26 Aralık 2016 Pazartesi

El ele, huzura violeta...

Canım Violeta,

Ne çok oldu iç dökmeyeli sana...
Yazacak şey olmadığından değil, hayır.. biliyorsun
Yazacak enerjim olmadığından... Bir köşede sessizce oturup bir kedi gibi yaralarımı yalıyordum.. Kendimi iyileştiriyordum aklımca Violeta olduğu kadar işte..

Zaman zaman gerçekten kaldıramayacağımı zannettim yaşamakta olduklarımı... Oysa -çok iyi biliyoruz ki- bizim kaldırıp kaldıramayacağımız umurunda bile olmaz hayatın... Neyi yaşatmak istiyorsa bize... acımaz
yaşatır...

iyiyim aslında biliyor musun?
o kocaman uçsuz bucaksız boşluk dışında iyiyim... yaralarımı yalayıp iyi ederken kendimi, iyileşince, o acılar geçince geride koca bir boşluk kalacağını biliyordum.. biliyordum, bu yüzdendi iyileşmemek için direnişim...
ama an geldi kan kaybı mecbur bıraktı kendimi iyileştirmeye...
evet iyileştim
ve artık aşık değilim.... bitmez zannedilen her şey gibi bu da bitti işte...
bu iyileşme sürecinde bana en iyi gelenlerden birisi.. geçmişte yazdıklarımı okumaktı..
evet canım violeta
hep derim
-söz uçar ... yazı kalır-
ben aslında bunu hep yaparım
kuytularda yalanıp dururken... tozlu kıyı köşelerden çıkartıp okurum eski defterleri.. -bu aşk elbette kapılıp aktığım ilk aşk değildi-
neler yaşamış bu yürek derim okudukça..
nelere göğüs germiş
neleri unutmuş
neleri hazmetmiş... bu mu kalacak ebediyete.. kalmaz elbette..
kalmıyor da nitekim işte..
sen de yaz violeta.. biliyorum istiyorsun ama halin yok, kalkmıyor elin kolun
ama zor da olsa
karala iki satır be violeta.. çünkü -söz uçar yazı kalır yarınlara-
ben şu ya da bu şekilde iyileştirdim içimdeki habis uru... küçültüp küçültüp yok ettim kemoterapinin kanseri yok edişi gibi...
ve elbette her kemoterapi gibi bir yığın zarar verdi bu tedavi bünyeme..
şimdi kalan dipsiz uçsuz bucaksız kocaman bir boşluk
ve sıra bu uçsuz bucaksız boşluğa çözüm bulmakta
içim bomboş
ıpısssız
ve çok soğuk violeta..
ben sevmem ki soğuğu... güneşin kızıyım ben bilirsin... içimi üşüten soğuklardan ödüm kopar benim...
neyse violeta.. ben aslında can sıkmak ve yakınmak için başlamamıştım ki sana yazmaya.. ama öyle geniş ki omzun konu benim başım olduğunda sanki derdin tasan benimkinin bin katı değilmiş gibi öylesi sunuyorsun ki o gepgeniş omuz başını bana..
kendimi sızlanırken buluyorum işte her defasında
bağışla....

içimde kocaman bir boşluk açmak da benim seçimim değil miydi aslında?
ki çok uzun zaman oldu seçimlerimin arkasında dimdik durmayı öğreneli...
pişmanlık duymamayı yaşadıklarımdan...
bu boşluk da dolacak bir şekilde zamanı gelince elbette.. aldırma sen bana...

biliyor musun violeta hayatta en çok neye özeniyorum?
bir dönmedolabın ahengine kapılıp döne döne hep aynı tempoda ama hep huzur içinde yaşamayı başarabilen insanlara... alçalıp yükselerek, hep aynı aynı tempoda dönerek.. telaşsız...
oysa biz öyle miyiz ya?
bugi bugiler gibiyiz biz, ne zaman ne olacağı belirsiz.. aniden yere çakılabilir ya da birdenbire hızla yükselebiliriz... uzunca bir süre aynı hizada ve aynı tempoda gittikten sonra şiddetle en dibe vurabilir ya da hoplayarak en tepeye tırmanabiliriz... ya da uzunca bir süre bir yukarı bir aşağı savrulabiliriz..
violeta işte biz
ikimiz
bu yüzden hep yorgunuz...

bir dönme dolap huzuru istiyorum violeta..
hem sana
hem bana

"bir şeyi çok istersen olur" diye buyuruyor ya bazı çok bilmişler... olur mu olur belki de violeta..
hadi gel
isteyelim
çok isteyelim
birlikte, el ele, huzura....

kıymetle

eleadora


f: neslihan k. t. / kasım 2016- paris

10 Aralık 2016 Cumartesi

Ateş Oldum...

Yokluğunda her gün kızan bir  kora döndü bedenim...  
dokunmaya korkarım artık sana
Yakarım... 
yağmur olup yağsan aniden
Sağnak
O vakit sönerim
Lakin.. çamur olur sıvanırım
Yağma artık istemem
Bırak yanayım.. 

f:otoportre--aralık 2015-ankara

7 Aralık 2016 Çarşamba

Sayıklamalar 2

iyiydim bugün,
biliyordum aslında iyi olacağımı.. Kadın terapisi iyi geliyor bana
ki öğle yemeğini çok sevdiğim iki kadınla yemekti günün planı
iyi ki de..
nasıl iyi geldiler bana
- her zamanki gibi-
off ne çok konuştum ama...
kahve höpürdettik yemekten sonra.. birikmiş yığınla kırk yıla bir kırk yıllık hatır daha
eh ne olsun daha

ah elbette...
tunus caddesinden kızılaya yürüdüm onlardan ayrıldıktan sonra.. kedi sevdim yol üzerinde bir tane
tom ve jerry'nin tom'una benziyordu aynı
bir de sarman geldi koşa koşa beni
tom'u severken görünce, onu da sevdim
sarman baktı yemek yok bende verecek
dönüp gitti
tom gitmedi... uzun uzun kaşıdım kulağının arkasını
yürüdüm sonra..

iyiydim bugün
kadın terapisi..
ilaç

ah tabi ya
güneş vardı bir de..
ayaza inat...


sayıklamalar-I

tek bir kedi bile okşamadım bugün mesela dışarı çıktığım halde...
uzaktan baktım bir ikisine
pisi pisi demek dahi gelmedi içimden..
var  anla ruhumdaki ataleti..
güneş de yok zaten günlerdir... sis pus ortalık...
sevmem ki kasvetli havaları ben..
kış da geldi işte
e hayat akıyor gelecek elbet, kış gider bahar gelir yaz gelir..
biliyorum
gerek yok altını çizmeye
havanın ayazı da değil zaten derdim.. ruhum üşüyor, ki yaz da olsa mevsim; değişmeyecekti
ama biraz güneş.. hava soğuk bile olsa, her şeye rağmen
sanki iyi gelirdi
neyse ne yaa..
hem bugün
dışarı çıktığım halde..
tek bir kedi bile okşamadım..
boşversene...


4 Mayıs 2016 Çarşamba

Devrilmeyiz Violeta....

Canım Violeta,

Aklımda kaç gündür yazmak.. Gitmedi elim sözcüklere... Hem çok iç dökmek isteyip de hem de bundan kaçmayı istemek falan gibi ruh hallerindeyim....
hoş sen de farklı değilsin benden biliyorum..
ama yaz Violeta yaz..
bak yazıyorum ben
çünkü kelimeler ilaç.. çünkü nasıl da sağaltıyor insanı sözcüklerin dünyasında salınmak... içine biriken zehir parmak uçlarından akıp gdiveriyor yazdıkça..
Ağlamak en güzeli
ama ağlayamıyorum madem.. madem inatçı göz yaşları akmıyor dışarı.. zehir zehir birikiyor içime..
o zaman sözcüklere sığınmak en güzeli...

Ah Violeta.. Nasıl zor yenilgiyi kabul etmek... Yenildim, yenildin... yenildik Violeta...
Savaştım aklımca, yanlış stratejiyle belli ki.. Savaşımı da elime yüzüme bulaştırdım işte.. Beceremedim.. Hiç beceremiyorum.. İlk değil, son da olmayacak belki.. Dilerim olsun..

