyuyakalınca Büü kıyamadı kızına eve gittiler baba-kız zira ertesi gün Defnoş için hayli heyecanlı olacaktı...

Fotoğraf: Kirpi Bar'ın sosyal paylaşım sitesi sayfasından alınmıştır...


Pazar sabah yine erkenden kalktık
Çünkü biriciğimizin "Okuma Bayramı" günü idi. süsledik cimcimeyi anneme gittik kahvaltı hazırladı bize onu da alıp Botaş salonuna.. Gösterileri oradaydı...


Ne şirin bu çocuk kısmısı
ama inanılmaz gürültücü
valla sabır diledim öğretmenlerine
her sefer dilediğim bu gibi bu defa yine...
Bir heyecan pür heyecan sergilediler gösterilerini üstün performansla bizim ufaklıklar...





Türkü çalıştırmıştı bir arkadaşlarını annesi bizim cimcozları
Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa
diye başlayıp devam eden Kars türküsünde soloya çıktı benim kızım... Bayrak açıp tuttular OzanDeniz le beraber
pek havalıydı



"okuyorum, yazyorum" belgesini de kaptı tabi..
burkuldu bu belge töreninden sonra baktım ağlıyor
dedim kızım "ne oldu?"
meğer kreşteki gibi her yıl öğretmeni değişecek zannediyormuş öğretmenini göremeyecek diyeymiş o ağlayış... bu devir için fazla duygusal bir çocuk sanırım....


Gösteri sonrası yine Botaş'ın Yapracıkta sosyal tesisi varmış oraya gittik yemeğe.. çocuklar oynayacaktı açık alanda ama hava pek müsaade etmedi
yine de hayli eğlendiler..




Orada o kadar çayır çimen ağaç görünce ben de dayanamayıp çektim bir iki kare...


Vişnelik geleneksel bahar şenliği devam etmekte idi bu arada vişnelikte Özlem ve Oytun ile haberleşip onlarla orada bulup şenliğe iştirak ettik
3 yıldır gitmekteyiz bu şenliğe ilkinde bizim 3. kur sergimizi açılışı olmuştu zaten
3 sene olmuş vay be...


Bir ara bizim Amelie'yi şebek gibi ağacın en tepesinde görünce çocukluğum geldi aklıma
her geçen gün kendimden daha fazla izler buluyorum bu kızda



Özetle ben evin yolunu bulamadım gene bütün hafa sonu boyunca...

Sonuç?

* Yorgun Pazartesi Sendromu (başlıktaki YPS'nin açılımı)
hem de yağışlı ve kasvetli hava tarafından ağırlaştırılmış olarak....




25 Mayıs 2012 Cuma

Bir sevda Masalı...



