BANA, AİLEME, YAPTIKLARIMA, YAŞADIKLARIMA, HİSSETTİKLERİME, KURGULADIKLARIMA DAİR NE VARSA KISA KISA...
3 Ocak 2011 Pazartesi
"Fotoğraf - Çerçevedeki Gizem" Mary Price
"Hareketsiz fotoğraf zamanı iki boyutta durdurur. Hareketli resim, yani film, ise zamanı görünüşte üç boyutlu bir anlatıya dönüştürecek şekilde uzatır. İzleyici, gerçek insanlar zaman içinde hareket ediyormuş gibi görsün diye, karelerin hızlı hareketini ekrana yansıtmak, o gerçekliğin bir parçasını hareketsiz bir fotoğraf içinde yalıtmaktan farklıdır." (s. 13)
"Fotoğraf makinesi, göz ile karşılaştırılabilir. Aradaki fark, fotoğraf makinasının herhangi bir gözden öte bir şey olmamasıdır. Fotoğraf makinası düşünmez. Yargılama, seçme, düzenleme, dahil etme, dışlama ve yakalama ile ilgili her şey fotoğrafçı aracılığıyla olmak zorundadır ya da havadan çekilen fotoğraflarda olduğu gibi, çok özel durumlarda fotoğraf makinası programlayıcısına gereksinim duyulabilir. Düşünen ve gören fotoğrafçıyla kaydetme aracı olan fotoğraf makinası arasındaki ayrışımdan dolayı, fotoğrafa bakan kişi için herhangi bir fotoğrafçıyı yaratıcı olarak nitelendirmek, diğer görsel sanat eserlerinin yaratıcılarını nitelendirmekten daha zordur." (s. 15)
"Bir portrenin birincil kimliği, bir kişiye ait olmasıdır. Fiziksel varlık, ortam ne olursa olsunaynıdır. İkincil olarak, portre kendi ortam ve tekniğinin bir örneğidir. Ressamın yarattığı "gerçeklik", öznenin nitelikleri ve görünümünün farklı bir bakış açısıyla, yani ressamın görüsününinatçı direnişiylebir birleşimidir. Fotoğrafçının görüsü, ressamınki gibi, aynı "gerçekliğin" farkına varsa da, aynı ışık etkilerini kullansa da, karakter ve görünüm için aynı niteliklere değer verse de, oldukça farklı zamansal ve maddesel kısıtlamalara maruz kalır ve sonuçta nicel farklar nitel bir fark yaratır. NitekimStanley Cavell şöyle diyebilmektedir:'Ben ... hepimizin sorduğu, fotoğrafın ne olduğu sorusunu soruyoru ... ve öyle sanıyorum ki siz onun yabancılığının farkına varamıyorsunuz; örneğin fotoğraf ile özne arasındakiilişkinin bizim temsil kavramımızla uyuşmadığını anlayamıyorsunuz; biri diğerinin yerine geçiyor ama aralarında bağlantı yok, ya da biri diğeriyle benzerlik oluşturuyor ... Bir temsil, öznesinin kimliğini vurgular,bu yüzden benzerlikten söz edilebilir; bir fotoğraf ise öznesinin varlığını vurgular, onu kaydeder, bu nedenle de transkripsiyon olarak adlandırılabilir.'". (s. 19-20)
"Transkripsiyon, bir şeyin başka bir şeyle kaçınılmaz olan, uydurulmuş, tasarlanmış ya da imgelenmiş olmayan ilişkisidir ve dış dünya ile fotoğraf arasındaki ilişkiye verilen addır." (s.20)
"Barthes fotoğrafın büyülü bir türüm olduğunu söyler. Tagg ise öyle olmadığını. Barthes fotoğrafın geçmişte var olan bir şeyin kanıtı olduğunu söyler. Tagg ise maddesel tarihçesi ve kullanımı araştırılarak belirlenecek bir şeyin kanıtı olduğunu.
Batrhes'ın savını yadsımakta ısrar etmemiş olsa, Tagg'ın savı tamamıyla anlaşılabilirdi. iki önerme arasındaki bir fark da, barthes ince, şiirsel ve hem yaratıcılığa hem de yaratıcı dile yakın bir yavır sergilerken, Tagg, Barthes'ın fotoğrafla ilgili yaratıcı çözümlemesini hoş karşılaması durumunda, olasılık ve özgüllükten ödün vereceğinden korkar gibidir.
....