Dedin ya bana Violeta.. "Senin hayatta yenildiğin tek şeymiş aşk" diye.. "başka birine dönüşüyorsun aşık olunca" işte tam da öyle..
Sevince sevdiğine sımsıkı sarılmaktan kıranlardanız demiştim daha önce hatırlarsın..
İşte öyle Violeta.. Sımsıkı sarılıp un ufak ettim işte yine.. Aktı gitti parmaklarımın arasından.. Yine ellerim bomboş..
abartarak seven ben, sevilmeyi beceremiyorum işte...

yenildim Violeta... ben yine aşka yenildim..
oysa söylemiştim en başında.. beni sevme, kendini bana sevdirme demiştim... ben aşık olunca şuurumu kaybederim.. çok acı çekerim.. çektirme demiştim...
dinletemedim..
akacak kan damarda durmuyor işte.. yine kanayacakmışım..
kanıyorum ılık ılık..
usul usul...

olsun varsın
bu da geçer
her yara hep kabuklanır...
belli belirsiz bir iz kalır...

bizi biz yapan da aslında taşıdığımız izler değil mi be Violeta..

Kızgın ya da kırgın değilim ... tuhaf..
biraz eksik, biraz yaralı, bir hayli üzgün...
o kadar.
seninle benzeşmediğimiz sayılı konudan biri de bu belki.. kızıp kırılıp kin güdemiyorum ben... unutuyorum.. senin zehir hafızan izin vermiyor buna...

bir yap-bozun yan yana gelmiş iki parçası gibiyiz.. bir tarafımız köşelere dayalı.. birbirimize uyup tamamladığımız gibi devamımızı tamamlayamıyoruz bir türlü.. hangi parça gelse koynumuza.. uymuyor...

olsun be Violeta.. Birbirimize dayanıp yola devam..
sen bir deniz esintisi gibisin bana.. hep es Violeta.. hep es...

daha akacak kan varsa damarda.. o da akar

yine severiz
yine yeniliriz
yine devrilmeyiz..

yanyanayız ya
hiç devrilmeyiz Violeta..

kıymetle..

Eleadora...



5 Nisan 2016 Salı

Gülümse Violeta

IMG_6117.CR2

fotoğraf: neslihan karayakaylar tamyaman


Canım Violeta,

Çok şey var anlatmak, uzun uzun yazmak istediğim. Lâkin ne vakit zihnimde dolananları söze ya da yazıya dökmeye kalksam kaybolup gidiyorum yan yana getirmeyi beceremediğimden içimde dönüp duran kelimelerin girdabında Violeta...

Sarf edemediğim kelimeler iklim büklüm olup elime, ayağıma, dilime, yüreğime, gözüme, gönlüme dolanıyorlar... Pis bir balçık gibi sıvanıp kalıyorlar dolandıkları yere... yıka yıka temizlenmiyor zift gibi yapışıp iz bırakıyorlar...

Eksik bir şey var Violeta... Hayatımda koca bir eksik var; kocaman bir kara delik.. sen biliyorsun... sen anlıyorsun...
diyebildiğim... diyebileceğim tek sensin... biliyorsun Violeta sen bana kocaman bir "iyi ki"sin...


her şeye sırtımı dönesim var inan.. ne varsa ardımda bırakasım.. olmuyor.. olamıyor oysa...

Beynim uyuşuk sanki bu ara Violeta...Öyle mecazi değil ama bildiğin fiziki uyuşukluk.. Çok yorgunum Violeta.. çok
biliyorum sen de...


tek yorgunlar değiliz şüphesiz...
sen bu satırları okurken kimbilir kaç kadın doğum yapıyor olacak yeni hayatları hayata katarak..
kimbilir kaç kadın öldürülüyor olacak sudan sebeplerle töreymiş bilmem neymiş diye...
kimbilir kaç kadın ağlıyor olacak terkedilmenin acısını hissede hissede...
kimbilir kaç kadının yüreği pırpır ediyor olacak yeni bir aşka düşmenin sevinciyle..
kimbilir kaç kadın mutfakta yemek yapıyor olacak hergün aynı yaşamı yaşamaktan bıkmış haliyle... kaç kadın sevişiyor olacak deli bir esriklikle kimbilir..
kaç kadın bitsin bir an önce bu işkence diye sıkıyor olacak dişlerini yatakta kimbilir...
kaç kadın doğum günü pastasındaki mumları üflüyor olacak kimbilir...
kimbilir kaç kadın tek başına kadeh kaldırıyor olacak yeni yaşına
kaç kadın masturbasyon yapıyor olacak sevdiğinin hayaliyle gizilice kimbilir..
kimbilir kaç kadın ağlıyor olacak bir mezar taşının dibinde...
kimbilir kaç kadın kapatıcılarla örtüyor olacak göz altı morluklarını..
kaç kadın kendi bedenine sarılıp tek kendinden medet umuyor olacak kimbilir
kimbilir Violeta
kimbilir

kadın olmak zor violeta..

ama sen de ben de hiç şikayet etmedik kadınlığımızdan değil mi?
hiç etmedik... hep gururlandık..
zor da olsa ayakta kalmak kadın başına
kaldık violeta

ama violeta biliyor musun ki ben bugünlerde güçlü olmak istemiyorum..
zayıf olayım korunmaya muhtaç
ve beni korumaya canatanlarım olsun istiyorum..

evet haklısın ben bu değilim... ben hayata böyle bakmam violeta
sen gibi...
biz böyle algılamayız yaşamı biliyorum
ama çok yorgunum be violeta..
azıcık zayıflık dinlendirir gibi geliyor bazen ne yalan söyleyim...

bilmiyorum ki violeta ne yapmalı..
içimdeki liseli kız aşık olmuştu violeta.. öyle masumdu ki.. öyle doluydu ki o aşkla.. içi içine sığmıyordu... şu kırklı yaşlardaki mantıklı kadını elinin tersiyle itivermişti kenara... gel gör ki ... incindi o liseli kız
o yaşların masumiyeti.. o yaşların ne ise o olunanlığıyla sevilir mi bu yaşta be violeta...
gömdüm kazma kürek o liseli kızı boğup önce
döndüm kırkların o ağırbaşlı aşklarına...
ama o liseli kız çok acıdı çok ağladı be violeta kaşla göz arasında.. kıyamadım hiç ben ona...

hep yarım yarım sanki hayatımızda bir şeyler violeta
bir sürü yarım biriktirmişiz ya o yarımlar bir araya gelip bir tam etmiyor ama..
buna karşın bir çok da tamımız var violeta yahu..
bardağa dolu taraftan bakmadın mı yaşanmıyor şu kavanoz diplide anasını satayım....

herşeye rağmen violeta
gülümseyeceğim bu gece
senin için
hadi violeta
sen de..
gülümse...

kıymetle..

Eleadora..



28 Mart 2016 Pazartesi

Eleadora'nın Violeta'ya iç dökmeleri I

fotoğraf: neslihan k. t. 


Canım Violeta,*

Hayatta her şeyin her zaman kötü gitmeyebileceğini bana hatırlatanım... biliyorsun ben içim sıkışıp kafam bulandıkça sana sayıklarım....
bilirim ki...
anlarsın..

Şu acayip hayat seni de beni de yormaya programlı ne de olsa..

yorulup dururken bugün düşündüm.... Seni ve Beni..
Biz dedim
biz iki iyi kadın -evet Violeta iyi kadınlarız ama itiraz etme hemen-  nerede yanlış yapıyoruz.?..
Hayatta yorulmamak için hiç bir şeyi umursamadan her güne yeniden başlayabilmek adına herşeyi formatlayamıyor oluşumuza içlendim Violeta.. Şaka değil inan eni konu içlendim bildiğin.. Sıfırlasak her şeyi.. geçip gitse içyangınlarımız..
Olmaz biliyorum..
aslında biraz da anladım ben sorunumuzu
biz Violeta severken öyle sıkı bastırıyoruz ki sevdiğimizi bağrımıza.. ama öyle sıkı..

 kırıyoruz işte o zaman onları

sevdiklerimizi...

çıt diye kırıyoruz.. Sevgimizin kuvvetinin biz farkında değiliz Violeta..

bana sorarsan işte bu yüzden
tam da bu sebeple

 kim varsa sevdiğimiz.. uzağımıza düşüyor can havliyle...

 Bir birbirimizi kıramadık ne kadar sıkı sarılırsak sarılalım Violeta.. Çivi çiviyi sökemedi... her sarılışta daha derine gitti birbirimizdeki diğerinin çivisi..

-İyi ki-...


Violeta...
paramparça hissediyorum... un ufak..
canım yanıyor bugün..
biliyorum söyleme..
seninki de..

kıymetle...