Kitaplarla tanışıklığım çok erken başlamış olmalı... "başlamış olmalı" diyorum, çünkü ne zaman ve nasıl başladığına dair bir anı yok belleğimde.. belleğimi kurcaladığım vakit -ki 2 yaşıma kadar inebiliyorum inanmak zor gelse de.. çok ufak anı kırıntıları olsalar da var 2 yaş anı hatıralarım halâ kıyıda köşede- kitapsız bir dönem anımsayamıyorum. yani hayatımda kitap hep olagelmiş özetle... Okumayı bilmediğim dönemde bile.
çok taze duran bir hatıram var mesela. 4 hadi bilemediniz 5 yaşlarında olmalıyım en fazla.. annem alış-verişe çıkacak ve ben babaannemle evdeyim ve hastayım; çocukluğumda canıma okuyan o berbat anjinlerden birisi yapışmışken yakama, soruyor annem, "gelirken bir şey getireyim mi sana? ne istersin?" "kitap getir" diyorum. Renkli resimli çocuk kitaplarından değil, çizimli kitaplardan. O zamanlar vardı bilmem halâ var mıdır? Daha çok ergen çocuk kitapları öyle olurdu. Genelde yazılı ama arada sayfalarda elle çizilmiş resimler içerirdi. O kitaplara bayılırdım. Çünkü matbaa mürekkebi kokarlardı, işte o kokuya bayılırdım -halâ bayılırım..-... ve o çizimleri de boya kalemlerimle boyardım.. ona da bayılırdım..
O boyadığım ve kokladığım kitapları sonraki yıllarda defalarca okudum ve hatta bir kısmını saklamış annem, kızım doğunca verdi bana..
Kızım da benim gibi..
armut dibine düşüyor gerçekten de sanırım.
Şu sevimsiz alış-veriş merkezlerine ne kadar sokmak istemediysem ve direndiysem de bir noktada mecbur kalıyor insan ve benim kızım da istiyor zaman zaman oralara gitmeyi bütün diğer yaşıtları gibi. Bir yere kadar direnip bir yerde pes ediyor insan işte. Ama oralara gittiğimizde bir çok çocuk gibi talebi oyuncakçılar ya da lunapark özentisi tuhaf sallanan şeylerin (bir tabir bulamadım o tuhaf cisimciklere, ona sebep şey dedim :) olduğu mekânları değil de kitapçıları talep ediyor kızım. Kitapçısına girmeden terk edebildiğimiz bir alış-veriş merkezi olmadı sanırım henüz.
Gözümdeki sorundan dolayı çok okumamı önlemeye çalışırdı anne-babam.. inatla gizli gizli okurdum.. şimdilerde aynı sorun kızımda var ve ben onun elinden kitap çekiyorum içim parçalanarak.. gerçi o da benim yaptığımı yapıyor.. kaçamak okuyor yani...
anne-babamın beni kitap okumaktan men etmeye çalışırken nasıl da berbat hissettiklerini şimdilerde anlayabiliyorum, ne kızardım o zamanlar... Eminim Defne de bana kızıyor.. ve dilerim benim ne hissettiğimi hiç anlayamaz.. yani bu göz rahatsızlığı torunuma da sirayet etmez.

Bu kitap merakım çok erken boyumdan büyük kitaplar da okuttu bana.. Ortaokulda elimde Stendal'ın Kızıl ile Kara'sını gören Türkçe öğretmenimin tepkisi de hiç unutamadığım anılarımdandır. Anlamadan okuyor olduğumu düşünüp test etmişti beni hatta..
Yola bunca erken çıktığım halde, o kadar gerilerdeyim ki aslında.. Okunacak ne çok kitap var ve hergün binlercesi çıkıyor diye dertlendiğim olmuyor da değil.
Yaş ilerledikçe daha seçerek okumaya başlıyor insan. Bir de nisbeten daha olgun yaşlarda nasıl hissedeceğim acaba merakı ile yeniden okuduklarım ve okumak istediklerim...

Ve yine okumakla ilgili, yaşım kırka ramak kaldığı şu zamanda, tam olarak algıladığım bir tesbitim var ki: Ben okumayan insanlarla anlaşamıyorum. Önyargılı ya da sınıflayıcı olmak gibi faşizan bir yaklaşım değil yaptığım. Sadece geçmiş hayatıma dönüp baktığımda yapabildiğim bir tesbit. Okumayan, okumayı anlamsız bulan kimi insanlarla zaman zaman yollarımız kesişmiş şu ya da bu sebeplerle ve "arkadaş" zannettiğim olmuş kendimi.. ve mutlaka ama mutlaka bitmiş bu iletişim bir yerde.. ama şiddetli geçimsizlik sonucu ama yumuşak geçişlerle lâkin illa ki bitmiş... yürümemiş.
hani pek meşhur bir klişe vardır ya
"okumuyorsan tartışmayalım"
öyle olmuş benim geçmişimde.. geleceğimde de böyle olacak olabilir... önyargılayıp güdülerimi kendimi şartlamak istemiyorum.. ona sebep kesinlikle böyle olur demiyorum
ama olma ihtimali de yüksek görünüyor galiba....

Bir sevda masalı okumak..
sonu olmayan..
Şehrazatın masalları misal.....

iyi ki de.....


