28 Mart 2016 Pazartesi

Eleadora'nın Violeta'ya iç dökmeleri I

fotoğraf: neslihan k. t. 


Canım Violeta,*

Hayatta her şeyin her zaman kötü gitmeyebileceğini bana hatırlatanım... biliyorsun ben içim sıkışıp kafam bulandıkça sana sayıklarım....
bilirim ki...
anlarsın..

Şu acayip hayat seni de beni de yormaya programlı ne de olsa..

yorulup dururken bugün düşündüm.... Seni ve Beni..
Biz dedim
biz iki iyi kadın -evet Violeta iyi kadınlarız ama itiraz etme hemen-  nerede yanlış yapıyoruz.?..
Hayatta yorulmamak için hiç bir şeyi umursamadan her güne yeniden başlayabilmek adına herşeyi formatlayamıyor oluşumuza içlendim Violeta.. Şaka değil inan eni konu içlendim bildiğin.. Sıfırlasak her şeyi.. geçip gitse içyangınlarımız..
Olmaz biliyorum..
aslında biraz da anladım ben sorunumuzu
biz Violeta severken öyle sıkı bastırıyoruz ki sevdiğimizi bağrımıza.. ama öyle sıkı..

 kırıyoruz işte o zaman onları

sevdiklerimizi...

çıt diye kırıyoruz.. Sevgimizin kuvvetinin biz farkında değiliz Violeta..

bana sorarsan işte bu yüzden
tam da bu sebeple

 kim varsa sevdiğimiz.. uzağımıza düşüyor can havliyle...

 Bir birbirimizi kıramadık ne kadar sıkı sarılırsak sarılalım Violeta.. Çivi çiviyi sökemedi... her sarılışta daha derine gitti birbirimizdeki diğerinin çivisi..

-İyi ki-...


Violeta...
paramparça hissediyorum... un ufak..
canım yanıyor bugün..
biliyorum söyleme..
seninki de..

kıymetle...


-Eleadora-**



*Violeta: menekşe (ispanyolca)
**Eleadora : Güneşin hediyesi (ispanyolca)

14 Mart 2016 Pazartesi

Güvenpark patlamasının düşündürttükleri...

Lanetli bir coğrafya burası.... tarih boyunca hedef olmuş.. kanlı pazarlıklara sahne olmuş hep....
şanssızlığımız bu coğrafyada dünyaya gelmiş olmak..

evimin çok yakınında bir ay içinde 3. patlama bu... bir tanesinin tam ortasına düşmekten on dakika ile kurtulduk kızımla.. o seferinde kurtulmuş olmamız bir dahakine patlamayacağımız anlamına gelmiyor..
benim, bizim, ölenlerin, yaralananların, hiç birisinin hayatının zere önemi yok sebep olanların gözünde..
lanetleriz
geçer gider
unutulur..

unutuluyor haklılar
unutacağız evet
bundan bir hafta sonra yeniden neşeli fotoğraflarımızı falan paylaşmaya başlayacağız sosyal medya hesaplarımızda
kadeh kaldıracağız
doğum günleri kutlayacağız
yaptık daha önce
yine yapacağız
aksi halde yaşayamayız çünkü..

terörün amacı zaten ölmüş olanları cezalandırmak değil ki..
hayatta kalanları korkutmak..
eğer perde çekmez.. şu anda hissetmekte olduğumuz acıyı kesintisiz hissetmeye devam edersek
yaşayamayız
çıldırırız
zaten ruh sağlıklarımız hasarlı hep..
yaralı bereli..
duyarlı insan bir avuç kaldık... o da endişeli, huzursuz...
bir kısım şuursuz tamamen.. bana dokunmayan yılan bin yaşasın kıvamında ona kömür ve makarna veren efendisinin yaptıklarını alkışlayarak yaşayıp gidiyor..
zaten öyle dar bir alanda öyle vizyonsuz yaşıyor ki, patlaa olan yerlere yolu bile düşmüyor.. ve olan biteni umursamadan yayın yasağı gerekçesiyle duyarsızlıkta tavan yapıp eller havaya tadını bozmayan tv kanallarında dizilerle evlenme programları dandik yarışmalarla uyuşup oturuyor mal gibi...
mal gibi değil aslında
malın ta kendisi
biz bi avuç duyarlı insan çekiyoruz acıyı
biz ölüyoruz
biz yaralanıyoruz..
biz korkuyoruz
ölmekten zerre korkmuyorum
tek korkum sevdiklerim ölmesin zamansız bok yoluna, sakat kalmasın ya da..
bir de ölememek... arafta kalmak..
bir de ondan korkuyorum işte..
yoksa ölüm nedir ki.. önünde sonunda öleceğiz işte...

ama şimdi ben nasıl endişelenmem
yarın on yaşında kızımı servise bindirip okula göndereceğim
kocamı işe
kendimi geçtim..
ama tek kendisi yok ki insanın hayatta...

