11 Ağustos 2011 Perşembe

ONYILLIK bir masal yazmisiz Buu ile... hala bitmemis.. bitmez de....


On koca yil

imza atmisiz da bir deftere

bundan sonra beraber yuruyecegiz hayat yolunda deyivermisiz
bundan sonra beraberiz elele

hatirlar misin diger yarim "balbocegi" derdim sana
zamanla eskiyor belki bu ilk ask heyecani ile takilmis lakaplar
geriye donup bakinca gulunc dahi geliyor hatta
sen de balim derdin mesela bana
ne kadar zaman oldu balbocegim demeyeli sana animsamiyorum
eh sen de balim demeyi unutali ohoo cok yillar olmustur
onemli olan bu degil iste
onemli olan baska seyler hayatta
biliyoruz
evlilik sonrasi 10 yil birbirimizin hayatina dahil olaliberi yasadigimizi da eklersek 13.5 yil cok sey ogretti bize
bebeksi sevgi takistirmalari olsa kime neee olmasa kime ne
ben hala ne vakit bir midye dolmaci gorsem izmir mi istanbul mu diye bakiyor ve adini geciriyorsam icimden
ne vakit polemige girilse ingilizce bir kelime ile ilgili ilk aklima gelen oluyorsan ve hala gogsumu gere gere Buu ye soralim o bilir diyorsam
bu ve sayamayacagim daha milyonlarca an seni bende barindiriyorsa her an
sen de buna benzer bana has nice an beni sende barindiriyorsan her an
hala


biz dogrusunu yapmisiz be sevgili
hele hele en basarili eserimize -simdilerde kuzguni siyaha yaklasan rengiyle latinaliktan negroluga adim adim ilerleyen- capon baligimiza her bakisimda -ki cok ama cok sik bakmaktayim ve bakmaya doyamamaktayim kendisine-
hep iyi ki diyorum
iyi ki



iyi ki seni sectim diger yariliga
iyi ki beni sectin diger yariliga

yine bir arada degiliz
onuncu yildonumumuzde hem de

olsun
biraradalik ille yanyana olmak degil
iyi biliyoruz

sevdicegim
kutlu olsun
hadi SALUT daha nice onyillara



bi de
balbocuuu seviyorum seni biliyosun di mi
evet
hala..............

evet
daima...........................



8 Ağustos 2011 Pazartesi

seni sevdiğimce sevdiğim yaz ya da yazı sevdiğimce sevdiğim sen

Yazlarda zaman agir ilerliyor adeta adam....

o hizla gecip gittiginden sikayet ettigim zaman, yaz oldu mu agir agir eriyen bir muma donusuyor da usulca suzulup butunden akiyor ve damliyor sanki bir noktadan

buna sebep olsa gerek yaza tutkum...

bilirsin sevdim mi sonuna kadar severim

sevdim mi egrisiyle dogrusuyla severim

egrisini duzeltme cabasina dusmeden
dogrusun abartip suslemeden

yazi da boyle seviyorum iste adam

seni sevdigim gibi









sahi

soylemedim nicedir degil mi
seni ne cok sevdigimi?

bagisla


yaz rehaveti.....



dipteki not 1: 2. fotograftaki modelim Nagihan Karayakaylar Edwards"a sonsuz tesekkurlerimle

dipteki not 2: fotograflari isleme sansim olamadigi icin oldugu gibi ham halleriyle makineden alip aktariyorum surc-u lisan icin affola

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Ve yine BODRUM.......

Tatildeyim...
Tembellik uyusukluk sinirini zorlama noktasinda
ablamin bilgisayarini kullanmaktayim ve turkce karakterleri ya yok ya da benim cikartamadigim bilmedigim koselerde

klavyede yok o net



Ilk genclik yillarimi animsiyorum da

o yillarimin Bodrumunu
bu yillarimin Bodrumu ile uzak yakin iliskisi olmayan
sabaha karsi  -ne sabaha karsisi yahu resmen sabah- saat 6 gibi evin yolunu zor buldugumuz
muzik dans eglence alkol cilginlik ne varsa iste....

yaslanmis miyim ne..

o zaman kizardim mazhar fuat ozkan in bodrum sarkisina

biraz deniz biraz uyku butun istegim buydu
bodrum bodrum
dediler mi uyuz olurdum bodrum ve uyku dalga mi geciyor bunlar diye
vallahi oluyormus

bir de o zamanlar o kadar doymusum ki o cilgin eglencelere simdilerde cocuklu bir kadin olarak neden gidemiyorum diye en ufak bir ah etme uzulup dert etme kivilcimi gecmiyor icimden

hos zaten istesem giderim de annem burada oldugundan defneyi birakma derdi yok aslinda
ama dedim ya
aklima bile gelmiyor

meltem beach de deniz sefasi sonrasi aksam yemegine kalip handiyse denizin icindeki masalarda bira esliginde aksam yemegi yedik bu aksam
nefisti
vallahi bar eglencesi isteyenin olsun dedim icimden yalan yok :)