-Eleadora-**



*Violeta: menekşe (ispanyolca)
**Eleadora : Güneşin hediyesi (ispanyolca)

14 Mart 2016 Pazartesi

Güvenpark patlamasının düşündürttükleri...

Lanetli bir coğrafya burası.... tarih boyunca hedef olmuş.. kanlı pazarlıklara sahne olmuş hep....
şanssızlığımız bu coğrafyada dünyaya gelmiş olmak..

evimin çok yakınında bir ay içinde 3. patlama bu... bir tanesinin tam ortasına düşmekten on dakika ile kurtulduk kızımla.. o seferinde kurtulmuş olmamız bir dahakine patlamayacağımız anlamına gelmiyor..
benim, bizim, ölenlerin, yaralananların, hiç birisinin hayatının zere önemi yok sebep olanların gözünde..
lanetleriz
geçer gider
unutulur..

unutuluyor haklılar
unutacağız evet
bundan bir hafta sonra yeniden neşeli fotoğraflarımızı falan paylaşmaya başlayacağız sosyal medya hesaplarımızda
kadeh kaldıracağız
doğum günleri kutlayacağız
yaptık daha önce
yine yapacağız
aksi halde yaşayamayız çünkü..

terörün amacı zaten ölmüş olanları cezalandırmak değil ki..
hayatta kalanları korkutmak..
eğer perde çekmez.. şu anda hissetmekte olduğumuz acıyı kesintisiz hissetmeye devam edersek
yaşayamayız
çıldırırız
zaten ruh sağlıklarımız hasarlı hep..
yaralı bereli..
duyarlı insan bir avuç kaldık... o da endişeli, huzursuz...
bir kısım şuursuz tamamen.. bana dokunmayan yılan bin yaşasın kıvamında ona kömür ve makarna veren efendisinin yaptıklarını alkışlayarak yaşayıp gidiyor..
zaten öyle dar bir alanda öyle vizyonsuz yaşıyor ki, patlaa olan yerlere yolu bile düşmüyor.. ve olan biteni umursamadan yayın yasağı gerekçesiyle duyarsızlıkta tavan yapıp eller havaya tadını bozmayan tv kanallarında dizilerle evlenme programları dandik yarışmalarla uyuşup oturuyor mal gibi...
mal gibi değil aslında
malın ta kendisi
biz bi avuç duyarlı insan çekiyoruz acıyı
biz ölüyoruz
biz yaralanıyoruz..
biz korkuyoruz
ölmekten zerre korkmuyorum
tek korkum sevdiklerim ölmesin zamansız bok yoluna, sakat kalmasın ya da..
bir de ölememek... arafta kalmak..
bir de ondan korkuyorum işte..
yoksa ölüm nedir ki.. önünde sonunda öleceğiz işte...

ama şimdi ben nasıl endişelenmem
yarın on yaşında kızımı servise bindirip okula göndereceğim
kocamı işe
kendimi geçtim..
ama tek kendisi yok ki insanın hayatta...

üniversite sınavına girdi bir yığın genç bugün
ayların emeği..
sınav sonrası genelde dershaneler bölgesi ya kızılay
arkadaşlarıyla dershanelerinde buluştular, kafa dağıtmaya cafelere gittiler..
18:45
tam otobüs duraklarına dağılıp evlerine dönme saatleri....
şimdi o çocukların bir kısmı sınav sonucunu hiç öğrenemeyecek..
dereceye girecek belki
en istediği fakülteyi tutacak belki puanı.. sevinemeyecek
belki çok düşük gelecek puanı hayalkırıklığına uğrayamayacak....

hep bu lanetli coğrafya yüzünden... hep...

hiç huzur bulmadı bu coğrafyada yaşayan insanlık... tarih boyunca
en büyük şanssızlığımız burada doğmuş olmak işte...

lanet olsun....


10 Mart 2016 Perşembe

Aşka Dair...

Bir gün bir şiir okuyorsun ve hayrete kapılıyorsun.. Bir başkası olamayacak ölçüde sensin o şiir.. Dize dize sen dizmişsin sanki yaşadığın aşkı kelimelere... 
Senin çektiğin özlem ifade edilmiş, senin çektiğin acılar yansıyor her kelimesinden... Hani şimdi "o"na dair bir cümle kur deseler bu şiirin içindeki cümlelerden başkası olma ihtimali yokmuşçasına... 
Şiir olmaz da yazı olur öykü olur şarkı olur... Ama aşk yaşamış her kişiye bu illaki olur... İşte o zaman anlıyorsun ki sana onca benzersiz anlatılamaz ölçüde eşsiz gelen o aşkın var ya... Hiç de eşsiz değildir aslında... Fark ediyorsun ki hepi topu üç bilemedin beş formatı var bu aşkın.. Her kişi birini yaşıyor yazıyor anlatıyor... 
Sonra aynı formatı yaşadığın birinin sözcükleriyle yüz yüze gelince tokat yemiş gibi oluyorsun... Beni izleyen biri mi var diye paranoyalar bile yapıyorsun... 
Zamanla anlıyorsun...
Eşsiz falan olmadığını hislerinin...
Aşkın bıraktığı hasar yetmez gibi bir de bu gerçekten inciniyorsun.. 
Bari... diyorsun bari.., benzersiz olsaydı ... Sonra ona da omuz silkiyorsun... Kaldığın yerden yaşamaya devam ediyorsun..  
Olur olmaz bir zaman olur olmaz bir yerde yeniden aşık oluyor, yeniden eşsiz sanıyor, yeniden yanılıyorsun...
İnsanoğlu sen bu aşk denen zıkkıma hep yeniliyorsun...



1 Mart 2016 Salı

hayat bazen

hayat çok acayip... çok
en çok başıma gelmez dediğin zamanda başına geliyor en olmadık şey...
iyi bazen
bazen kötü..

bazen de ayırt edemiyorsun.. o anda başına gelen iyi mi? kötü mü?..

Bu hayat denen genelde yormaya yönelikmiş gibi hissettirse de..
çok bunaldığın, çok köşeye sıkıştığın bir anda olmadık bir aralıktan sızan mis gibi temiz havayla kocaman taze bir nefes aldırıveriyor bazen insana..

o anı hissettirip
o anı yaşatıp
sonrasının hesabını yapmak bile istemediği anlar hediye ediyor insana..

hayat bazen bunu yapıyor
evet..

yapsın da

anlamı kalmıyor aksi halde..



24 Şubat 2016 Çarşamba

Küçük Filozof

14 Şubat benim için sadece Sevgililer günü değil, defalarca yazdım daha önceleri de. Büü'nün bana evlenme teklif ettiği gün..
Dolayısıyla severim ben kutlamayı..
Kapitalizm falan diyorlarya.. Kapitalizmin her tuzağı bu kadar masum olsa keşke..
Neyse konumuz bu değil şimdi..

Ailecek yemeğe gittik 14 Şubat akşamı... Ben büü ve capon balığı..
Biz rakı içiyoruz caponika şarap kadehinde vişne suyu... Neşemiz yerinde (bu ülkede insan ne kadar neşelenebilirse o kadar işte)

Sohbet ediyoruz...
Konu nerden geldiyse geldi, cennet muhabbetine geldi..
Capon balığı konu hakkında fikir beyan etmek istedi..

Üç aşağı beş yukatı aynen Defne'nin anlattığı gibi aktarmak istiyorum.. O yüzden onun ağzından alıntılayacağım..

"Hani dinlerde hep ölünce cennete gidileceğinden söz ediliyor ya.. O cenneti de öyle bir anlatıyorlar ki.. Her istediğini yapabileceksin; her şey çok güzel olacak, her istediğinde her istediğin önüne gelecek falan... Ama bana sorarsan öylesi mutlu etmez insanı... Mutluluk bir çabanın sonunda gelirse mutluluk oluyor... Mesela ben çizim yapmayı seviyorum ya.. Çok uğraşıyorum yapıyorum bir sürü, çalışıyorum bunu sonunda biri güzel olunca çok mutlu oluyorum. oysa o önüme gelseydi, elime kalemi aldığım an şahane çizebilseydim hiç önemi olmazdı benim için. O anlatılan cennet mutlu bir yer olamaz işte bu yüzden"

evet evet o söyledi bunları, bizim zerre yönlendirmemiz olmadan, tamamen kendi fikirleri..... yığınla yetişkinin varamadığı noktaya 10 yaşında varmış Defne.. Bülent'le bakakaldık...