üniversite sınavına girdi bir yığın genç bugün
ayların emeği..
sınav sonrası genelde dershaneler bölgesi ya kızılay
arkadaşlarıyla dershanelerinde buluştular, kafa dağıtmaya cafelere gittiler..
18:45
tam otobüs duraklarına dağılıp evlerine dönme saatleri....
şimdi o çocukların bir kısmı sınav sonucunu hiç öğrenemeyecek..
dereceye girecek belki
en istediği fakülteyi tutacak belki puanı.. sevinemeyecek
belki çok düşük gelecek puanı hayalkırıklığına uğrayamayacak....

hep bu lanetli coğrafya yüzünden... hep...

hiç huzur bulmadı bu coğrafyada yaşayan insanlık... tarih boyunca
en büyük şanssızlığımız burada doğmuş olmak işte...

lanet olsun....


10 Mart 2016 Perşembe

Aşka Dair...

Bir gün bir şiir okuyorsun ve hayrete kapılıyorsun.. Bir başkası olamayacak ölçüde sensin o şiir.. Dize dize sen dizmişsin sanki yaşadığın aşkı kelimelere... 
Senin çektiğin özlem ifade edilmiş, senin çektiğin acılar yansıyor her kelimesinden... Hani şimdi "o"na dair bir cümle kur deseler bu şiirin içindeki cümlelerden başkası olma ihtimali yokmuşçasına... 
Şiir olmaz da yazı olur öykü olur şarkı olur... Ama aşk yaşamış her kişiye bu illaki olur... İşte o zaman anlıyorsun ki sana onca benzersiz anlatılamaz ölçüde eşsiz gelen o aşkın var ya... Hiç de eşsiz değildir aslında... Fark ediyorsun ki hepi topu üç bilemedin beş formatı var bu aşkın.. Her kişi birini yaşıyor yazıyor anlatıyor... 
Sonra aynı formatı yaşadığın birinin sözcükleriyle yüz yüze gelince tokat yemiş gibi oluyorsun... Beni izleyen biri mi var diye paranoyalar bile yapıyorsun... 
Zamanla anlıyorsun...
Eşsiz falan olmadığını hislerinin...
Aşkın bıraktığı hasar yetmez gibi bir de bu gerçekten inciniyorsun.. 
Bari... diyorsun bari.., benzersiz olsaydı ... Sonra ona da omuz silkiyorsun... Kaldığın yerden yaşamaya devam ediyorsun..  
Olur olmaz bir zaman olur olmaz bir yerde yeniden aşık oluyor, yeniden eşsiz sanıyor, yeniden yanılıyorsun...
İnsanoğlu sen bu aşk denen zıkkıma hep yeniliyorsun...



1 Mart 2016 Salı

hayat bazen

hayat çok acayip... çok
en çok başıma gelmez dediğin zamanda başına geliyor en olmadık şey...
iyi bazen
bazen kötü..

bazen de ayırt edemiyorsun.. o anda başına gelen iyi mi? kötü mü?..

Bu hayat denen genelde yormaya yönelikmiş gibi hissettirse de..
çok bunaldığın, çok köşeye sıkıştığın bir anda olmadık bir aralıktan sızan mis gibi temiz havayla kocaman taze bir nefes aldırıveriyor bazen insana..

o anı hissettirip
o anı yaşatıp
sonrasının hesabını yapmak bile istemediği anlar hediye ediyor insana..

hayat bazen bunu yapıyor
evet..

yapsın da

anlamı kalmıyor aksi halde..



24 Şubat 2016 Çarşamba

Küçük Filozof

14 Şubat benim için sadece Sevgililer günü değil, defalarca yazdım daha önceleri de. Büü'nün bana evlenme teklif ettiği gün..
Dolayısıyla severim ben kutlamayı..
Kapitalizm falan diyorlarya.. Kapitalizmin her tuzağı bu kadar masum olsa keşke..
Neyse konumuz bu değil şimdi..