(dipteki not: fotoğraflar: neslihan karayakaylar tamyaman / 2011-anıttepe ankara)

24 Mayıs 2012 Perşembe

nerdesin nerde?

çok gözlü bir çanta gibi zihnim. seni ben gözlerden birisine yerleştirmiştim... eminim..
lâkin, ara tara yoksun, bulamıyorum.. kimbilir nerde düşürdüm; belki de bir yankesici çarptı farkettirmeden...
eminim; koymuştum seni zihnimin gözlerinden birine
neden neden neden bulamıyorum öyleyse?
evet evet ya düşürmüş ya çarptırmış olmalıyım..
ara tara bulamıyorum işte hiç bir yerde...
nerdesin sen kimbilirrrr nerde....

fotoğraf: neslihan karayakaylar tamyaman

23 Mayıs 2012 Çarşamba

yine de sen kuşlara uyma...

Ayrıldık ve  zamanda kocaman bir çukur kaldı...Aşk insanı en kendi yapan ruh haliydi.. ve sen benimleyken sendin tam olarak
"yok aşık değildim sana" deme..bal gibi de aşıktın işte

"biz darılırsak ölür kuşlar" demiştim de bir keresinde...
gülmüştün
"hayat devam eder her şekilde" demiştin "sen merak etme." şimdi sakın bana gelip de gökyüzünde uçan kuşları gösterme.. Ayrıldıksa darılmadık ya.. biliyorsun ki ne yaparsan yap nereye kaçarsan kaç.. dargın kalamazsın benimle.. öyle ise uçacak kuşlar elbette...

(fotoğraf: neslihan karayakaylar tamyaman)

şimdilerde ben her gece alıyorum iğne ipliğimi elime.. ama istisnasız her gece... seni dikiyorum geceme.. ve uzanıp yatağıma uykulara geçmeden önce yarıp kendimi yeterince, sana ilikleniyorum güzelce...


dipteki not: başlığa ilham veren Yaşar şarkısı...:

22 Mayıs 2012 Salı

İNADINA

Evliyim
Mutluyum
Çocukluyum

kendimi bildim bileli yazmayı sevdim.. hep kurdum kafamda hep yazdım.. biriktirdim yazdıklarımı sağda solda en çok zihnimde
kimi birebir yaşadıklarımdı
kimi bildiğim insanların yaşadıkları
kimi izlediğim filmlerden esin
kimi okuduğum kitaplardan
kimi tamamen hayal ürünü kurgu
kimi yıllar önce yaşanmışlıklarımı anlattı
kimi hiç yaşanmamışlıklarımı
bazen o anda yaşadıklarımı

yıllarca sağda solda birikti yazdıklarım
defterlerde
kağıtlarda
sonra blog dünyasını keşfettim
önceleri çok ısınamadım seyrek yazdım
iletişim kurmadım
sonra sonra
yazdıklarımı birileri okuyup yorumladıkça
-olumlu ya da olumsuz-
hoşlanır oldum

"deneme"
başlığı altında bir sürü paylaşımda bulundum
sözünü ettim ya yukarıda kimi şöyle kimi böyle..
onları sanal dünyaya taşıdım..

yüzlerce insan o anda yaşadım ve yazdım zannettiler
değildi
çok açıklamadım
gerek duymadım
beni bilen bilirdi
bilmeyen de bilmese de olurdu
ama beni tanıyan kimileri bu denemelerden yorumlar çıkartıp
üstüne de sağa sola bilmiş bilmiş yorumlar yapınca
kendimi sorguladım

yazmamalı mıydım?

sonra düşündüm
"kişiye kişiyi nasıl bilirsin demişler, kendim gibi demiş" sözünün doğruluğu geldi aklıma
güldüm

sonra daha da çok güldüm
vay be dedim
aslında amacıma ulaşmışım
kimbilir ne kadar da gerçekçi yazmışım ki
bu kadar inandırmışım..

işte o vakit
bir süredir bu kırgınlıkla ara verdiğim denemelerimi
tam gaz yayımlamaya devam kararı aldım....