Naaaan dedim Büü'ye
minik bi filozof doğurmuşum ya la.....

güzel bir gelecek sağlayabiliriz umarım sana minik cin cadım.. Umarım.. Öyle korkuyorum ki bu coğrayada doğurup büyütmek zorunda kalmışlığımdan dolayı seni...




21 Ocak 2016 Perşembe

Bülbülü Öldürmek / Harper Lee

Bülbülü Öldürmek ta çocukluğumda okumuş olduğum bir roman. Harper Lee'nin yayımlanmış tek romanı idi. Ta ki yenilerde Tesbih Ağacının Gölgesinde yayımlanana değin...

Bülbülü Öldürmekteki baş karaker Scout'un büyümüş halini anlatıldığı roman...

Bülbülü Öldürmek ilk okuduğumda da aklımda izler bırakan etkileyici bir roman olmuştu benim için. Tesbih Ağacının Gölgesinde'yi okumadan hatırlamak istediğimden yeniden okudum. Yine çok zevl alarak bir çırpıda okuyup bitirdim.

İnternette gezinirken kitabın bir çok kişi tarafından özetinin yazılmış olduğunu buldum.
Bir tanesini buraya geçireceğim. Madem yapılmış ben tekrar uzun uzun yapmayım diye :)

çok mutembelim neeey :D



Bülbülü Öldürmek Harper Lee


Scout’un ağabeyi Jem’in on üç yaşındayken kolu kırılmıştır. Aralarında kolunun neden kırıldığını konusunda farklı nedenler söylerler. Babaları Atticus ikisinin de haklı olduğunu söyler. Evde Jem, Scout, babaları Atticus ve aşçıları Calpurnia ile birlikte Maycomb isimli küçük bir kasabada yaşamaktadırlar. Anneleri onlar küçükken ölmüştür. 

Her yaz mahalle komşularının yeğeni Dill gelir ve onunla oynarlar. Bütün yaz komşuları Boo Radley’i dışarı çıkarmak için uğraşırlar. Babaları Atticus bir avukattır ve çok yoğun çalışmaktadır. O yıl Scout okula başlar. Öğretmeni okumayı bildiğini fark edince ona kızar okumasını yasaklar. Okula gitmek istemez, babası akşamları okuyacaklarına söz verince okula gitmeye ikna olur. Ama okulda çok sıkıntı yaşamakta diğer öğrenciler de onunla dalga geçmektedir. 

Okula giderlerken önünden geçtikleri bir ağaca birileri hediyeler ve şeker koyar ancak Nathan Radley ağaçtaki o kovuğu çimentoyla kapatır. Dill o yaz yine gelir ama Scout’la çok oynamazlar artık. O da Bayan Maude’nin terasında yaz boyunca ikindi vakitleri oturarak onunla sohbet eder. 

O kış ihtiyar Bayan Radley ölür. Bayan Maude’ nin evinde yangın çıkar, çocuklar ve komşular ona yardımcı olurlar. O sıralar Atticus’un zenci bir adamın davasına bakması istenir. Bu duruma Maycomb’ lular çok tepki gösterirler. Okuldaki çocuklar da Scout ve Jem’le dalga geçer. Babaları aldırış etmemelerini ve dik durmalarını söyler. Komşuları Bayan Dubose’dan ikisi de çok korkmaktadırlar ama Bayan Dubose babalarının bu davaya bakmasıyla ilgili laf edince Jem Bayan Dubose’un bahçesindeki çiçekleri yolar ve dağıtır. Babaları özür dilemesini ister Jem den. Bayan Dubose Jem’in her gün gelip kendisine kitap okumasını ister. Scout’ la beraber her gün gidip kitap okur ama Bayan Dubose kısa bir zaman sonra ölür. Babaları Bayan Dubose’ un çok yaşlı ve hasta olduğunu yıllardır ağrılarını dindirmek için morfin kullandığını, artık acılarının dindiğini söyler. 

Bir gün Calpurnia çocukları kendi gittiği kiliseye götürür. Çocuklar orda diğer zencilerle tanışır ve onların iyi insanlar olduklarını öğrenir. Babalarının davasına baktığı Tom Robinson Bay Ewell’in kızına tecavüzden suçlanmaktadır. Ama işin aslında kız Tom’ a iftira atmaktadır ama zenci olması sebebiyle kimse inanmaz. O sıralar çocuklara göz kulak olmak için Alexandra Hala gelir. Scout’un bir erkek gibi davranmasını istemez, atık bir hanımefendi gibi davranması gerektiğini söyler, elbise giydirmeye çalışır. 

Mahkeme günü gelince tüm Maycomb sanki panayır izlemeye gider gibi mahkemeye izlemeye gider. Gizlice Scout, Jem ve Dill de mahkemeyi izlemeye giderler. Herkesin ifadeleri alınır. Ancak jüri üyeleri Tom’u, tüm deliller aksini gösterse de, suçlu bulur. O dönemlerde bir zenci suçlu bulunursa cezası idamdır. Ancak Atticus'un başarılı savunmasıyla aslında Tom'un suçsuzluğu neredeyse ispatlanmıştır ve Atticus temyize gidecek ve sonucunda davayı kazanacağından emindir. Temyiz mahkemesine kadar hapishanede beklemesi gereken Tom bir gün bahçeye hava almaya çıkartıldığında paniğe kapılarak kaçmaya kalkışınca vurularak öldürülür. Çocuklar bu duruma çok üzülürler. 

Ekim ayının sonlarında okulda bir gösteri yapılacaktır, Scout jambon kılığına girecektir. O gün akşam Jem’ le ikisi giderler. Dönüşte yol çok karanlıktır, Scout kıyafeti çıkarmak ister. O esnada birisi çocuklara saldırır. Daha sonra ise aniden adam durur biri gelir ve onları kurtarır. Çocuklar karanlıktan kimseyi göremezler. Babaları gelir, Jem’in kolu kırılmıştır. Onu tedaviye alırlar. Scout abisi için çok endişelenir. Ama doktor ve babası iyi olacağını söylerler. Bu esnada çocuklara saldıran Bay Ewell’ in ekmek bıçağı karnına saplanmış cansız bir şekilde yerde yatmakta olduğunu görürler. Atticus Jem’ in yapmış olmasından endişelenir ama Bay Ewell çocukları öldürmeye çalışırken ayağı takılmış ve bıçağın üzerine düşmüştür. Şerif Bay Tate olayı aydınlatır, kimsenin suçlu olmadığını söyler. Bay Ewel Tom'un kızına tecavüz ettiğini iddia eden kişidir ve bu saldırıtyı Atticus yalanını ortaya çıkarttığı için düzenlemiştir.  Çocukları kurtaransa Boo Radley’ dir. Scout onu görünce çok sevinir. Ağaç kovuğuna hediyeleri koyanın da Boo olduğunu anlar. Scout onunla terasta oturur. Babasına Boo’ nun çok iyi bir insan olduğunu söyler.


15 Ocak 2016 Cuma

Sineklerin Tanrısı / William Golding

Yeni kitap okumakta hayli geciktiğim bir kitap. Uzundur aklımda olup da bir türlü fırsat bulamadıklarımdan sadece birisi.
O kadar çoklar ki...
Ama artık bu konuda stres yapmamaya karar verdim.
Yetişememe stresi yüzünden okuduğumdan zevk almaz hale gelmekten korkar oldum çünkü..
Neyi ne kadar yakalayabilirsem artık.

Bahsi geçen:
Sineklerin Tanrısı / William Golding



Gerçekten de şok edici bir kitap.
Çok sıradan bir çocuk kitabı tadında başlıyor ve sonunda benim hep savunduğum bir gerçeğin kalınca altını çizerek bitiyor..
Bütün Çocuklar Masumdur
cümlesini çürüterek...
Bu cümle bana da inandırıcı gelmez hiç...
İnsanlar iyi ve kötü olarak doğuyor bence ve gerçekten kötü çocuklar var...
Evet hayat şartları bir miktar şekillendiriyor bu doğru ama iyi hep iyi kötü hep kötü... Bence bu iş böyle..

Neyse kitabın özetine gelirsek, çevirmeni Mina Urgan ve sağolsun kitabın sonuna şahane bir sonsözle müthiş bir özet çıkartmış...
arada biraz kısaltarak geçireceğim buraya..