Ailecek yemeğe gittik 14 Şubat akşamı... Ben büü ve capon balığı..
Biz rakı içiyoruz caponika şarap kadehinde vişne suyu... Neşemiz yerinde (bu ülkede insan ne kadar neşelenebilirse o kadar işte)

Sohbet ediyoruz...
Konu nerden geldiyse geldi, cennet muhabbetine geldi..
Capon balığı konu hakkında fikir beyan etmek istedi..

Üç aşağı beş yukatı aynen Defne'nin anlattığı gibi aktarmak istiyorum.. O yüzden onun ağzından alıntılayacağım..

"Hani dinlerde hep ölünce cennete gidileceğinden söz ediliyor ya.. O cenneti de öyle bir anlatıyorlar ki.. Her istediğini yapabileceksin; her şey çok güzel olacak, her istediğinde her istediğin önüne gelecek falan... Ama bana sorarsan öylesi mutlu etmez insanı... Mutluluk bir çabanın sonunda gelirse mutluluk oluyor... Mesela ben çizim yapmayı seviyorum ya.. Çok uğraşıyorum yapıyorum bir sürü, çalışıyorum bunu sonunda biri güzel olunca çok mutlu oluyorum. oysa o önüme gelseydi, elime kalemi aldığım an şahane çizebilseydim hiç önemi olmazdı benim için. O anlatılan cennet mutlu bir yer olamaz işte bu yüzden"

evet evet o söyledi bunları, bizim zerre yönlendirmemiz olmadan, tamamen kendi fikirleri..... yığınla yetişkinin varamadığı noktaya 10 yaşında varmış Defne.. Bülent'le bakakaldık...

Naaaan dedim Büü'ye
minik bi filozof doğurmuşum ya la.....

güzel bir gelecek sağlayabiliriz umarım sana minik cin cadım.. Umarım.. Öyle korkuyorum ki bu coğrayada doğurup büyütmek zorunda kalmışlığımdan dolayı seni...




21 Ocak 2016 Perşembe

Bülbülü Öldürmek / Harper Lee

Bülbülü Öldürmek ta çocukluğumda okumuş olduğum bir roman. Harper Lee'nin yayımlanmış tek romanı idi. Ta ki yenilerde Tesbih Ağacının Gölgesinde yayımlanana değin...

Bülbülü Öldürmekteki baş karaker Scout'un büyümüş halini anlatıldığı roman...

Bülbülü Öldürmek ilk okuduğumda da aklımda izler bırakan etkileyici bir roman olmuştu benim için. Tesbih Ağacının Gölgesinde'yi okumadan hatırlamak istediğimden yeniden okudum. Yine çok zevl alarak bir çırpıda okuyup bitirdim.

İnternette gezinirken kitabın bir çok kişi tarafından özetinin yazılmış olduğunu buldum.
Bir tanesini buraya geçireceğim. Madem yapılmış ben tekrar uzun uzun yapmayım diye :)

çok mutembelim neeey :D



Bülbülü Öldürmek Harper Lee


Scout’un ağabeyi Jem’in on üç yaşındayken kolu kırılmıştır. Aralarında kolunun neden kırıldığını konusunda farklı nedenler söylerler. Babaları Atticus ikisinin de haklı olduğunu söyler. Evde Jem, Scout, babaları Atticus ve aşçıları Calpurnia ile birlikte Maycomb isimli küçük bir kasabada yaşamaktadırlar. Anneleri onlar küçükken ölmüştür. 

Her yaz mahalle komşularının yeğeni Dill gelir ve onunla oynarlar. Bütün yaz komşuları Boo Radley’i dışarı çıkarmak için uğraşırlar. Babaları Atticus bir avukattır ve çok yoğun çalışmaktadır. O yıl Scout okula başlar. Öğretmeni okumayı bildiğini fark edince ona kızar okumasını yasaklar. Okula gitmek istemez, babası akşamları okuyacaklarına söz verince okula gitmeye ikna olur. Ama okulda çok sıkıntı yaşamakta diğer öğrenciler de onunla dalga geçmektedir. 

Okula giderlerken önünden geçtikleri bir ağaca birileri hediyeler ve şeker koyar ancak Nathan Radley ağaçtaki o kovuğu çimentoyla kapatır. Dill o yaz yine gelir ama Scout’la çok oynamazlar artık. O da Bayan Maude’nin terasında yaz boyunca ikindi vakitleri oturarak onunla sohbet eder. 