İNADINA.



fotoğraf. yavuz ıldız

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Yoğun Bir Haftasonu Bilançosu...

Bol koşturmacalı
Ama bir o kadar da hoş bir hafta sonu geçirdim ..
Tatlı bir yorgunluk çöktü şimdi bünyeme
yarın iş var di mi
.. off hay Allah
oysa dinlenecektim ben daha yahu..

Cuma akşam, ne zamandır çekirdek halinde bir araya gelsek yahuu, deyip durduğumuz karanlık buluşmayı yaptk
London Pub'a gittik ama nedense bu defa müziğin sesinde bir aşırılık mı vardı neydi
az daraltsa da bizi tepemizde hönkürdeyen müzik yine de beraber olmak nefisti




Cumartesi sabahı anneme kahvaltıya gittik, sonra Defnoşla ben kuaföre gittik geçerken Anıt-kabir e uğrayıp Atamızın doğum gününü kutladık, bayrak salladık..
sonra Ayşe ile buluşup bir sergi açılışına gittik
Yeşim ve Serpille de orada buluşup..

sergiyi gezip tunalıya indik ayşe yeşim serpil ben defnoş ve büü şeklinde, oturup bir kahve içtik
oradan yeşim ve serpil ayrıldı
biz de vişneliğe özgenin doğum gününü kutlamaya gittik
"iyi ki doğdunnn özgeee" dedik







Pazar sabah uyandık giyindik
hoop düştük yola
bu defa nereye..
Mühye köyüne doğru
Üniversiteden arkadaşlarımdan birinin abisinin yerine kahvaltıya
kimlerle
çoğunu 19 yıldır görmediğim üniversite arkadaşlarımla
Ziraat Fakültesi Süt Teknolojisi benim bölümün
buna sebep bu buluşmaya I. Geleneksel Süt Kaynatma günü
dedik
zaman ne kadar da çabuk akıp gitmiş
sanki dün ayrıldıktı okuldan oysa koca 19 yılı bırakmışız geride.. vay bee...






Brunch sonrası Büü'nün annesine gittik, orada Defnoşa ödev yaptrdım. yemek yedik
eve geldik defneyi yıkadık yatırdık..

bu arada bu gece anıtparkta inti illimani konseri vardı ve ne yazık ki haldır haldır gezmekten oraya yetişemedik.. nefis olduğunun duyumunu aldım ve kaçırdığıma çok çok çok üzüldüm...
benden ziyade büü hastasıdır grubun ama gidemedik işte :(
en yakın zamanda yeniden gelmelerini dilemekten ötesi gelmiyor elimden 
pofffffffffffff..

ama ben yorulmuşum sanki hakikaten..
konserini izleyemedim bari kendi kendim için inti illimaniden bir teselli şarkısı çalarak yapayım bu yazının da kapanışını

....



16 Mayıs 2012 Çarşamba

elinizin altında capondan varsa bi tane aman dikkat kelime seçimlerinize....

Zıvanadan çıkmışçasına yağan yağmurda beter biçimde ıslanmış olan ve hafta sonundan beri sistitten muzdarip Nes kapağı eve atar atmaz eşofmanlarını geçirip üzerine bir de onların üzerine polar sabahlığına sarınmıştır sıkı sıkı

Defne üzerinde winne the pooh imgeleri oynaşan sabahlığa gözünü dikerek:

D- Anne sen Winnie The Pooh'yu seviyor musun?

N-Evet

D- iyi de bebek şeyi o, bebek misin sen?

N- içimde bir bebeğin ruhu var sanırım

D-ANNNEEEEEE HAMİLE MİSİNNNNNNNNN?

N- oha!!!!!!!!!!

D- e bebek var içimde dedin..
bi de "oha" demiyoruz anne
unutma..

N- ...........
(pes etme efekti.. sessizlik yani)


"hüzünler başıma vurdu yine..."