Cocuklar ozgurluklerini ilan edip kendilerine ayri masa actirip kakir kakir kikir kikir orada yediler ve hatta bizden ayri
buyumusler mi ne yahu bunnar
e ne vakit?
Tuhaf......









yarin ozel bir gun olacak benim icin
calisacagim
fotografcilik kariyerim (vay kariyerimi yiyim bana bir sey olmasin ahahah) icin hayli muhim bir adim
 gururla karisik tatli bir heyecan var icimde
icim icime sigmaz kivamindayim...

sans dileyin bana.....

ben simdi yeniden zamanin eriyerek daha yavas aktigini hissettigim o nefis yaz tembelligime gomulmeye gidiyorum




nam nam nam nam nam nam nam..............

2 Ağustos 2011 Salı

Şarkını Söylediğin Zaman - İnci Aral

"Zaman içinde yaşadığımız bir akarsudur, bizi alıp ya ileriye doğru götürür ya da boğup öldürür" (s. 9)

"Ara sıra hayallere kapılıyor, kendine yeni yönler, paraleller, üçgenler, dörtgenler hatta çokgenler çiziyor ve hayatını yeni bir güzegâha çevirmek isteği duyuyordu. Başka bir ülkeye göçmek, değişik bir çevreye girmek, farklı insanlar tanımak. Muhteşem aşklar yaşamak. Kuşkusuz bunları yapabilmek için yırtıcı ve cesur olmak, hayata asılmak gerekiyordu. Oysa o elindekinin değerini bilen ve acıklı denebilecek ölçüde kendi kendine yeten biriydi." (s. 29)

"Belki de aşk gerekiyordu yeni bir gelecek yaratabilmek için... hayatına giren hiç kimseyi tutkuyla sevmemişti şimdiye kadar. Üstelik aşkın birdenbire, beklenmedik anda karşısına çıkacağına da inanmamıştı. Hep uzaktan bakmış, o hazineyi bulma ümidini neredeyse kaybetmişti.
Ama işte şimdi birdenbire
Aşk!" (s. 34)

"Gerçekte zaman soyut değil, gözle görülür biçimi olan bir şeydi. Yine de üstüste gelmiş resimlere bakarken olduğu gibi zamana da bir kuyunun derinliğine bakar gibi bakabiliyordu. insan. Yukarıda aşağıya, aydınlıktan karanlığa..
Suyun siyah aynasında hiçbir şey görünmüyordu ilkin. Sonra yavaşça bir nesne beliriyor, sonra yüzeye çıkıyordu. Bir ağacın gölgesi, her hangi bir öğleden sonrasının en güzel anı, bir söz, dal değiştiren bir kuşun kanat sesi, bir bakış ya da duruş. Yaşananlar kaybolup gitmiş gibi geliyordu insana ama öyle değildi. Daha sonra gelenler belleği yeniden biçimlediği için aynı heyecan yakalanamıyordu, geçmişte neyin nasıl olduğu unutuluyordu eninde sonunda. Geri gelen, zamanın tortusuydu. (s. 36)

"Aslında yaşandığı süreçte insana tuhaf ve korkunç gelen şeyler bile, güvenli bir uzaklıktan bakıldığında yabansı bir dekor gibi görünüyor." (s. 41)

"Yalnızlığa alışkındı, cesur ve kırılgan biri için yalnızlık kendine sadakatin bir başka biçimi ve biraz hüzünlü de olsa daha dayanıklı bir şeydi. Yalnız yaşama pratiği sınırlıydı, içsel yalnızlıktı düşündüğü." (s. 49)

"yer değiştirmekten daha fazlası gerekiyordu bir hayatı yenilemek için" (s. 59)

 "Küçük gönül kaymaları insana yazma gücü veriyor, yaratıcılığı ve sözel derinliği arttırıyordu." (s. 60)

"Telefondaki mesajı tekrar tekrar okudu: Ben size âşık oldum!


Bu sıradan ve muhteşem cümleyi içine çekti. Âşık olmak. Onu gençliğine çağıran bu çok çiğnenmiş söz niye bu kadar etkiliydi, niye bir sır gibi görünüyordu gözüne şimdi? Yazanın sadece kendisi için ürettiği sırrın yansıması olduğu için mi?