"Sineklerin Tanrısı, öykünün başlıca dört çocuğundan ikisinin, yani Ralph ile Domuzcuk'un tanışmalarıyla başlar. On iki yaşında olan Ralph, iyi huylu, zeki, güzel bir çocuktur. Deniz kuvvetlerinde binbaşı olan babası gelip onları kurtarıncaya kadar bu ıssız adada, yetişkinlerin baskısından uzak, çok hoş vakit geçireceklerine inandığından sevinç içindedir. Aynı sevinci paylaşmayan Domuzcuk'un gerçek adının ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyiz. Şişmanlığından ötürü ona böyle bir ad takılmıştır. Domuzcuk, yalnız şişman olduğu için değil, nerdeyse kör denecek kadar miyop olduğundan gözlük taktığı için, ikide bir nefes darlığı nöbetleri geçirdiği için ve aşağı sınıflara özgü bir şiveyle konuşan tek çocuk olduğu için ötekilerden ayrılır. Ağzını her açışında aklın ve sağduyunun sesini bize ileten Domuzcuk, çocukların durumunun korkunçluğunu gerçekçi bir gözle görür: Burası bir adadır. Ralph'ın babası da, hiç kimsecikler de, çocukların burada olduklarını bilmemektedir. Bir çaresini düşünüp kurtulmanın yolunu bulmazlarsa, ölünceye dek burada kalacaklardır. Onun için hemen örgütlenmeleri gerekmektedir. Adanın şurasına, burasına dağılmış çocukları bir araya getirmeli, kaç kişi olduklarını saptayan listeler hazırlamalı, bir toplantı yapılıp kurtuluş çareleri düşünülmelidir.

Domuzcuk'un önerisi üzerine Ralph, sudan çıkardıkları şeytan minaresi biçiminde bir deniz kabuğunu boru gibi öttürerek çocukları toplantıya çağırır. Toplantıda ilk alınan kararlardan biri, şeytanminaresini elinde tutana söz hakkı verilmesidir. Böylece, her toplantıdan önce öttürülen bu denizkabuğu, demokratça bir düzen içinde herkesin dilediği gibi konuşmasının, yani düşünce özgürlüğünün simgesi olur.

Bu denizkabuğundan tüm adada duyulabilen bir ses çıkarabilenin doğuştan bir önder olduğunu sezmişçesine, çocuklar oybirliğiyleRalph'i şef seçerler. Bu karar karşı çıkan tek kişi Jack'tir. Deniz kabuğunu eline almadan konuşmak isteyen, seçim yapılmadan şef olması gerektiğini küstah bir gururla açıklayan Jac'in bir bakıma hakkı vardır; çünkü Ralph doğuştan bir önder olduğu gibi, Jack de doğuştan bir önderdir. Şu farkla ki, Ralph eşitliğe, sevgiye ve anlaşmaya inanan, iyiliğe yönelik bir önder; Jack ise kendinden başkasını hor gören, zorbaca bir baskıya inanan, kötülüğe yönelik bir önderdir. Jack görülür görülmez, onun küçük bir faşist, çekirdek halinde bir başbuğ olduğu hemen anlaşılır. Jack, katolik bir kilisenin korosunda şarkı söyleyen çocukların başıdır.  Jack'e istemeye istemeye oy veren bu çocukların pelerinli ve kare şapkalı üniformaları vardır, ikili sıra halinde asker gibi yürürler ve Jack izin vermeden yere ble oturamazlar.

zorbalığa dayanan üstünlüğünü adaya gelmeden korodaki çocukların üzerinde kuran Jack ileride görüleceği gibi güçlendikçe zorbalığı da artmıştır. Ona hizmet etmedikleri, sadece meyve yiyip geceleri ağladıkları için 6-7 yaşındaki küçükleri, yaşamaları gerekszi yaratıklar sayar. Aklına esince, kulu kölesi haline gelen çocukları bağlatıp dövdürerek, yüzünü boyalarla, başını çelenklerle süsleyip bir put gibi kurularak oturur.

Jack ve Ralph arasındaki iktidarı ele geçirme savaşı çıkmadan önce Ralph, Jack'in etkileyici kişiliğine kapılır; onunla dost olmak ister. Hızlı konuşamadığı, kayalara çabucak tırmanamadığı için Ralph başlarda Domuzcuk'a önem vermez. Ama, olaylar gelişip şefliğin sorumluluğu altında ezildikçe Domuzcuk'un değerini anlar. Domuzcuk'un hiçbir zaman şef olamayacağını anladığı halde kendisinin kafasını Domuzcuk gibi işletme yeteneğinden yoksun olduğunun farkındadır. Bu yüzden Domuzucuk Ralph'in akıl hocası olur.

İlk toplantıda olumlu kararlar alınır. Domuzcuk'un önerisiyle sahilde barınaklar yapılması ve açıktan geçecek gemilere işaret vermek üzere, dağın tepesinde bir ateş yakılması kararlaştırılır. Ancak ateş yakma fikrii çok çekici bulan çocuklar adanın büyükçe bir bölümünü ve bazı küçükleri yakarlar bu arada. Barınak yapmak için uğraşanlar ise ancak Ralph ve Simon'dır.

Oyuna dalan çocuklar her ne kadar verdikleri kararları savsaklasalar da başlarda durumu idare ederler.

Jack çocukların et yiyebilmeleri için ava çıkmak istediğini söyler. Ama asıl amacı, kendi de farkında olmadığı halde, kan dökmektir. gelgeleim atom çağı yaşayan çocuklar için kan dökmek kolay değildir. Nitekim Jack sarmaşıklara takılan bir domuz yavrusunu öldüremez ilkin.

Ancak av Jack'te bir saplantı olmuştur artık. Domuzları kolay kıstırabileceği bahanesiyle yüzünü gözünü boyalarla boyar. Hem ilkel kabile adamlarına benzemek hem de kendi benliğini maskelemek için yapar bunu.

Jack ile avcıları domuz yakalamanın çoşkusu içinde ateşe odun atmayı unuttukları için, dağın doruğundaki umut ateşinin sönmesiyle ilk domuzun öldürülmesi aynı saatlere rastlar. ve, tam o sıralarda dumanı görseydi belki gelip çocukları kurtaracak bir gemi geçer açıktan. Ralph ile Domuzcuk acılar içinde uzaklaşan geminin arkasından bakarken, jack canlı bir yaratığı öldürmüş olmanın yabansı sevinci içindedir.

Jack domuzları öldürdükçe daha zalim olur. Faşistlere özgü dar kafalı şovenizmle " nasılsa biz vahşi değiliz, biz ingiliziz ingilizler her şeyi en iyi yapar" diye övünen bu çocuk vahşilerin en kana susamışı gibi davranır. Daha ilk domuzu vurduktan sonra bile, ateşi söndürdüğü için onu suçlayan Ralph'e henüz el kaldıramadığından onun akıl hocası olan Domuzcuk'u bir yumrukta yere serer. çocuğun gözlüğün tek camının kırılmasına ve tek gözlü kalmasına neden olur.

Ne var ki canavar varsa avlarız diye böbürlenen Jack kendisinin domuzları avladığı gibi birinin de onu avlamasından için için korkmaktadır.

Zamanla tüm adaya egemen olan korku küçüklerin önce yılan gibi bir şeyden sonra bir canavardan yakınmalarıyla başlar. kendi benliğinde bir canavar yatan jack adada bir canavarın olduğuna ikna olur. Domuzcuk canavara inanmaz. Başlarda inanmayan Ralph dağın doruğuna konan şeyi kendi gözleriyle görünce inanır.

Çocukların canavar sandıkları ölü bir paraşütçüdür aslında. Adanın üstünde bir hava savaşı sürüp gittiği sırada bir patlama olur ve ölü bir paraşütçü çocukların tek umudu olan ateşin bir daha yakılmasını engellermişçesine dağın doruğuna konar. Ve paraşüt rüzgarda şiştikçe ölü de canlıymış gibi devinip durur.

Çocukların canavara inanmalarıyla birlikle Jack ile Ralph arasındaki düşmanlık açığa çıkar. Şimdiye kadar Ralph'ın kullandığı deniz kabuğuyla Jack çocukları toplantıya çağırır. Ralph'ı korkaklık açısından Domuzcuk'a benzemekle, gerçek bir şef olmamakla suçlayan Jack, bir hükümet darbesi yapıp iktidarı ele geçirmek için kıyasıya bir savaş verir. Gerekli oyları gene elde edemediği için, demokratik yöntemlere göre yenilmiş sayılsa da, aslında bu bir yenilgi değildir. Çünkü Jack, ava gitmek ve et yemek isteyenlerin peşinden gelmelerini söyleyerek, adanın öteki ucundakiKaya Kale dediği yüksek kayalığa çekilince, büyük çocukların tümü, bundan böyle şef olduğunu açıklayan Jack'in, yüzü boyalı vahşilerden oluşan"kabile"sine katılırlar. Böylece çocuklar demokratik düzenden cayıp, kabile düzenine geri dönerler.