O kış ihtiyar Bayan Radley ölür. Bayan Maude’ nin evinde yangın çıkar, çocuklar ve komşular ona yardımcı olurlar. O sıralar Atticus’un zenci bir adamın davasına bakması istenir. Bu duruma Maycomb’ lular çok tepki gösterirler. Okuldaki çocuklar da Scout ve Jem’le dalga geçer. Babaları aldırış etmemelerini ve dik durmalarını söyler. Komşuları Bayan Dubose’dan ikisi de çok korkmaktadırlar ama Bayan Dubose babalarının bu davaya bakmasıyla ilgili laf edince Jem Bayan Dubose’un bahçesindeki çiçekleri yolar ve dağıtır. Babaları özür dilemesini ister Jem den. Bayan Dubose Jem’in her gün gelip kendisine kitap okumasını ister. Scout’ la beraber her gün gidip kitap okur ama Bayan Dubose kısa bir zaman sonra ölür. Babaları Bayan Dubose’ un çok yaşlı ve hasta olduğunu yıllardır ağrılarını dindirmek için morfin kullandığını, artık acılarının dindiğini söyler. 

Bir gün Calpurnia çocukları kendi gittiği kiliseye götürür. Çocuklar orda diğer zencilerle tanışır ve onların iyi insanlar olduklarını öğrenir. Babalarının davasına baktığı Tom Robinson Bay Ewell’in kızına tecavüzden suçlanmaktadır. Ama işin aslında kız Tom’ a iftira atmaktadır ama zenci olması sebebiyle kimse inanmaz. O sıralar çocuklara göz kulak olmak için Alexandra Hala gelir. Scout’un bir erkek gibi davranmasını istemez, atık bir hanımefendi gibi davranması gerektiğini söyler, elbise giydirmeye çalışır. 

Mahkeme günü gelince tüm Maycomb sanki panayır izlemeye gider gibi mahkemeye izlemeye gider. Gizlice Scout, Jem ve Dill de mahkemeyi izlemeye giderler. Herkesin ifadeleri alınır. Ancak jüri üyeleri Tom’u, tüm deliller aksini gösterse de, suçlu bulur. O dönemlerde bir zenci suçlu bulunursa cezası idamdır. Ancak Atticus'un başarılı savunmasıyla aslında Tom'un suçsuzluğu neredeyse ispatlanmıştır ve Atticus temyize gidecek ve sonucunda davayı kazanacağından emindir. Temyiz mahkemesine kadar hapishanede beklemesi gereken Tom bir gün bahçeye hava almaya çıkartıldığında paniğe kapılarak kaçmaya kalkışınca vurularak öldürülür. Çocuklar bu duruma çok üzülürler. 

Ekim ayının sonlarında okulda bir gösteri yapılacaktır, Scout jambon kılığına girecektir. O gün akşam Jem’ le ikisi giderler. Dönüşte yol çok karanlıktır, Scout kıyafeti çıkarmak ister. O esnada birisi çocuklara saldırır. Daha sonra ise aniden adam durur biri gelir ve onları kurtarır. Çocuklar karanlıktan kimseyi göremezler. Babaları gelir, Jem’in kolu kırılmıştır. Onu tedaviye alırlar. Scout abisi için çok endişelenir. Ama doktor ve babası iyi olacağını söylerler. Bu esnada çocuklara saldıran Bay Ewell’ in ekmek bıçağı karnına saplanmış cansız bir şekilde yerde yatmakta olduğunu görürler. Atticus Jem’ in yapmış olmasından endişelenir ama Bay Ewell çocukları öldürmeye çalışırken ayağı takılmış ve bıçağın üzerine düşmüştür. Şerif Bay Tate olayı aydınlatır, kimsenin suçlu olmadığını söyler. Bay Ewel Tom'un kızına tecavüz ettiğini iddia eden kişidir ve bu saldırıtyı Atticus yalanını ortaya çıkarttığı için düzenlemiştir.  Çocukları kurtaransa Boo Radley’ dir. Scout onu görünce çok sevinir. Ağaç kovuğuna hediyeleri koyanın da Boo olduğunu anlar. Scout onunla terasta oturur. Babasına Boo’ nun çok iyi bir insan olduğunu söyler.