Birden irkildi. Bu kadın neden bu kadar tanıdıktı? Neden daha karşılaştıkları ilk gecenin sonunda sevgili olmuşlar gibi bir duyguya kapılmıştı? Yabancısı değildi, âşık olduğu bütün kadınlar ilk anda aynı etkiyi bırakmışlardı üzerinde. Aşkla gelen coşkuyla onları da çok eskiden beri ve yakından tanıdığı yanılsamasına kapılmıştı. Bir başkasına açılmak, insanın sınırlarını esnetiyor, karşıdakinde kendini görmesini kolaylaştırıyordu. Belki de o tanıdığı kendisiydi.

Aşk böyle tuhaf bir şeydi işte. İnsan hiç beklenmedik anda, beklenmedik biriyle karşılaşıyor ve onu farkında olmadan içine yerleştiriyordu. Bu duyguyu tanıyor, biliyor, özlüyordu. Gerçekte bütün aşklar bir öncekilerin devamıydı. Zikzaklı da olsa da bir çizgi üzerinde yer alıyor, aynı yerlerden kırılıp kopuyor, tarazlanıp kontak yapıyorlardı. Ayşe’ye kimseye olmadığı kadar özenli davranma isteğiyle doldu içi. Olur ya da olmaz, denemeliydi. Bir şey başlamıştı, bir kez başlayınca da durdurmanın yolu yoktu." (s. 66-67)

"kimileri aşka, duygusallığa kapılarını kapattıklarını, kaya gibi sert durup çocuksu heveslere gönül indirmediklerini sanıyorlardı. Ayıplayıp kınayanlar bile çıkıyordu. Oysa insanın aşka, su kadar ihtiyacı vardı.... Aşk ve cinsellik konularında kural koymaya kalkışmak bönlüğün dik âlâsıydı.
...
aşk çağrısına hesapsız kitapsız katılmak ruhen mülksüz olmayı gerektiriyordu belki de. " (s. 67)

"Yeni bir aşka kanat açarken, uçmayı unuttuğu korkusu mu duyuyordu yoksa! Bir aşkın nasıl yaşandığını hatırlamak mı istiyordu?
Neden olmasın!" (s. 70)

"Belirli bir uzaklıktan hüküm vermek yetmiyordu eşiği geçmeye. Kuşları görebilmek için yalnızca gökyüzüne değil, kumdaki ayak izlerine de bakmak gerekiyordu." (s. 79)

"şarkılar duyguları ifade etmenin en kolay yoludur. Kimseyi incitmezler, istemeyen üstüne alınmaz. Şarkı işte, ne olacak." (s. 80)

"Aşk delirmektir, azgın bir su gibi bentleri, duvarları yıkar geçer, sınır tanımaz.

Seni zorlamamı kafana vura vura kendime âşık etmemi mi bekliyorsun yoksa?

Âşık olsaydı aşkını bana karşı savunurdun.  Sen sahip çıkmıyorsuum. Adagio gibisin. Tempolu ve ağır.

Senden emin olmadığım için...

Olma ne olur! Seni reddedeyim, gururun kırılsın ağla, tepin yerlerde sürün ne olur? Yani bana gerçekten âşık olsaydın gözünü karartırdın değil mi?" (s. 86-87)

"Biz birbirimize uygun değiliz. Senin için doğru bir seçim değilim. Kimse için hiç bir zaman da olmayacağım. beni seven ve seveceğim bir erkeğin, bu toplumda olduğu gibi, her türlü boşluğunu dolduracak güç yok bende. Onun kolarını, evini, odalarını, yatağını dolduracak kararlılık ve uysallık yok. Ben, dışarıdan çakan bir işaretle pencereden uçup gidebilecek biriyim. Senden beni sevmedin ama her zaman dostum olarak kalmanı istiyorum. Benim böyle bir yakınım, bir dostuım yok, hiç olmadı. bunun için sana ihtiyacım var, her zaman da olacak, anlıyor musun?" (s. 87)

"Yoluma dikilmiyorsun, köstek olmuyorsun, bana el koymaya çalışmıyorsun. Olduğumca, dağınıklığımla, özgürlüğüme saygı duyarak seviyorsun. Ben de seni öyle seviyorum. " (s. 87)

"Sevgi söylendiği zaman yapaylaşıyor, karşı tarafa hak sahipliği veriyor ve beklentiye dönüşüyor. sen de bana sevgini söyleme bir daha. "(s. 98)

"Geçip giden sevgilidir. Ama aşk peri masalı gibi zamanın içinde bir yerlerde durur ve hep seni bekler. Masalın iyi ya da kötü bitmesi önemli değildir. Masal masaldır." (s. 103)

"Aşk çoğunlukla hayalkırıklığıyla biter.
...
Bence her aşk kendine özgüdür. Hiçbiri ötekine benzemez.