Gerçi Domuzcuk, kafasını kullanarak, dağın doruğunda canavardan ötürü yakılamayan ateşin kumsalda yakılmasını önermiştir ama Jack ile kabilesi gece barınaklara bir baskın yapıp, Domuzcuk'un tek camlı gözlüğünü çalarlar. Adada ateş yakmanın tek yolu da, Domuzcuk'un gözlüğünün merceği ile kuru yaprakları tutuşturmak olduğu için, çocukların kurtuluş umudu olan ateş artık hiç yanmayacaktır; çünkü Jack açıktan geçen gemilere işaret vermek için değil, ancak avladığı domuzları kızartabilmek için gözlüğü çalmıştır.

Canavara inanmayan tek çocuk küçük Simon'dır. Herhalde kendi dünyası ışık içinde olduğundan tüm çocukların ödünü koparan karanlıklardan hiç korkmadığı için geceleyin tek başına ormana giden, ara sıra bayılıp bir çeşit sara nöbeti geçiren Simon'ı öteki çocuklar biraz kafadan çatlak bilirler. Simon herkesin derdini dert edinir. Barınaklar yapılırken Ralph'e yardım eden tek çocuktur. Jack, ava katılmadığı bahanesiyle kızartılmış domuz etini Domuzcuk'tan esirgeyinceSimon kendi pyına düşeni Domuzcuk'a verir; küçüklerin erişemediği yüksek dallardan en olgun meyveleri koparıp onlara sunar. Bunlar iyi yürekli insanlara özgü davranışlardır. Ama Simon sadece iyi yürekli olmakla yetinmez. Bir mistik, bir ermiştir bu küçük çocuk. Simon sezgileriyle gerçeği görebildiği gibi geleceği de bilir. Örneğin Raplh'in günü birinde bu adadan kurtulacağı, evine geri döneceği içine doğduğu gibi, canavarın dış dünyada değil, çocukların kendi içlerinde olabileceğini anlar. Simon "bizden başka canavar yok belki" derken "insanlığın başlıca hastalığını dile getirmek ister".

Kitaba adını veren Sineklerin Tanrısı, bu hastalığı, yani insanların içindeki kötülüğü simgeler. Sineklerin Tanrısı üzerine sineklerin konduğu ölü bir domuz başıdır: Jack, ilkel bir insanın inancıyla, karanlık güçleri yatıştırmak, kendini ve kabilesini canavardan koruyabilmek amacıyla, öldürdüğü bir domuzun başını kesip, iki ucu sivriltilmiş bir kazığa geçirmiş, kazığı bir put dikercesine toprağa çakarak, bu kokuşmuş domuz başını canavara sunmuştur.

Simon, insanları çok sevdiği halde, ara sıra tek başına kalabilmek için, ormanda gizli bir yer bulmuştur kendine. Bir gün o gizli yerde sineklerin tanrısı ile karşılaşır. Çocukların karabasanlarına giren canavar olduğunu açıklayan sineklerin tanrısı, çocuklar içinden ancak Simon'ın gerçeği bildiğinin farkındadır, ancak Simon canavarın çocukların içinde olduğunu ve bu yüzden öldürülemeyeceğini anlamıştır. Sineklerin Tanrısı kahkahalar atarak "..sen biliyordun değil mi? sizlerin bir parçası olduğumu biliyordun (...) her şeyin bozulmasının nedeniyim ben. Bunu biliyorsun değil mi?" der. Sonra da simon'ı uyarır "seni istemiyorlar. Biz eğeleneceğiz bu adada. Onun için bir haltlar çevirmeye kalkma, benim zavallı yolunu şaşırmış çocuğum. Yoksa seni yok ederiz anladın mı*" Ve sineklerin tanrısı kapkaranlık ağzını açınca Simon bu ağzın içine düşercesine yere yıkılıp bir sara nöbeti geçirir.

ne var ki Simon acı gerçekle, yani kendi benliğinde hiç bulunmayan kötülüğün çoğu insanların içinde var olduğu gerçeğiyle karşılaştığı halde, bu kötülüğü simgeleyen Sineklerin Tanrısı, Simon'ı yutup yok edememiştir yine de. Simon kendine gelir gelmez, dağın doruğuna çıkmaya karar verir. Orada bir canavar olmadığını çoktan sezmiştir. "Simon canavarı düşündükçe, gözünün önüne bir insan geliyordu: Hem yiğit, hem de hasta bir insan." Nitekim gecenin karanlığında, bitkin bir halde, düşe kalka dağa tırmanınca, canavar sanılan şeyin aslında ne olduğunu görür. Ölü pilot gülünç bir kukla gibi devinip durmasın diye, paraşütün kayalara ve çalılara takılmış iplerini çözer. Sonra durumu bildirmek üzere dağdan iner.

O sırada korkunç bir fırtına patlak vermiştir. Karanlık gecede çıkan şimşeklerden, gök gürültüsünden ödü kopan çocukları oyalamak için Jack çılgın bir dansa zorlar onları. Canavarı nasıl öldüreceklerini simgeleyen bu dans, çocukları korkudan kotuyacak bir çeşit büyü gibidir. Bir halka yapan -ve ne yazık ki, aralarında Ralph ve Domıuzcuk da bulunan - çocuklar, hep bir ağızdan "canavarı gebert, gırtlağını kes, kanını dök" diye bağıra bağıra tepinirlerken yürüyecek hali olmadığından emekleye emekleye ilerleyen simon, ormandan çıkar. "tepedeki ölü adam" diye bir şeyler anlatmaya çalışarak halkanın içine girer. hem korkudan deliren, hem de yabansı bir öldürme hırsına kapılan çocuklar, canavarın olmadığını müjdelemeye çalışan simon'ı canavar sanıp paramparça ederler. Simonın ölümüyle beraber çıkan güçlü bir rüzgar ölü pilotun paraşütünü şişirir, paraşüt dağın doruğundan havalanır adanın üstünden geçer ve ölü adamı denize gömer."

Çocukların en acımasızı olan Roger gözlüğünü geri almak isteyen Domuzcuk'un üzerine bir kaya yuvarlayarak kafasını parçalayıp ölümüne sebep olur. Son ana kadar Ralph'dan yana olan ikizler Jack'in tarafına geçmeye mecbur bırakılırlar. Jack Ralph'i öldürmeyi kafasına koymuştur. İkizler bunu ona haber verirler ve Ralph çok yakınlarında bir kuytuyu götererek onları buradan uzak tutun burada saklanacağım der gece. Ertesi sabah ikizlerden birinin yerini söylediği ortaya çıkar Ralph'e saldırırlar. Saklandığı ağaçlık alandan çıkartabilmek için dalları tutuştururlar ve bütün ada yangın yerine döner.

Tam Ralph'ı yakalayıp öldürecekleri sırada bir İngiliz kurovazöründen inen subayla çarpışır Ralph.
Subay yüzü boyalı vahşi çocukları görünce ve iki üç ölü olduğunu öğrenince "İngiliz çocuklarının daha iyi idare edebilecekleri düşünürdüm" der.
Roman böylece biter, Çocuklar kurtulur mu, Jack'in kabilesi kuruvazörü de ele geçiri mi? ne olup biter bilinmez???

10 Ocak 2016 Pazar

Son Şüra / Sezgin Kaymaz

2016 yılı için ikinci kitabım Sezgin Kaymaz'dan Son Şüra..
Sezgin Kaymaz'ı çok seviyorum ben.
Daha tüm romanlarını tamamlayamadım maalesef ama hedefim tamamlamak üzerine.
Offff konu okumak olduğunda ne kadar çok hedefim var benim yahu...
Neyse ne yapalım, elden geldiğince artıkın :)

Son Şüra aslında bir üçlemenin son kitabı...
Sevinç Kuşları 3
Sevinç Kuşları 1 Deccal'in Hatırı
Sevinç Kuşları 2 Kısas
bu ikilinin ardında henüz yeni çıkan3. ve son kitaptı..