Hüzünle başladım güne..
nedense...
sebepsiz..

hani olur ya bazen..
eski yaşanmışlıkların izleri midir yansıyan bilinçaltından.. kimbilir artık neyin nesidirse
hüzünle başlar bazı günler..
devam eder genelde de o şekilde

bu gün de
o günlerden işte..
sebepsiz


hava kasvetli diyedir belki
ya da
denizi özledim diye belki de...

fotoğraf: neslihan karayakaylar tamyaman / haziran 2010-Side

ve başlığa esin olan Yaşar şarkısı..:

14 Mayıs 2012 Pazartesi

"hayat zamanda iz bırakmaz bir boşluğa düşersin bir boşluktan birikip yeniden sıçramak için elde var hüzün"

HEP SİYAH-BEYAZA
BİLEMEDİN SEPYAYA ATFEDİLEGELMİŞTİR YA...
OYSA KİMİLERİ
ÇİNGENE PEMBE YAŞANABİLİR HÜZÜN..
OLUR YA...

fotoğraf: Yavuz Ildız

BAŞLIK: Atilla İlhan

13 Mayıs 2012 Pazar

ANNEME


Benim dünyanın en mükemmel annesine evlat olmak için seçilmiş olmam hayatta her zorlukta elimden tutan, sımsıkı tutan bir şanstır...
Can ANNEM.. sana seni seviyorum desem pek yavan kalır zira sana hissedilen sevgi tarife kelimeye sığmaz...
Dünyanın bütün çiçekleri bile yetmez özünde sana sunulmaya
ama
sen en çok en sadesiyle mutlu olacak denli özelsin..
iyi Ki ANNEMSİN....

fotoğraf: neslihan karayakaylar tamyaman

Yine yeni yenidenlerimle yeniden

Lise arkadaşlarım...

Eski dostluklar ne kadar kıymetli
zaman zaman organize olup buluşuyoruz
her geçen gün katılan sayısında eksilmeler oluyor..
zaman zaman çok kalabalık buluşmalar da oluşabilir süpriz olarak
bu akşamki sakin minik ama nefisss bir gruptu

Pişttt Hanımlar ne çok seviliyorsunuz biliyorsunuz değil mi?
İyi ki varsınız yahuuuuuuuuuu










dipteki not:

Bu arada yarın -aslında bugün zira saat geceyarısını geçeli ohooo hayli oldu- Anneler Günü..
Defnoşun nefis mektubunu yayımlamıştım, bir de esas büyük süprizi varmış.. (kendisi böyle söylüyor oysa bana dünyaları verse o mektup kadar değerli olamaz tabi ama o henüz bunu anlayacak yaşta değil)
Çok önemli bir süprizmiş 1 hafta 10 gündür Büü ile ikisi fısır fısırlar ne peşindeler anlayamadım ... merakla sabah olmasını bekleyeceğim.. Bakalım beni bekleyen süpriz neymiş?

10 Mayıs 2012 Perşembe

Ne şanslı kadınım ben.....

Kendimi bildiğim zamanlardan beri hep bir kız çocuk hayal ettim...
yanımda her yere taşıyacağım, her şeyi birlikte yapacağım bir minik kanka...

hani bir şeyi çok içten çok canı gönülden istersen olurmuş derler ya

öyle işte..

bugün öğretmenleri güzel bi kağıt ve zarf dağıtmış sınıfta herkese
demiş ki annenize mektup yazın
bizim amelie de yazmış
akşam ofiste verdi
e benim musluklar hazır kıta zaten böyle durumlarda
açıldı okurken tabi anında..

ee anne ol da
çocuğun da sana bunları yazıp versin de
sen de gel de ağlama
yok yaaaaa...

ne deyim ki ben bu kıza?