Hiç bir aşk yeni değildir Ayşe. ya da yalnız başlangıçta öyledir. Gerisi yinelemeler." (s. 132)

"Benim için ait olmak, katkıda bulunmak ve paylaşmak önemli. Oysa sen ucu kırık bir kalem gibisin. Seninle yazamam" (s. 138)

"Yazmanın insana kaybedilmiş duyguları ve zamanı geri verdiğini düşündü. Yalnızca yazmak mı? İnsan eli ve zihninden, ölümlü bedeninden çıkmış ve kaydedilmiş her şeyin böyle bir yanı vardı. Nesneye aktarılan var oluş enerjisi insandan çok daha dayanıklı ve kalıcıydı." (s. 158)

"Sevmek özeldir!" (s. 187)

"Ben yaşamıma karışmış tüm erkekleri, hepsini sevdim. Sevgiler yordu beni.
Bir yaz yağmurunun altında gökyüzüyle yıkanan ağaçları sevdim.
Kelebek kanatlarındaki benekleri.
Güne açılan pencereleri
Bütün hayvanları ve en çok kedileri" (s. 196)

"Benim ruhum hep saf kaldı. Ben hiç kirlenmedim. ellerimi kana bulamadım. Aldanmış olabilirim. Doğaldır aldanışlar. Kavga içinde çılgınlıklar, yalnızlıklar, tutkular, yalanlar kuşkular yaşarsın. kırılırsın ve sonra bunlardan büsbütün arınamazsın, içine işler, üstüne siner. Yazgın olur geride bıraktıkların.
Çok yorgunum, böyle gitmez, götüremem"(s. 201)

"Biriyle vedalaşırsın, sonra bir taşıt kalkar, son bir kez bakarsın bir tren penceresinden. Bir otobüsün kocaman camının ardından, orlon perdelerin yanında hüzünlü bir yüz, bir köşeyi döner, yitirirsin. Anılar kalır geriye. Ben içeri girdiğimde o oradaydı, kaldırımda durmuş, pencereme bakıyordu dersin." (s. 206)

"Bazen o kadar aydınlık oluyor ki göremiyor insan ve geceden korkuyor" (s. 211)

"İnsan yeni bir aşka yöneldiğinde geçmiş önem taşımıyor. Tersine yepyeni olan o gün, o saat, o ana sabitleniyor. Aşk, şimdi burası, sevgilinin yanıbaşı. Geçmişi akılda tutmak o süreçte mümkün değil. Tan yeri her sabah farklı renklere bürünüyor, her şey değişiyor ve geçmişin renklerşi soluyor. Söylemiştim, izler gölgeler kalıyor." (s. 227)

"Yıllar... Bilgi, kültür, bilim, sanat, felsefe. Kendini tanıyıp bilmek. Yalnızlıklar, yalan düzenler. Belki de buydu yaşamak. Bütün bunların içinde bir törendi aşk, insanların birbirine kendini sunduğu bir şölen." (s. 230)

beklemek güzeldir.. gelecekse beklenen

Galiba vazgeçemeyeceğim adam beklemekten seni... Gözlerimi yatırıp uzaklara, hani olur da gelirsin diye..
Oysa
Gelmezsin
biliyorum...

Ne çok şey yapacaktık birlikte... Biliyor musun adam hepsi üzgün, hepsi kırgın şimdilerde
Onlar...
Birlikte yapamadığımız ne varsa...
Bazı günler adam
Derinden
ta en derinlerimden bir ümitle uyanıyorum güne... Öylesine, sebepsizce... Öylesi bir ümit ki bu doğan içime, fısıldıyor gün boyu
"gelecek bugün, bak bu kez kesin gelecek" diye..

Akşamüzerine doğru.. Gün batmaya öykünürken, alıyorum pencere önünde yerimi.. Hem de giymiş olarak o en sevdiğin elbisemi...
Hafif bir makyaj; varla yok arası.. senin sevdiğin gibi..
Tenimde o sana "ne kadar kışkırtıcı kokuyorsun" dedirten parfüm...
durup camın önünde bekliyorum adam... öylece...
Uzuyor gölgeler önce.. sonra sokak lambaları yanıyor, gün geceye dönüyor ben bekliyorum cam önünde...
geleceksin
mutlaka geleceksin diye...
Yorgun düşene, gözkapaklarım ağırlaşana değin
bacaklarım ayakta durmaktan ağrıyana değin..

Sonra
sonra gidip çıkartıyorum elbisemi..özenle asıyorum yerine..
her seferinde ılık bir duş yapsam diyorum...
takat bulamıyorum
makyajımı yalap şalap kremlerle siliyorum
ürpererek serin çarşafların arasına süzülüyorum..
uyuyorum

hiç ağlamıyorum o gecelerde adam
hiç ama hiç ağlamıyorum....


dipteki not: modelim Özlem Şahin'e sonsuz teşekkürlerimle

1 Ağustos 2011 Pazartesi

hep kalasın diye...