Şimdi Son Şüra'nın özetini yazmaya kalksam havada kalacak...
En baştan başlayıp özetlemeye kalksam ilk iki kitabı okuyalı hayli zaman olduğu için çok detay hatırlayamayacağım.. İyisi mi bu özetsiz olsun..

Zaten özetlemesi de ne kadar zor olurdu.. O kadar çok karakter, o kadar çok olay, öylesi karmaşık ama bir o kadar kusursuz bir kurgu ki...
Kimbilir belki bir gün en başından başlayıp yeniden okur ve özetlerim bir gayret...
Bunca hiç okunmamışım varken hayli zor gibi ama olsun ...
Umut fakirin ekmeği
Ye Memet ye hesabı olsun benimkisi de...





2 Ocak 2016 Cumartesi

"Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları"

2015 yılı için kendime okuma hedefi koymuştum.
2015'te 15 Klasik
ve toplamda 50 kitap diye...
15 klasik tamam
ama 50 kitabı tamamlayamadım. 47 de kaldım ...

neyse esas sorun o değil ve, ben unutuyorum okuduklarımı iyi mi...
epeydir var bu sorunum.. bunuyo muyum nedir.

uzatmayım, baktım harbi harbi unutuyorum, hiç okumamış gibi oluyorum falan, bari dedim öğrenciliğimizde öğretmenlerimizin uyguladığı taktiği uygulayım..
yani özet yazayım..

2016 için aldığım karar da bu...
burada blogda okuduğum kitapların özetlerini paylaşacağım..

şimdiden uyarayım okumayı düşündüğünüz kitaplar varsa benim  özetleri okumayın, zira ben giriş gelişme sonuç şekline yazıp geçeceğim.
hem aklımda kalıcı olsun hem de unutursam geri dönüp bakıp hatırlayım diye....

2016'ya bitpazarlarında, sahaflarda vs buldukları fotoğrafların koleksiyonun yapan bir kaç fotoğrafçının elindeki fotoğraflardan esinlenerek yazılmış bir romanla başladım.




"Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları"

Yazar: Ransom Riggs

Beğenmedim diyemem, iki günde bitti zaten. Ama bayağı bayağı çocuk kitabı aslında. Fantastik Masal demek çok daha mümkün bence türüne romandan ziyade.

karakterler:
Jacob -romanın baş kahramanı
Büyükbaba Abraham Portman
Bayan Peregrine
Emma Bloom
Millard Nullings
diğre tuhaf çocuklar
Jacob'un anne ve babası

ÖZET
Abrahan Portman çok küçük yaşta bütün ailesinin öldüğü savaştan şans eseri kurtulabilen ve Galler'deki bir yetimhanede büyüdüğünü anlatan bir yaşlı adamdır. Büyüdüğü yetimhanede acayip şeyler yaşadığını anlatarak ve buradaki arkadaşlarına dair enteresan fotoğraflar göstererek büyüttüğü oğlu aklı ermeye başladığı zaman babasının hayal gücünün uydurmaları olduğunu düşünüp gülüp geçmiştir bunlara. Sonrasında bu oğlundan olma torun Jacob'u da benzer öykülerle büyütmüştür.
Gösterdiği fotoğraflarda tuhaf şeyler yapabilen çocuklar vardır. Ayakları yerden kesilmiş uçabilen bir kız

kocaman bir kayayı kolayca tek eliyle kaldırmış bir oğlan

görünmez birisi giymişçesine ayakta durabilen kıyafetler

arkasına bir yüz çizilmiş bir kafa

Başlarda tüm bunlara kayıtsız şartsız inanan Jacob da babası gibi zamanla hikayelerin hayal ürünü fotoğrafların ise hileli oldukları kanaatine varmış, bunu da büyükbabasına söylemiş ve "inanmıyor musun? sen bilirsin" cevabını almıştır.

Büyükbaba son zamanlarda hastalanmış ve unutkanlık belirtileri göstermeye başlamıştır. Yetimhaneden çıktıktan sonra savaşa katılmış olduğu için savaşa ve silahlara dair takıntısı olduğunu düşündürtmektedir aileye zira evinin bahçesinde bir kulübeye bir çok silah yığmıştır. oğlu son dönemlerdeki tavırlarından endişendiği için bu deponunn anahtarını saklamıştır.

Jacob tatillerde annesinin ailesinin sahibi olduğu marketler zincirinde çalışmaktadır. Bir gün işteyken bir telefon gelir büyükbabasından, adam ısrarla anahtarların yerini sormakta "onca yıldan sonra beni buldular, peşimdeler, onlarla nasıl savaşacağım" demektedir.

savaş sırasında yaşadıklarıyla ilgili uydurduğu canavar ve büyülü ada hikayeleri artık tehlikeli olmaya başlamıştır.

ısrarla anahtarları istediğini canavarların geldiğini söyleyip  Jacob direnince sinirlenip anahtarlar babanda kalsın, cesedim de onun olsun diyerek telefonu kapatır. Jacob babasını arayıp durumu anlattığında babası büyükbabayı ziyaret edip duruma bakmasını rica eder.
Jacob da külüstür bir arabası olan arkadaşı Ricky den rica eder ve beraber büyükbabanın evine giderler.
Büyükbabayı evde bulamazlar ve ormana doğru yürüdüğünü fark ederler.. ararken ormanın içlerine doğru bir koridor fark eden Jacob oraya girince büyükbabasını yüzüstü yerde yatarken bulur.
Hala yaşadığını farkedip onu çevirdiğinde Jacob karnında çok derin yaralar olduğunu görür.
onu kaldırmaya çalışırken büyükbaba "Jacob adaya git burası güvenli değil" ve "Kuşu bul, döngünün içinde, ihtiyar adamın mezarının diğer tarafında 3 eylül 1940" demiştir. Jacobun bir şey anlamadığını fark edince de son gücüyle " emerson, mektup, neler olduğunu onlara anlat" diyebilmiştir.
Bu arada Jacob izlendiğini hissederek el fenerini ormana doğru tuttuğunda ağzından yılan balığı benzeri bir sürü dil sarkan bir canavar görüp çığlık atmıştır.