Tagg, bir fotoğrafın anlamlarının ilginin yönü ile açığa kavuştuğuna, ilginin açığa vurulmasının da fotoğrafın tasarlanmış kullanımına bağlı olduğuna inanır. Barthes'dan ayrılan yanı, fotoğrafın kullanım alanı için ileri sürdüğü savdır; her iki kullanım da -Barthes'ın kişisel, görüngübilimsel kullanımı ya da Tagg tarafından koyutlanan kuramsal, maddeci kullanım- bana savunulabilir gibi görünüyor. Her ikisi de yorumun gerekliliği konusunda hemfikirler; fotoğrafın nesneleri transkripsiyon yoluyla kaydettiği konusundaki inançlarında da, nesnelerin var olan ışığı engellediği konusundaki düşüncelerinde de aralarında bir fark yoktur" (s. 22-23)
"Erwing Goffman 'resimler hakkındaki günlük konuşmalarımızı nitelendiren sistematik belirsizliklere' işaret eder. En bulanık ya da akıl karıştırıcı söz, bir fotoğraf bir şeye "ait" dendiğinde kullanılan "ait" sözcüğüdür. Fotoğraf konusuna "ait"tir; konu ise yalnızca natürmort, bina, manzzara, hayvan ya da figür (insan, yer ya da şey)değil, bir durum da olabilir. Fotoğraf bir kişiye "ait" ise, konu ve durum aynı şey olabilir. Eğer bir reklam öncelikle kişiyi giydiği giysilerine ağırlık vererek resmediyorsa, durum burada modellik olabilir. Ya da kişi önemli unsur olarak gösteriliyorsa, durum portreleme olabilir." (s. 27)
"Resmin neye ait olduğu sorusu içinde, fotoğrafçının niyetinin ne olduğu sorusu gizlidir." (s. 28)
"Sontag, fotoğrafların büyük gücü olduğu ve insanları büyük ölçüde yanılttığı konusunda Tagg ve Burgin ile aynı fikirdedir. kullandıkları dildeki belirsizlikler sayesinde etkileyici konuşarak ikna eden kişiyi, çözümleyici ve eleştirmeni suçlamak yerine, Sontag fotoğrafçıyı suçlar. Ona göre Eugene Smith, Nimata'daki cıva zehirlenmesinin yol açtığı bedensel bozukluktan zalimce yararlanarak ortaya çok güzel bir fotoğraf çıkarmıştır." (s.28)
"Pek çok durumda, fotoğrafçı bir fotoğraf ile bir yaşam arasında seçim yapmaz. Seçim müdahale etme ile etmeme arasında değil, fotoğraflama ile fotoğraflamama arasındadır; öyle ki fotoğrafçının bulunduğu bir yerde fotoğraflamama etik karar gibi görünebilir. Bazı fotoğrafçılar gördükleri dehşey nedeniyle fotoğraf çekmeden uzaklaşmayı tercih etmişlerdir. Diğerleri ise fotoğraf çekmişler (örneğin Bengalli katilleri) ve dehşeti belgelemişlerdir.
...
Müdahale etme, profesyonel fotoğrafçılar için sıradışı durumların çoğunda uygulanamayan ve büyük olasılıkla -kurbanlar için olduğu kadar olayın kendisi için de- yararsız bir eylemdir. Müdahale eden bir fotoğrafçı kolayca kurbanlardan biri olabilir. Fotoğrafçı, sonuçta vicdanı rahat olarak acı çekse ya da ölse de, tek başına bir erdem örneğinin diğer kurbanlara yardımı olmaz; oysa bir resim kamuyu etkileyebilir. Bu müdahale etmeninher durum için olanaksız ya da uygulanamaz olduğu anlamına gelmez, yalnızca fotoğrafçının rolününbir parçası olmamalıdır; tek başına fotoğrafçı, bu sıfatıyla bir oyuncu değil, bir tanık ve kaydedicidir." (s. 30-31)
"Birebir betimlemede ne gördüğünün adı konmadan, fotoğrafların kavramsal yorumunu imgelemek zordur. Kavramsal yorumlar da daha ilginç olacak diye bir şey yoktur. Yalnızca görsel olarak adlandırılabilir unsurları, konuyu (konuları), aslına uygunluk ve kavramsallığın ikili görüsünü koruyacak şekilde pekiştirirse ilginçtir; konular yerine soyutlamaları kullandığında ilginç değildir." (s. 36)
"Nadar: '(fotoğraf için) fikir,tamamlanmış biçimde insan beyninden çıkar; doğmasının hemen ardından bitmiş yapıta dönüşür'
Farklılık dönüştürülen 'hayal' ya da 'imgelem' ile '.. tamamlanmış biçimde insan beyninden çıkan fikir'in anında 'bitmiş yapıt'a trascripsiyonu arasındadır.