Canım Lodos,

İçimden ne zaman huzur geçse -ki öyle sık geçmez bilirsin- mutlaka sana da uğruyor... Sensiz huzur düşünemediğimden mi artık, yoksa ismin dahi bana huzur verdiğinden mi... bilemiyorum... şimdi bu balıkçı köyünde, sahil kenarına oturmuş, gözlerimi denizle göğün birleştiği o büyülü çizgiye, ufuk çizgisine kilitlemiş, huzurun nefis yaz mevsiminin o olağanüstü akşamüstü esintisiyle aromalandırılıp gönül imbiğimden süzülüp damla damla içime akışını yaşarken dolu dolu hiçte seninle ilgisi yokken yaşayıp hissettiklerimin, seni alıp da oturmakta olduğum bankta yanıbaşıma misafir edişim bunun basbayağı en kuvvetli kanıtı işte...Böyle huzuruma ortak ediverdiğimden olsa gerek daha bir çok özledim işte sanki şimdi seni...
Yazgüneşiyim ya işte var mı ötesi... Şaşırmamalı bu mevsimi bunca seviyor oluşuma, bu mevsime bağımlılığıma. tembellik var biraz içinde ve ben dörtnala giden bir an dahi bana es verdirmemeye yeminli gibi akan zamanı yaz kaçamakları ile askıya alıverdiğimde, kısa süreliğine de olsa zaman durmuş zannediyorum.
Pek de bilnçsiz değil büyük ihtimalle; seni hep bu zamanın durduğunu sandığım anlarıma misafir edişim. hep hayatımda kal istiyorum ya... Hiç gitme, oracıkta öylece dur...
Aşk öyle kalıcı bir his değil Lodos, ben de biliyorum. İnan en az sen kadar ayırdındayım bu gerçeğin. E hal böyle olunca belki o kadar da çok yaralamıyor sana tam olarak sahip olamayışım, kendimi tam olarak sana teslim edemiyor oluşum.

Bu sahip olma güdüsü de enteresan.. Sevdiklerini tek eline alma güdüsü var insanoğlunda ve bunu sağladığı noktada ise bir önemi kalmıyor o kişinin zamanla .
"Kavuşamazsın aşk olur" klişesi işte...
İşte bu yüzden Lodos, ben istiyorum ki sen hep bende ol... Ama bana ait olma... ve aslında bu da acı veriyor bana...
Mesela istemiyor değilim nice geceler boyu burnumu boynundaki o çukura gömüp, hiç değişmeyen ve bütün hücrelerime esriklikle süslenmiş bir rehavet salan o kokunu içime çeke çeke uykuya dalmayı.. Elele kalabalık caddelerde yürümeyi mesela.. Tüm tanışlara el sallayıp geçip gitmeyi umarsızca... Çok çok çok şey var istediğim ya Lodos... İstemiyorum işte... istememeye güdümlüyorum kendimi...
Ki sen tüm güzelliğinle bende kal diye...Bir gün benim olursan benden gidersin diye....

Neyse Lodos... şikayetim yok benim sevgimden...
sakinliğimde, huzurumda bir alev yalazı gibi geçiyorsun içimden..
hep geç..
hep kal..
sağlıcakla kal..

temmuz 2011 - kumbağ



Dipteki Not: Modelim Tülin Demir 'e sonsuz teşekkürlerimle...

İçimden Kuşlar Göçüyor - İnci Aral


"Bu gene geçmişin baştan çıkarıcılığı olsa gerek. Şu anın geçmiş zaman olmasını bekle. Ne denli mutluyduk anlayacaksın.(Susan Sontag)" (s.9)


"Bir zamanlar olduğumdan daha yaşlı olmayı isterdim. daha dingin, deneyimli, bütün olumsuzluklardan kurtulmuş, dünyaya yukardan bakabilen biri. Belli yaşa gelmiş, tutkulardan arınmış, durulmuş oturmuş kadınlara hayranlık duyar, irenirdim. onları hayatlarının hesap sağlamasını yapıp kadınlık sınırını aştıklarını, gözyaşlarını arkada bıraktıklarını, sevilmeye fazla gereksinme duymadıkları için artık acı çekmediklerini düşünürdüm. Şimdi gençliğimde özlediğim yaşlardayım, ama hâlâ olmayı umduğum kadın değilim. Bu modelin bana pek uyduğunu da sanmıyorum ayrıca. Olgunluğu niteleyen bütün iyiniyetli sözcüklerin arasunda başıboş dolaşıyor, yan yollara sapıyorum bu yüzden." (s. 9)

