15 Ocak 2014 Çarşamba

"Seni benim vücudumdan kesip aldılar, beni uyuşturmadan. Yarımı benden aldılar, en güzel yarımı. Yeniden çık diye senin parfümünle suluyorum kendimi."

Fuar'dan aldığım kitaplardan birisiydi
Jean-Louis Fournier
"Dul"

daha önce okumadığım bir yazardı..

kitabın türü "anlatı"
eşini ölümünden sonra yaşadıklarını anlatmış..
benim tuttuğum günlüklerimi anımsattı bana
kimi eşine hitaben kimi herhangi birine hitap etmeden kısa kısa notlar düşülmüş..

Genel olarak kedınlar daha genç olduğundan evliliklerde erkeklerden daha geç ölürler ya da karısı ölünce vakit geçirmeden evlenir erkekler

Kadınlarda durum daha farklıdır.. Kocası ölen kadın genel olarak kalan ömrünü yalnız tamamlar.

Buna sebep biz -en azından ben- dul kadınların hissettiklerine, yaşadıklarına aşinayım da dul bir erkeğin gözünden bakma şansım hiç olmamış hayata.
Bu kitapta o fırsatı buldum
ve itiraf etmeliyim ki tahminimden daha çok etkilendim..
çok doğal
çok insan...
çok olduğu gibi her kelime...

ölüm soğuk..
ama gerçek..

insan ister istemez düşünüyor irdeliyor kendi evlilik hayatını
ve geçiriyor aklından
"hangimi önce gidecek acaba"...

okumanızı tavsiye ederim...

bir kaç alıntı paylaşmak istiyorum:

"Sylvie beni terk etti. Ama başka biri için değil. Güz yapraklarıyla birlikte kibarca yere düştü. Irmaktan geçen bir kuşun gagasının rengini tartışıyorduk. Aynı fikirde değildik, ona sen göremezsin dedim, gözlüklerin yok. Güzel durmadığı için takmak istemediğini söyledi. Uzağı iyi görüyorum dedi ve sustu, sonsuza kadar. İtfaiyeciler geldiler, ateşi yeniden canlandırmayı başaramadılar. Sylvie son nefesini vermişti." (s:9)

"Boynuz Burnu'nda bir yelkenlideyim. Deniz beyaz, gök siyah. Yelkenleri indirdim, kamaranın dibine çömeldim, başımı ellerimin arasına aldım. Ortalığın yatışmasını bekliyorum. İyimserim, yatışacağına inanıyorum. Fırtınalar, kar gibi sonsuz değildir." (s: 12)

"Işıl ışıl Sylvie öldüğünden, sönüp gittiğinden beri ev oldukça karanlık, yarı gölgede yaşıyorum. Ne kadar ampül değiştirsem, ne kadar güçlülerini koysam değişmiyor, sürekli karanlık." (s: 13)

"Çok tuhaf, insanlar büyük bir mutsuzluk yaşayanlara mutluluktan bahsedemiyor.

Anlamıyorum. Aslında tam da büyük bir mutsuzluk halinde mutluluk dileklerine ihtiyaç vardır, halihazırda mutlu olanların ihtiyacı yoktur. Mutsuz olduğunuzda, sanki herkes öyle kalmanızı diliyor. Sonsuza kadarç" (s: 16)

"Bana inanıyordu. onun sayesinde ben de kendime inanmaya başladım. O dönem neredeyse bir hiçtim, şimdiyse neredeyse bir şeyim.
...
Sadece küçük mutsuzluklar için ağlıyorum, büyüklere ağlamıyorum. Ve sanırım gözyaşım kalmadı. Küçükken hava ne zaman soğuk olsa ağlardım. Gözyaşı kaynaklarımı kurutmuş olmalıyım." (s: 23)

"Sana kendimden bahsetmeyi özlüyorum. Kendi kendime konuşmayı öğrenmeliyim.

Birlikte, kırk yıl boyunca hiç sıkılmadık. Bence bu bir işaret. Gerçek bir çift olmuştuk. Aynı şeyleri, aynı evleri, aynı insanları, aynı şarapları, çoğunlukla aynı filmleri, aynı çiçekleri, aynı kedileri severdik. Aynı şeylere gülerdik." (s: 25)

"Asla yaşlanmayacaksın, asla o çok korktuğun Alzheimer'a yakalanmayacaksın, en güzel halinle, kıvrılarak düşen bir yaprak gibi gittin. Paraşütçüler yere inerken takla atarlar, ama sen göğe yükselmeden önce yaptın bunu.

Biraz daha sabredebilirdin, birlikte gidebilirdik. Dünyanın sonuna çok zaman kalmadığını söylüyorlar." (s: 27)

"Yaşayanlar aynı anda ancak bir yerde olabiliyorlar, ölüler ise her yerde" (s: 31)

"Seni benim vücudumdan kesip aldılar, beni uyuşturmadan. Yarımı benden aldılar, en güzel yarımı. Yeniden çık diye senin parfümünle suluyorum kendimi." (s: 33)

"Eski dostlarımla maziyi yad etmek hoşuma gidiyor. İyi bir hatıra iyi bir şarap gibidir, yalnız içmemek gerekir. Akranlarımın birer birer öldüğünü gördükçe, beni en çok 'hatırlıyor musun?'diye sorabileceğim kimsenin kalmayacağı gün korkutuyor." (s: 37)

"İkimizden hayatta kalan benim, yola tek başıma devam etmem gerekecek. Peki bunu isteyecek miyim?

Sokakta çiftler gördüğümde kendi kendime şunu soruyorum: Önce hangisi ölecek?" (s: 45)

"Kitaplarda yazar ne isterse o olur, patron odur, hayat öyle değildir." (s: 58)

"Yakınlık duyduğum insanların fotoğraflarını çekmeyi sevmiyorum, öldükleri zaman o fotoğraflara bakmanın vereceği acıyı hesap ediyorum. İnsanların fotoğrafları, onlardan bir hatıra olsun diye, öldüklerinde tamamen yok olmasınlar diye çekilir gibime geliyor. Birinin fotoğrafını çekmenin uğursuzluk getireceğini hissediyorum." (s: 59)

"İnsanlarda beni duygulandıran şey, biyolojik olarak tükenmeleri. Onları ölüm döşeklerinde düşünüce duygulanıyorum; adi, şişko, aptallar bile, biliyorum ki öldükten sonra daha az adi olacaklar, öyle aptalca şeyler söylemeyecekler." (s: 75)

"Saatini buldum, sana aldığım saat. Hala çalışıyor, keşke o dursaydı." (s: 88)

"Devamlı akan su durduğunda serinliği özlenir, yana ışık söndüğünde aydınlık özlenir ve insan karısını kaybettiğinde de onu ne kadar çok sevdiğini anlar. Anlayabilmek için en kötüsünün başa gelmesini beklemek ne acı. Neden mutluluğu, ancak çekip giderken çıkarttığı sesle tanıyabiliyoruz?" (s: 90)





3 yorum:

Unknown dedi ki...

Gerçekten de çok etkileyici bir kitap... Alıntılarını okuyunca hüzünlendim :( Paylaşım için teşekkürler Neslihancım :)Hemen alıp okuyacağım...

Yazgüneşi dedi ki...

birkaç saatte kolayc okunuverecek ama etkileyici bir anlatı Serapcım..
seversin :)

Kitap Eylemi dedi ki...

aslında o kadar çok düşündüm ki kitabı alıp almamak konusunda , şimdi keşkelerimden biri oldu :(