"Canım Annem,
Canım annem anneler günü kutlu olsun. Seni çok seviyorum. Mytlu ol benim güzel annem. Senin günün, mutlu ol, altın kalpli yüreyin her yeri sarıyor. Sen benimsin canım annem. Sen olmasaydın ben yaşayamazdım sen benim en güzel şeyimsin canım anneciğim altın kalpli güzel annem
Annelerin en güzeli sensin benim güzel annem. Senin yüreyin beni büyüttü benim güzel annem. Ilık esen bahar yeli sensin benim güzel annem. Gül gibi açar, mis gibi kokar benim güzel annem. Melek gibidir o mis gibidir. Güzel yüzlü benimsin, güzel yüzlü demişim gerçekten mis gibi kokar gül gibi açarsın. benim güzel annem. İlkbahar gibidir o. Bir gün doğarken, güzel bir gündür o işte. o benim annem. bahar geldi, sen getirdin bu baharı inanılmazdı. Benim güzel annem çiçekler açtı, sen açtın bu çiçekleri, o açtı işte, o benim annem, benim güzel annem. söylene söylene beni büyüttün güzel can. Benim için kıraliçesin sen. Bana emrettiğin her şeyi getiririm. benim güzel annem benim gülüm altın renkli saçın herkesi etkiler benim güzel annem. Gül gibisin sen benim için güzelsin sen sadece ama sadece beni doğurdu. Anneler günü kutlu olsun.
Canım annem"




"söylene söylene beni büyüttün" derkeeeennnnn!!!!!!!!!!!!
hmmmmm

şaka bir yana
İlahi çocuk yani
ilahi çocuk sen çok yaşa.....

Hani Amelieden bahsetmişken
birkaç sözüm daha olacak..
Mesela bugünkü ödev kağıdı
ben yemek hazırlarken kendi kendine cevapladı
yanıtlara bakar mısınız?
"fotorafın okulunu" okuyup "fotoraf öğretmeni" olacakmış.. en birinci gelecek hayali buymuş
akademisyen olası var kızımın
cümleleri de bunun 6.5 yaşçası :)

bir başka gelecek hayali babası ve bana havuzlu ev almak ..
kendisine değil ama bize..
Hay bin kunduz yahuuu..

Kuzeniyle Bodrum'da yaşamak istermiş
kafası çalışıyor bu kızın deyim ben :)

çocukları olsun da istiyormuş
okuduğumda kocan olsun istemiyor musun sadece çocuklarım yazmışsın dedim
biraz baktı yüzüme sonra omuz silkti
"yok evlenmeyi hiç canım istemiyor benim"
dedi
olduuuuuu dedim ben de
içimden tabi :P

Buraya yazmak aklına gelmemiş ama bir hayali de Parise gitmek hanımın
ne alaka kimden duydu nerden özendi bilmem ama ne zamandır "anne beni Parise götür" deyip duruyor
hafta sonu kağıt bebeklerinin birinin (Şebnem Dünyayı Geziyor--olanının) kıyafetleri arasına serpiştirilmiş çizimlerden birini kesip bakarak yapmış boyamış kendi kendine
getirip gösterdi bana tarihleyip arşive ayırdım
ama sizinle de paylaşasım geldi bi güzel yapmış ki
(yoksa ben annelik kontenjanından ne yapsa beğeniyor muyum ki ;)) mümkünnnnnnn)

Madem ekledim Defnenin şaheserlerini
ta 8 martta Angorada otururken beni ve kendini resmettiği bir şaheseri daha var ki
ne zamandır paylaşayım istedim fırsat olmadıydı
onu da ekleyeyim tam olsun...
ortamı da yapmış duvardaki tablodan tavandaki avizeden penceredeki jaluziye kadar

Bazen..
bazen mi yok canım sık sık
alıp içime sokasım geliyor bu kızı

e doğal
annesiyim yahuuuuu

Baydım mı sizi?

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Her Daim Sabit Kalacak Hayranlıkla....

fotoğraf: ayşe keskalan




"İçeri girdim
Bütün dışarıyı astım vestiyere
Dışarıda dışarı rahatım
Gerisi vesaire vesaire"

yaşar günaçgün

fotoğraf: neslihan karayakaylar tamyaman