"Yaşanmış yılların insanın üstünde birikmesi dokunaklı. Bazen umutsuzluğa, bir çok şey için geç kalmış oldğum kaygısına kapılıyor, hayatımı kendi kendimden çaldığımı düşünüyorum. Birçok şey geri gelmeyecek biçimde benden uzaklaşmış sanki. Ataklığım, heyecanlarım nasıl olduğunu anlayamadan elimden alınıvermiş. Aşktan kesilmişim. Evet yaşıyorum ama tekdüze, oldukça derli toplu, dikkatli. Olabilirlikler karşısında fazla hoşgörülü. Korkuyorum biraz. İçimin boşalmasından, ufkumun daralmasından, düşüncelerimi diri tutacak eylemlerden uzak kalmaktan korkuyorum." (s. 10)

"Penceremin önündeyim. Kendi imgemi görüyorum, mermerin üstüne yayılmış uyuklayan tekir bir kedini başucunda. Küçük ve büyük anların yaşanmışlık görüntüleriyle, sözcüklerle, yabancı ama aynı zamanda bildik kaygılar ve sevinçlerle dolu bir organizma olarak görüyorum. Olduğunca kabul ediyorum onu. Ne gurur ne de hoşnutsuzluk duyuyorum. Acıyan bir yerlerim olup olmadığını anlamak ister gibi yokluyorum içimi. Hiçbir sızı yok. Geçmişin ağırlığı yok üstümde. Yolunca yordamınca unutmuşum unutulması gerekenleri. Sarılıp sarmalanmış sağaltılmışım."(s. 11)

"Bütün kavgalardan zaferle değilse de sonuna kadar vuruşarak çıkmak, bütün son görüşmelerden alttan almadan, suçluluk duymadan ayrılmak istiyorum." (s. 11)

"Bir insanı sevmeye değer bulabilmem için, onun ulaşılması güç olanı simgelemesi gerekiyordu. Aşk benim için olanaksızlık, umutsuzluk ilişkisi olduğu sürece anlam taşıyordu. Bunun dışında, nesnel olarak, kendi başına ve uzun süreli bir derinliği yoktu. O ele geçmezi elde etme çabasını inatla sürdürdüğümde var olabiliyordu ancak. Yakınımda duran, kolayca ulaşabileceğim hiç kimse ateşleyemiyordu ruhumu.

Ardından kesinlikle düş kırıklıkları geliyordu. Sis dağıldığında tükenerek yanına ulaşmayı başardığım insanın hiç de sandığım kadar ulaşılmaz olmadığınıgörüyor, şaşırıyordujm. gene de anlaşılmaz bir sadakat gçsteriyordum seçtiğim "aşk nesnesi"ne.Cezamı sonuna kadar çekmek istiyordum sanki. Var gücümle koruduğum bütün öznel sınırlar zorlanıncaya kadar direniyordum.

Yalnızlığın büyük bir özgürlük olarak yeniden yeğleneceği yere kadar..." (s.14)

"Henüz her şey yolundayken, bedenim bana yabancılaşmaya başlamamışken daha, bütün tanışmalardan, başlangıç ve bitişlerden, sevecenlik, aşağılama, ayrılık ya da gidiş dönüşlerden, büyük bunalımlar ve şaşkın, yaralı dolaşmalardan sonra bir gün acı çekmekten bıkmış olduğumu düşünüp düz bir çizgiyi özledim. Düz. Dümdüz. Yatağında uslu bir su gibi akmaya özendim. Yorgunluk belki. Güvenli bir limanda bir solukluk dinlenme. Çiçek yetiştirme, kedi besleme dönemi.

amaçlarımı gelecek olarak tasarladığım bir çok şeyi belirsiz bir zamana erteleyip güdükleşmeye bıraktım. duyularımı köreltip herkes gibi olmanın hoşnutluğuyla avunmaya koyulduğum bir boşluğun içine yuvarlandım.

Sessizlik. Acıdan geriye kalan boşluk. Olağanın, sıradanın kolaylığı.

Böyle bir gün herkes için, her zaman olacaktır." (s. 16)

"Yalnızca deli dolu zor sevgiler değil, içinde uyumun, dinginliğin, dayanışmanın olduğu sevgiler de vardır. Görmüş geçirmişlik dersiniz buna ya da doygunluk. Saflığa varan iyimserlikten, küçük oyunların tuzağına düşmekten ve düşmanlıklardan kaçmayı öğrenmiş, söylemek istediklerinizin çoğunu söylemiş ve henüz söyleyemediklerinizi söylemenin ise zaten gereksiz bir zahmet olduğunun farkına varmışsınızdır.