15 Ocak 2016 Cuma

Sineklerin Tanrısı / William Golding

Yeni kitap okumakta hayli geciktiğim bir kitap. Uzundur aklımda olup da bir türlü fırsat bulamadıklarımdan sadece birisi.
O kadar çoklar ki...
Ama artık bu konuda stres yapmamaya karar verdim.
Yetişememe stresi yüzünden okuduğumdan zevk almaz hale gelmekten korkar oldum çünkü..
Neyi ne kadar yakalayabilirsem artık.

Bahsi geçen:
Sineklerin Tanrısı / William Golding



Gerçekten de şok edici bir kitap.
Çok sıradan bir çocuk kitabı tadında başlıyor ve sonunda benim hep savunduğum bir gerçeğin kalınca altını çizerek bitiyor..
Bütün Çocuklar Masumdur
cümlesini çürüterek...
Bu cümle bana da inandırıcı gelmez hiç...
İnsanlar iyi ve kötü olarak doğuyor bence ve gerçekten kötü çocuklar var...
Evet hayat şartları bir miktar şekillendiriyor bu doğru ama iyi hep iyi kötü hep kötü... Bence bu iş böyle..

Neyse kitabın özetine gelirsek, çevirmeni Mina Urgan ve sağolsun kitabın sonuna şahane bir sonsözle müthiş bir özet çıkartmış...
arada biraz kısaltarak geçireceğim buraya..

"Sineklerin Tanrısı, öykünün başlıca dört çocuğundan ikisinin, yani Ralph ile Domuzcuk'un tanışmalarıyla başlar. On iki yaşında olan Ralph, iyi huylu, zeki, güzel bir çocuktur. Deniz kuvvetlerinde binbaşı olan babası gelip onları kurtarıncaya kadar bu ıssız adada, yetişkinlerin baskısından uzak, çok hoş vakit geçireceklerine inandığından sevinç içindedir. Aynı sevinci paylaşmayan Domuzcuk'un gerçek adının ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyiz. Şişmanlığından ötürü ona böyle bir ad takılmıştır. Domuzcuk, yalnız şişman olduğu için değil, nerdeyse kör denecek kadar miyop olduğundan gözlük taktığı için, ikide bir nefes darlığı nöbetleri geçirdiği için ve aşağı sınıflara özgü bir şiveyle konuşan tek çocuk olduğu için ötekilerden ayrılır. Ağzını her açışında aklın ve sağduyunun sesini bize ileten Domuzcuk, çocukların durumunun korkunçluğunu gerçekçi bir gözle görür: Burası bir adadır. Ralph'ın babası da, hiç kimsecikler de, çocukların burada olduklarını bilmemektedir. Bir çaresini düşünüp kurtulmanın yolunu bulmazlarsa, ölünceye dek burada kalacaklardır. Onun için hemen örgütlenmeleri gerekmektedir. Adanın şurasına, burasına dağılmış çocukları bir araya getirmeli, kaç kişi olduklarını saptayan listeler hazırlamalı, bir toplantı yapılıp kurtuluş çareleri düşünülmelidir.

Domuzcuk'un önerisi üzerine Ralph, sudan çıkardıkları şeytan minaresi biçiminde bir deniz kabuğunu boru gibi öttürerek çocukları toplantıya çağırır. Toplantıda ilk alınan kararlardan biri, şeytanminaresini elinde tutana söz hakkı verilmesidir. Böylece, her toplantıdan önce öttürülen bu denizkabuğu, demokratça bir düzen içinde herkesin dilediği gibi konuşmasının, yani düşünce özgürlüğünün simgesi olur.

Bu denizkabuğundan tüm adada duyulabilen bir ses çıkarabilenin doğuştan bir önder olduğunu sezmişçesine, çocuklar oybirliğiyleRalph'i şef seçerler. Bu karar karşı çıkan tek kişi Jack'tir. Deniz kabuğunu eline almadan konuşmak isteyen, seçim yapılmadan şef olması gerektiğini küstah bir gururla açıklayan Jac'in bir bakıma hakkı vardır; çünkü Ralph doğuştan bir önder olduğu gibi, Jack de doğuştan bir önderdir. Şu farkla ki, Ralph eşitliğe, sevgiye ve anlaşmaya inanan, iyiliğe yönelik bir önder; Jack ise kendinden başkasını hor gören, zorbaca bir baskıya inanan, kötülüğe yönelik bir önderdir. Jack görülür görülmez, onun küçük bir faşist, çekirdek halinde bir başbuğ olduğu hemen anlaşılır. Jack, katolik bir kilisenin korosunda şarkı söyleyen çocukların başıdır.  Jack'e istemeye istemeye oy veren bu çocukların pelerinli ve kare şapkalı üniformaları vardır, ikili sıra halinde asker gibi yürürler ve Jack izin vermeden yere ble oturamazlar.