Bu hadise sonrasında Jacob iyiden iyiye içine kapanmış gördüğü canavarı görmediğini söyleyen tek arkadaşı Ricky ile dahi arası bozulmuştur. Büyükbabasının ona vermeye çalıştığı mesajla alakası araştırma yapmış, bir çok alternatifi denemiş bir sonuca ulaşamamış, en sonunda ailesinin ısrar ettiği psikolojik desteği almayı kabullenmiştir.
bu arada babasıyla dedesiyle ilgili konuşup ona anlattığı hikayeleri babasın da anlattığını ama babasının ciddiye almadığını, hatta babasının dedesine kırgın olduğunu çünkü gençliğinde mektuplaştığı bir sevgilisi olduğunu kızkardeşiyle o mektupları yakaladıklarını anlatmıştır.
Jacob psikolojik yardım sürecinde  Dr. Golan isimli bir psikologdan çok fayda görür, artık gördüğü canavarı dedesinin anlattıkları sebebiyle hayal ettiğini kabullenmiştir.
16. doğum günü için annesi bir süpriz parti düzenler. Bu partide halası ona bir kitap hediye eder. Aslında bu kitabı dedesi Jacob'a bırakmış, halasın onun evinde bulmuştur.
Kitap Emerson'un seçilmiş eserleri'dir. içinde dedesinin Jacob Magellan Portman'a ve ileride keşfedeceği dünyalara diye yazdığı bir not vardır. Ayrıca kitabın içinden Okul Müdiresi Pregrine imzalı bir mektup da çıkar. Adadaki hayattan söz eden  oraya dönmeyi düşünüp düşünmediğini soran bir mektuptur. Bayan Peregrine'in pipo içerken çekilmiş silüet şeklinde bir fotoğrafı da eklenmiştir mektuba.
Jacob dedesinin ölürken söylediklerini anımsar, Emerson'daki mektup işte budur. Mutlaka adaya gitmesi gerektiğini anlar. Bu konuda ailesini ikna etmesi imkansıza yakınken süpriz bir biçimde psikoloğu Dr. Golan'dan destek görür. Dr. Golan oraya giderek her şeyin ne kadar hayal ürünü olduğunu kendi gözleriyle görmesinin sağlığı için çok faydalı olduğunu söyler. Bu arada bir kuş gözlemcisi olan babası da bahsi geçen adada çok nadir kuşlar olduğunu öğrenince onları gözleyip bir kitap yazmaya karar verir ve baba oğul iki haftalığına Gallerdeki o ufak adaya giderler.
zor şer adanın ikamet edilebilecek tek odasını tutup kalmaya başlarlar. Jacob yetimhaneyi gidip gezer, savaş sırasında bombalanmış ve her tarafı çökmüştür. yetimhanede desinin odası olduğunu sansığı bir odada bir sandık bulur sandığı açamayınca yukardan atarak kırılmasını sağlar içinden dedesinin ona gösterdiklerine benzer bir sürü fotoğraf çıkar. bu sırada birilerinin kendini gözetlediğini fark ederve bir kız çocuğunun  peşine düşer. Adadaki bataklıkta bulunana ve şimdi müzede sergilenen fosilleşmiş insan cesedinin bulunduğu yerde bir tünele kaçar kız ve Jacob da arkasından gider.. kendini ışıl ışıl güneşte bulur tünelden çıkınca ama kızın izini kaybetmiştir.
Kasabada bir çok macera yaşadıktan sonra peşine takıldığı kız -ki bu Emma'dır- yetimhaneye götürülür. Yetimhane dimdik ayakta durmaktadır.
Öğrenir ki yetimhane içinde yaşayan tuhaf çocuklarla birlikte bombanın düştüğü günün bir öncesine yani 3 Eylül 1940'a sabitlenmiştir. Bu bir döngüdür.Döngülere ancak sıradışı yetenekleri olan tuhaf çocuklar dahil olabilmektedir. Ve dönüp dönüp hiç büyümeden aynı günü huzur içinde yaşamaktadırlar.
Bu ve buna benzer kimi döngüler vardır dünyanın farklı yerlerinde ve farklı tarihlere kilitlenmişlerdir. döngülerin başında ymbryne denen istediklerinde kuşa dönüşebilen kadınlar bulunmakta ve hergün saati gelince döngüyü sıfırlamaktadırlar.
döngüde yaşayan çocuklardan biri uçabilmekte; biri -ki bu Emma- ateş topları yapabilmekte biri kayaları kaldırabilmekte biri görünmez vs vs
büyükbaba da bir tuhaf çocuk olduğu için bir süre burada yaşamış o zamanlar Emma ile birbirlerine aşık olmuşlar sonra savaşta ailesinin öldürenlerden intikam almak istediği için döngüden çıkıp savaşa katılmış ve kendine bir hayat kurmuştur.
Jacob gündüz babasına kimi yalanlar uydurup döngüde geceleri günümüzde yaşayarak zaman geçirmekte, dedesinin sırrını çözmeye çalışmaktadır.
Böylelikle uzun zaman önce tuhaflar arasında ihtilaf çıktığını bir kısım tuhafın zzamanı askıya almanın yanında tersine çevirerek ölümsüzlüğü bulma hevesine kapıldıklarını ve Bayan Peregrine'in iki erkek kardeşinin de bu fikre kapılıp kötülerden olduklarını öğrenir.
Ölümsüzlük çalışmalarını yapmak için Sibirya tundralarında bir döngüye gittiklerini ve orada uğraşırken korkunç bir patlama meydana geldiğini bu patlama sonrası muhaliflerin sadece gölgeleri görünen canavarlara dönüşüp tuhaflara saldırmaya başladıklarını anlatır ona bayan peregrine.
Gölgelere dönüşmüşlerdi ve bir gölge yeterli sayıda tuhaf kanı içerse bir hortlağa dönüşebiliyordu. Hortlklar tıpkı insanlara benzeyen ve gölgelere tuha eti sağlamakla görevli yaratıklardı. tüm tuhafları öldürüp gölgelerin tamamını hortlağa çevirme amacındaydılar. Hortlakları insandan ayırmanın tek yolu gözbebeklerinin olmayışıydı.
Jacob bu gerçekleri öğrendiği sırada dedesindeki tuhaflığın da sadece gölgesi görünebilen canavarları görebiliyor olmak olduğunu ve döngüye tuhaf olmayan kimsenin giremeyeceğini de öğrenmiş olur. dedesinin öldürüldüğü gece gördüğü canavarı anımsayınca kendisinin de tıpkı dedesi gibi canavarları görebilen bir tuhaf olduğu ortaya çıkar.
Jacobdan döngüde kalıp onlarla yaşamasını isterler ama Jacob arada kalmıştır. Canavarlar dedesini bulduklarına göre peşlerinde demektir.
Bu arada günümüzdeki kasabaya yeni bir kuş gözlemcisi gelmiş Jacob'un babasının da buna morali bozulmuştur. Çıkartmak istediği kitabı adamın ondan önce çıkartacağını düşünmektedir. Bu sebeple de eve dönmeye karar vermiştir. Jacob her şeyi geride bırakıp evine dönmek istese de artık öğrendikleriyle bunu yapması imkansız gibidir. Hortlaklar onun da peşine düşeceklerdir dedesi gibi.
Bu arada diğer döngülerden bir tanesi saldırıya uğramış ve tuhaf çocuklar öldürülmüştü. Bayan Peregrine döngüde kuş uçurmuyordu.
Jacob babasının kuş bilimciyle karşılaştığını ve adamın gece gece güneç gözlüğü taktığını öğrenince durumdan huylanır. Bu arada da kasabanın müzecisi ortadan kaybolmuştur. Daha sonra parçalanmış cesedi bulunmuş ve otopsi için almalarını bekletmek için balıkçını buz teknelerinden birine konmuştur.Jacob Emma dan hortlakların insan da yiyebildiğini öğrenir.
Tehlike yüzünden Bayan Peregrine Jacob'un döngüden çıkmasına izin vermemektedir. Ancak Jacob ortada gezinen bir hortlak varsa babasının tehlikede olduğu düşüncesiyle endişelidir. Bunu öğrenmek için döngüden kaçmaya karar verir. Emma onu yalnız bırakmaz ve tuhaflığı yeni bir yürek takarak ölüleri bir süreliğine yeniden canlandırabilmek olan Enoch da onlarla gider. Martin'i bulup canlandırmayı başarırlar ve onu bir canavarın öldürdüğünü öğrenirler. Martin onu öldürenin fosil adam olduğunu zannetmiştir oysa hortlaktır. Tam bu gerçekleri öğrendikleri sırada balıkçıya bir adam girer. Onların hakkında her şeyi bilmektedir Jacob bizi nerden tanıyorsun dediğinde adam yıllarca onu okula taşıyan otobüs şöförü sonra yıllarca bahçelerine bakan bahçıvan gibi konuşur. Jacob adamın bir hhortlak olduğunu ve uzun zamandır hayatında rolden role girdiğini anladığı anda adam Dr. Golan'a dönüşür. Jacob şok olur ama gözlerin normaldi dediğinde dr. golan lens olduğunu söyler. Hortlak canavarları görebildiği için Jacob'a onlarla çalışmasını böylece iyi bir hayat yaşamasını önerir Jacob kabul etmez. Bir şekilde elinden kurtlmayı başarırlar, döngüye döndüklerinde oranın saldırıya uğradığını Bayan peregrine in kuş suretiyle kaçırıldığını farederler.
zorlu bir savaş verip bayan peregrine i kurtarırlar ama kuş halinden insan suretine dönüşememektedir artık. Bu arada döngü de sıfırlanamamış ve çözünmüştür.
Hortlakların ymbryneleri kaçırma sebepleri onları yeni gölgeler oluşturma reaksiyonlarında kullanmak içindir.
Jacob babasına bir mektup bırakıp döngüye dönüp yeni bir ymbyrine bularak yeni bir döngüye tuhaf çocukları ulaştırmaya yardım etmeyi amçlamaktadır. o sırada babası gelir ve ona açıklama yapmaya çalışır. Babası bahsettiği arkadaşlarını hayli olduğunu hemen eve dönüp iyi bir psikiyatr bulmaları gerektiğini söylerken Jacob onunla eve dönmeyeceğini bildirince baba çok sinirlenir. O sırada kapı çalınır, Emma Olive ve Millarde gelirler. Emma alevden top yapar Olive kurşun ayakkabılarını çıkartıp uçar Millard ilaç kutularını havaya kaldırır görünmez olduğunda baba şaşırır.
Jacob abasını dedesi gibi seyahate gitmesi gerektiğine ikna eder ve tuhaf çocuklarla beraber döngüye döner.
hazırlanıp kendilerine yeni bir döngü bulabilmek için sanala binip yol koyulurlar....