Masumiyetin sonudur bu.
Bütün yatırımını her seferinde sakınmadan ortaya atma, ya hep ya hiç mantığı gütme ve onarılmaz kayıpları göze alma yürekliliğinin sonu. Somut ve açık örnekler: Kararlı ve bütün serüvenlere kapalı bir duruş. Hevessiz, takma bir gülümseyiş. Gündelik dile keskin bir dönüş. İlk kez bir banka hesabı." (s. 16-17)


"Parçalarınızı toplayıp -ek yerleri görünür biçimde de olsa- bir araya getirmek, hiç de özgün biri olmadığınıza inanıp düşlerinizden umudu kesmek zamanı. Yön değiştirme. Rahat bir soluk, en sonunda. Bir zamanlar sizin tekdüzelik, başkalarınınsa mutluluk olarak adlandırdıkları herşey..." (s.17)


"Doğru, ölüm hiçbir şeyi silemez. Siz öldüğünüz zaman, daha bir gerçek, daha bir güzel olacak. (Marguerite Duras)" (s.19)

"Belleğin dili yok. Bellek birbirine açılan sonsuz resimlerden oluşuyor. ama hiçbir şeyi unutmuyor. Hiçbir siyahı, maviyi, beyazı ve bakışı, hiçbir duruşun kabalığını ya da anlatılmaz inceliğini. Bellek kimi zaman unutmuş gibi yapıyorsa bu, acıyı yeryüzünden kaldırmak istediğindendir." (s.19)


"Her insan yükünü kendi taşır ister istemez ve düşmeden önce, düştüğünde başına gelecekleri bilemez" (s.24)

"Kurulan her yeni denge çabucak bozulabilir. geçmiş, geçm,ştir ve geleceğin önü bir anda kesilebilir." (s. 25)

"Geçmişte bıraktığım bu adam değil. Bu bir başkası. ben onu boşu boşuna sevmiş ve yoktan var etmişim. Çoğaltmış, yüceltmiş, sevgime değer bulmak için olduğundan daha büyük ve önemli kılmışım. Bu yanılgıda uzun zaman direnişim yalnızca benim sorunum. Acı çekme ustasıyım çünkü ben. Ama şimdi ne bağışlama ne bağışlamazlık var artık burada. ne pişmanlı ne şöyle ya da böyle bir duygudaşlık var. kala kala gittikçe silikleşen ve çok seyrek anımsanan bazu anılar kalmış geriye. Unutulmayacak sandıklarımdan kalan küçük kırıntılar. Ama onlar bile ona benzeye ve gerçekt hiçbir zaman o olmamış biriyle ilgili." (s. 26)

"Yanlış sevilmeler, özellikle yanlış sevmeler. Ama yaşamlarımız bunlar üzerine kurulu değil mi? Hep kıskandım "doğru" sevmiş ender kişileri ya da öyle görünmeyi başarabilenleri. Belki de gerekenden daha uzun süre öyle olduğuna inanmayı yeğlemiş olanları, en azından... Yoksa nasıl olsa her aşk, kazaya, yanlışa dönüşür zamanla..." (s.26)

“Kısa da sürse, başlı başına bir yanılsamada olsa aşk insanın kendini yeniden yaratması değil mi? Kendi yüreğine ulaşmada kışkırtıcı bir keşif yolculuğu değil mi? Ama çoktan bitmiş ve artlarında yangın yerleri bırakmış bütün sevdaların sesi var içimde. Gördüğüm kentlerin, geçtiğim yolların, yalnızca birkaç saati ya da olağanüstü akşamları bölüştüğüm ve sonra unuttuğum bütün insaların yüzleri. Sornadan anımsananlar dokunaklı, iyi ve değerli görünür insana. Ama şimdi bir yenilgi kokusu var insanda” (s.32)


“ Bütün beraberlikler egemenlik mücadelesi sürecinden geçer. Kimi zaman bir taraf yenilir teslim olur. İki tarafta teslim olmuyorsa, karşılıklı olarak mevziler kazanılır ya da kaybedilir ve kişilerin yaşama alanlarının sınırları belirlenir. Bu, yazılı olmayan bir barış antlaşmasıdır. Sorunların tümünü çözmez belki ama temelde işe yarar. İki ayrı insan, iki bağımsız birey olarak ortak hayatı sürmeyi kolaylaştırır.” (S.32-33)

“Erkekler konu olduğunda aşk da hiçbir kesinlik taşımıyordu. Birçok erkek kendi cinselliğinde de alışılmış erkeklik rolünün dışına çıkamıyordu. Yetenek ve bilgisini geliştirme fırsatını gerektiği kadar bulamadığı hallerde bile üstünlüğüne inanmayı elden bırakmıyor, Tanrı vergisi doğal donanımını yeterli ve kusursuz buluyor; aramak, denemek ve daha iyisine ulaşmak için çaba gösterme gereği duymuyordu. Gerçekte erkek dünyası, kadına duyulan korkularla gizli aşağılık duygularıyla tıka basa doluydu.