zorbalığa dayanan üstünlüğünü adaya gelmeden korodaki çocukların üzerinde kuran Jack ileride görüleceği gibi güçlendikçe zorbalığı da artmıştır. Ona hizmet etmedikleri, sadece meyve yiyip geceleri ağladıkları için 6-7 yaşındaki küçükleri, yaşamaları gerekszi yaratıklar sayar. Aklına esince, kulu kölesi haline gelen çocukları bağlatıp dövdürerek, yüzünü boyalarla, başını çelenklerle süsleyip bir put gibi kurularak oturur.

Jack ve Ralph arasındaki iktidarı ele geçirme savaşı çıkmadan önce Ralph, Jack'in etkileyici kişiliğine kapılır; onunla dost olmak ister. Hızlı konuşamadığı, kayalara çabucak tırmanamadığı için Ralph başlarda Domuzcuk'a önem vermez. Ama, olaylar gelişip şefliğin sorumluluğu altında ezildikçe Domuzcuk'un değerini anlar. Domuzcuk'un hiçbir zaman şef olamayacağını anladığı halde kendisinin kafasını Domuzcuk gibi işletme yeteneğinden yoksun olduğunun farkındadır. Bu yüzden Domuzucuk Ralph'in akıl hocası olur.

İlk toplantıda olumlu kararlar alınır. Domuzcuk'un önerisiyle sahilde barınaklar yapılması ve açıktan geçecek gemilere işaret vermek üzere, dağın tepesinde bir ateş yakılması kararlaştırılır. Ancak ateş yakma fikrii çok çekici bulan çocuklar adanın büyükçe bir bölümünü ve bazı küçükleri yakarlar bu arada. Barınak yapmak için uğraşanlar ise ancak Ralph ve Simon'dır.

Oyuna dalan çocuklar her ne kadar verdikleri kararları savsaklasalar da başlarda durumu idare ederler.

Jack çocukların et yiyebilmeleri için ava çıkmak istediğini söyler. Ama asıl amacı, kendi de farkında olmadığı halde, kan dökmektir. gelgeleim atom çağı yaşayan çocuklar için kan dökmek kolay değildir. Nitekim Jack sarmaşıklara takılan bir domuz yavrusunu öldüremez ilkin.

Ancak av Jack'te bir saplantı olmuştur artık. Domuzları kolay kıstırabileceği bahanesiyle yüzünü gözünü boyalarla boyar. Hem ilkel kabile adamlarına benzemek hem de kendi benliğini maskelemek için yapar bunu.

Jack ile avcıları domuz yakalamanın çoşkusu içinde ateşe odun atmayı unuttukları için, dağın doruğundaki umut ateşinin sönmesiyle ilk domuzun öldürülmesi aynı saatlere rastlar. ve, tam o sıralarda dumanı görseydi belki gelip çocukları kurtaracak bir gemi geçer açıktan. Ralph ile Domuzcuk acılar içinde uzaklaşan geminin arkasından bakarken, jack canlı bir yaratığı öldürmüş olmanın yabansı sevinci içindedir.

Jack domuzları öldürdükçe daha zalim olur. Faşistlere özgü dar kafalı şovenizmle " nasılsa biz vahşi değiliz, biz ingiliziz ingilizler her şeyi en iyi yapar" diye övünen bu çocuk vahşilerin en kana susamışı gibi davranır. Daha ilk domuzu vurduktan sonra bile, ateşi söndürdüğü için onu suçlayan Ralph'e henüz el kaldıramadığından onun akıl hocası olan Domuzcuk'u bir yumrukta yere serer. çocuğun gözlüğün tek camının kırılmasına ve tek gözlü kalmasına neden olur.

Ne var ki canavar varsa avlarız diye böbürlenen Jack kendisinin domuzları avladığı gibi birinin de onu avlamasından için için korkmaktadır.

Zamanla tüm adaya egemen olan korku küçüklerin önce yılan gibi bir şeyden sonra bir canavardan yakınmalarıyla başlar. kendi benliğinde bir canavar yatan jack adada bir canavarın olduğuna ikna olur. Domuzcuk canavara inanmaz. Başlarda inanmayan Ralph dağın doruğuna konan şeyi kendi gözleriyle görünce inanır.