...

Büyüyü yalnızca aşktan beklemek bir tür bencillik ve fazla hayalciliktir. Cesaret, ataklık ve sakınımsızlık gerekiyordu cinsellik için. Keşfetme tutkusu, sevecenlik ve açıklık.” (s.58)

“Evliliğimizi kurcalıyorum. Evet, iyi, güvenli biçimde sürüyor. Birbirimizi ezbere biliyoruz. Sevencenlik, anlayış, hoşgörü var aramızda. Ama hiçbir sürpriz yok. Hiçbir vefasızlık, uygunsuz davranış ve şaşkınlık yok. Arada hafif bir ağız dalaşı. Hemen sönüveren bir öfke kıvılcımı. Ama kıskançlık ve yitirme korkusuyla, birbirimizi hırpaladığımız tutku yok artık aramızda” (s.61)

"Artık şundan eminim, insanın geçmişi ya da geleceği görebilmesi için biraz deli, yaşamı anlayabilmesi için yaşamın biraz dışında olması gerek. -Djuna Barnes-" (s.93)


“Hayat yavan ve düzdür, diye düşünüyorum. Yazı hayata renk, biçim ve önem kazandırıyor. Eldeki malzemeyi parlatıp yeniliyor.” (s.93)

“Yazmak bir hastalık mı diye düşünüyorum bazen. Bir tür delilik mi? Ama öyle ise bile bunun büyüleyici bir yanı var. Gerçeğin keskinleşmiş görüntüsü, belli belirsiz bir bağışlayıcılık, karmaşık, çekingen bir kendini beğenmişlik ve bir o kadar acı var yazma çılgınlının içinde. Sınırsız bir kendinden vazgeçme var.” (s.107)

“Bir yazarın görevi eğlendirmek olmamalı. Bir okurun eğilimi de yalnızca eğlenmeye yönelik olmamalı. Bir insan, bir yazar yaşadığı hayattan gereğinden fazla hoşnut olmamalı. Yaşadığı yerden, dünyadan, hiçbir şeyden hoşnut olmamalı. Görünenin ve kendi yüzünün arkasındakini yakalayabilmek için sık sık durup çevresine ve aynalara bakmalı. Ayağını bastığı yerin, kendi varlığının, ruhunun ve düşlerinin yansısını görebilmek için hiçbir şeyin tekrarlanmadığı bir yere tutunmalı.

Kendini bu biçimde ortaya koymanın, insana özgü, hiçbir zevkin yerini tutamacağı bir çokusu, sevinci var.” (s.108)

"Kitaplarım bana sadece ıstırap verdi diyor Charlotte Bronte. Bugün ben de aynı fikirdeyim.-Virgina Woolf-" (s.109)


“Zaman ağır aksak geçiyor. Bomboş ve anlamsız. Gene o yabanıllık duygusu yapışıyor yakama, o başedilmez umutsuzluk ve kaçış isteği. İçimden kuşlar göçüyor.” (s.111)

“Bana söylenen ve söylenecek olan hiçbir söz, yazılmış ve yazılacak olan benimkiler de dahil herşey, adları şu ya da bu nedenle tekrarlanıp duran herkes artık ilgimi çekmiyor. Hızlı akan bir nehir sürükleyip götürüyor hayatımı. Bana ait olmayan görüntüler, benimle uyuşmayan oluşumlar, büyük, önemli şaşırtıcı sayılan ama beni hiç etkilemeyen bir çok durumla birlikte o nehirde akmam gerekiyor. Kurtulmak için tek bir seçeneğim var. Suyun kıyısındaki bir ağaç ya da çalıya tutunmak ve beklemek.

Böyle ne beklediğini bilmeden beklemek yorucu ve umutsuz bir bekleyiştir biliyorum. Ama bir akışa kapılıp gitmekten, sürü ile sürüklenip gitmekten daha akıllıcai daha anlamlıdır.” (s.118-119)

“Anlıyorum ki yazmak her zaman benim hayatımın yarısı olmuş. Hayatımın darmadağın öteki yarısını düzene sokmak için yazmışım ben hep. Hâlâ da böyle .... (s.121)

“Bir vurgun olmayacak artık yüreğimdeki

ve yatağını değiştiren bir nehir gibi sanki

geri gelmemek üzere giden bir şeyin

kanat sesleri kalacak yalnız kulaklarında”

Lale Müldür (s.138)