Çocukların canavar sandıkları ölü bir paraşütçüdür aslında. Adanın üstünde bir hava savaşı sürüp gittiği sırada bir patlama olur ve ölü bir paraşütçü çocukların tek umudu olan ateşin bir daha yakılmasını engellermişçesine dağın doruğuna konar. Ve paraşüt rüzgarda şiştikçe ölü de canlıymış gibi devinip durur.

Çocukların canavara inanmalarıyla birlikle Jack ile Ralph arasındaki düşmanlık açığa çıkar. Şimdiye kadar Ralph'ın kullandığı deniz kabuğuyla Jack çocukları toplantıya çağırır. Ralph'ı korkaklık açısından Domuzcuk'a benzemekle, gerçek bir şef olmamakla suçlayan Jack, bir hükümet darbesi yapıp iktidarı ele geçirmek için kıyasıya bir savaş verir. Gerekli oyları gene elde edemediği için, demokratik yöntemlere göre yenilmiş sayılsa da, aslında bu bir yenilgi değildir. Çünkü Jack, ava gitmek ve et yemek isteyenlerin peşinden gelmelerini söyleyerek, adanın öteki ucundakiKaya Kale dediği yüksek kayalığa çekilince, büyük çocukların tümü, bundan böyle şef olduğunu açıklayan Jack'in, yüzü boyalı vahşilerden oluşan"kabile"sine katılırlar. Böylece çocuklar demokratik düzenden cayıp, kabile düzenine geri dönerler.

Gerçi Domuzcuk, kafasını kullanarak, dağın doruğunda canavardan ötürü yakılamayan ateşin kumsalda yakılmasını önermiştir ama Jack ile kabilesi gece barınaklara bir baskın yapıp, Domuzcuk'un tek camlı gözlüğünü çalarlar. Adada ateş yakmanın tek yolu da, Domuzcuk'un gözlüğünün merceği ile kuru yaprakları tutuşturmak olduğu için, çocukların kurtuluş umudu olan ateş artık hiç yanmayacaktır; çünkü Jack açıktan geçen gemilere işaret vermek için değil, ancak avladığı domuzları kızartabilmek için gözlüğü çalmıştır.

Canavara inanmayan tek çocuk küçük Simon'dır. Herhalde kendi dünyası ışık içinde olduğundan tüm çocukların ödünü koparan karanlıklardan hiç korkmadığı için geceleyin tek başına ormana giden, ara sıra bayılıp bir çeşit sara nöbeti geçiren Simon'ı öteki çocuklar biraz kafadan çatlak bilirler. Simon herkesin derdini dert edinir. Barınaklar yapılırken Ralph'e yardım eden tek çocuktur. Jack, ava katılmadığı bahanesiyle kızartılmış domuz etini Domuzcuk'tan esirgeyinceSimon kendi pyına düşeni Domuzcuk'a verir; küçüklerin erişemediği yüksek dallardan en olgun meyveleri koparıp onlara sunar. Bunlar iyi yürekli insanlara özgü davranışlardır. Ama Simon sadece iyi yürekli olmakla yetinmez. Bir mistik, bir ermiştir bu küçük çocuk. Simon sezgileriyle gerçeği görebildiği gibi geleceği de bilir. Örneğin Raplh'in günü birinde bu adadan kurtulacağı, evine geri döneceği içine doğduğu gibi, canavarın dış dünyada değil, çocukların kendi içlerinde olabileceğini anlar. Simon "bizden başka canavar yok belki" derken "insanlığın başlıca hastalığını dile getirmek ister".

Kitaba adını veren Sineklerin Tanrısı, bu hastalığı, yani insanların içindeki kötülüğü simgeler. Sineklerin Tanrısı üzerine sineklerin konduğu ölü bir domuz başıdır: Jack, ilkel bir insanın inancıyla, karanlık güçleri yatıştırmak, kendini ve kabilesini canavardan koruyabilmek amacıyla, öldürdüğü bir domuzun başını kesip, iki ucu sivriltilmiş bir kazığa geçirmiş, kazığı bir put dikercesine toprağa çakarak, bu kokuşmuş domuz başını canavara sunmuştur.

Simon, insanları çok sevdiği halde, ara sıra tek başına kalabilmek için, ormanda gizli bir yer bulmuştur kendine. Bir gün o gizli yerde sineklerin tanrısı ile karşılaşır. Çocukların karabasanlarına giren canavar olduğunu açıklayan sineklerin tanrısı, çocuklar içinden ancak Simon'ın gerçeği bildiğinin farkındadır, ancak Simon canavarın çocukların içinde olduğunu ve bu yüzden öldürülemeyeceğini anlamıştır. Sineklerin Tanrısı kahkahalar atarak "..sen biliyordun değil mi? sizlerin bir parçası olduğumu biliyordun (...) her şeyin bozulmasının nedeniyim ben. Bunu biliyorsun değil mi?" der. Sonra da simon'ı uyarır "seni istemiyorlar. Biz eğeleneceğiz bu adada. Onun için bir haltlar çevirmeye kalkma, benim zavallı yolunu şaşırmış çocuğum. Yoksa seni yok ederiz anladın mı*" Ve sineklerin tanrısı kapkaranlık ağzını açınca Simon bu ağzın içine düşercesine yere yıkılıp bir sara nöbeti geçirir.

ne var ki Simon acı gerçekle, yani kendi benliğinde hiç bulunmayan kötülüğün çoğu insanların içinde var olduğu gerçeğiyle karşılaştığı halde, bu kötülüğü simgeleyen Sineklerin Tanrısı, Simon'ı yutup yok edememiştir yine de. Simon kendine gelir gelmez, dağın doruğuna çıkmaya karar verir. Orada bir canavar olmadığını çoktan sezmiştir. "Simon canavarı düşündükçe, gözünün önüne bir insan geliyordu: Hem yiğit, hem de hasta bir insan." Nitekim gecenin karanlığında, bitkin bir halde, düşe kalka dağa tırmanınca, canavar sanılan şeyin aslında ne olduğunu görür. Ölü pilot gülünç bir kukla gibi devinip durmasın diye, paraşütün kayalara ve çalılara takılmış iplerini çözer. Sonra durumu bildirmek üzere dağdan iner.

O sırada korkunç bir fırtına patlak vermiştir. Karanlık gecede çıkan şimşeklerden, gök gürültüsünden ödü kopan çocukları oyalamak için Jack çılgın bir dansa zorlar onları. Canavarı nasıl öldüreceklerini simgeleyen bu dans, çocukları korkudan kotuyacak bir çeşit büyü gibidir. Bir halka yapan -ve ne yazık ki, aralarında Ralph ve Domıuzcuk da bulunan - çocuklar, hep bir ağızdan "canavarı gebert, gırtlağını kes, kanını dök" diye bağıra bağıra tepinirlerken yürüyecek hali olmadığından emekleye emekleye ilerleyen simon, ormandan çıkar. "tepedeki ölü adam" diye bir şeyler anlatmaya çalışarak halkanın içine girer. hem korkudan deliren, hem de yabansı bir öldürme hırsına kapılan çocuklar, canavarın olmadığını müjdelemeye çalışan simon'ı canavar sanıp paramparça ederler. Simonın ölümüyle beraber çıkan güçlü bir rüzgar ölü pilotun paraşütünü şişirir, paraşüt dağın doruğundan havalanır adanın üstünden geçer ve ölü adamı denize gömer."

Çocukların en acımasızı olan Roger gözlüğünü geri almak isteyen Domuzcuk'un üzerine bir kaya yuvarlayarak kafasını parçalayıp ölümüne sebep olur. Son ana kadar Ralph'dan yana olan ikizler Jack'in tarafına geçmeye mecbur bırakılırlar. Jack Ralph'i öldürmeyi kafasına koymuştur. İkizler bunu ona haber verirler ve Ralph çok yakınlarında bir kuytuyu götererek onları buradan uzak tutun burada saklanacağım der gece. Ertesi sabah ikizlerden birinin yerini söylediği ortaya çıkar Ralph'e saldırırlar. Saklandığı ağaçlık alandan çıkartabilmek için dalları tutuştururlar ve bütün ada yangın yerine döner.

Tam Ralph'ı yakalayıp öldürecekleri sırada bir İngiliz kurovazöründen inen subayla çarpışır Ralph.
Subay yüzü boyalı vahşi çocukları görünce ve iki üç ölü olduğunu öğrenince "İngiliz çocuklarının daha iyi idare edebilecekleri düşünürdüm" der.
Roman böylece biter, Çocuklar kurtulur mu, Jack'in kabilesi kuruvazörü de ele geçiri mi? ne olup biter bilinmez???