... Nadar için süreç insan beyninde başlar. Öncelikle portre fotoğraflarıyla tanınıyor olsa da Nadar'ın aynı zamanda çizgi romancı ve karikatürcü yanları da vardı. O, teknik ressam ve fotoğrafçı arasındaki ayrımı yıkarak bu iki sanatı birleştirir ve çizim ya da fotoğraf özelliğini el işiyle değil fikir yaratmayla özdeşleştirir."(s. 48)
"Bir yandan fotoğraf, sadece var olduğu için kendi kendini özgünleştiren bir belgedir; fakat anlamının açıklanması gerekir. Kendini özgünleştirme, sahteciliği dışlamak zorunda değildir; sahtecilik varsa, bu da açıklamaya dahil edilmelidir. Fotoğraf görsel olarak -hangi ölçütlere dayandırılacak olursa olsun- çarpıcı olabilir ve salt bu yüzden açıklanmaya değerdir. Bir zamanlar günlük hayatın bir parçası olöuş fakat görsel olarak fotoğrafta geri gelmeyecek şekilde kaybolmuş tarihsel ayrıntılar nedeniyle bile merak konusu olabilir." (s. 55)
"Hippolyte Taine'in 'Zaman bir kazmanın toprakta yaptığı gibi bizde izlerini bırakıyor, bizi buruşturuyor ve ahlaki yapımızı ortaya çıkarıyor' benzetmesi bugün bile büyüleyicidir." (s. 81)
"Aklın gözü ile gerçek gözün gördükleri arasındaki kayma, insanların birbirine uydurmaya çalıştıkları görme biçimleri, hiçbir zaman kolaylıkla doğrulanamaz." (s. 103)
"Nü tam anlamıyla hiç seksi değildir; ancak bedenin zengin, fakat o an için tutkusuz biçimdeki duyumsal değerinin onaylanıp açığa vurulması bakımından erotiktir.
...
Tıpkı Kenneth Clark'ın dediği gibi, ne kadar iffetli olursa olsun tüm nü resimlerin içinde saklı bir erotiklik vardır ve resim heykel ya da fotoğraf olsun tüm nüler bir auraya sahiptir. "Gizemli"nin gücü ya da daha çok içeriği, romantik, gizli, bulanık veya mehtaplı (bu sözcüklerin her biri özel bir durum için geçerli olabilse de) anlamında sıradanlaştırılmamalıdır." (s. 113)
"Genellikle anmaya değer fotoğrafçıları farklı kılan şey, biçimdeki anlamın görsel olarak fark edilmesidir. Bu, üç boyutlu nesnel dünyayı iki boyutlu düzlem biçiminde, genellikle siyah beyaz, ayrı bir bütüne dönüşmek üzere olan o parçanın ne anlama geleceğini anında değerlendirecek bir görme yeteneğini gerektirir.bu mucizevi, üzerinde yoğun olarak düşünülmüş bir süreçten çok, fark edişin aniden parıldamasıdır." (s. 115-116)
"Fotoğrafçılık herkesin birbirine eşdeğer düzeyde iyi olduğu bir alan olsaydı, o zaman başarılar rastlantısal ve mekanik olurdu. Fotoğrafçı gördüğünü kopyalar, çünkü gördüğü şeyler bir şekilde anmaya değer, olağanüstü etkileyici, duygusal ya da tipiktir şeklindeki cömert varsayımla işe başlamak daha iyidir. Betimleme ve adlandırmak, görme sürecini yorumlayarak sürdürmektir. Adlandırma, verilen ad 'Başlıksız' bile olsa bir yorumdur." ( s. 119)
"Fotoğraf çerçevesinin sınırları kendi içinde enerjileri sıkıştırır. Büyüleyici olan geçen zaman değil, görüntünün yakalanması ve çerçevenin içine hapsedilmesidir." (s. 126)
"Çağdaş bir fotoğrafçı olan Yousuf Karsh, kendi portreleri hakkında şöyle der: 'Tüm bildiğim, her erkek ve kadının kendi içinde bir gizi olduğudur... Bu gizin açığa çıkışı, eğer çıkarsa, saniyenin çok küçük bir parçasında, bilinçsiz bir hareketle, gözün bir ışıltısıyla , bütün insanların en derinlerindeki kendilerini dünyadan saklamak için taktıkları maskelerin kısa bir süreliğine kaldırılması ile olur. (s. 162)
"Arbus şöyle der: 'Çoğu kimse, travmatik bir deneyim yaşayacağı korkusuyla yaşamını sürdürür. Hilkat garibeleri, travmaları ile doğmuşlardır. Hayatlarının sınavını çoktan geçmişlerdir. Onlar aristokrattır.'" (s. 166)
"Heinrich Böll şöyle der: 'Fotoğrafçılığın en büyük aldatmacası, en baştaki 'nesnel gerçeklik' aldatmacasıdır. Kararı veren objektif değil, fotoğrafçının gözüdür.' Böll, fotoğraf ve nesnel gerçeklik, somut ve soyut arasındaki bağlantıyı kabul eder, ancak her ne kadar fotoğraf aldatmak için gerçeğin aldatıcılığına dayansa da, her ikisini de aldatıcı olduğunu söyler. burada söz konusu olansa aldatmaca değil, yalnızca bağlantıdır.
gerçekten de, neyi ve ne zaman fotoğraflayacağını seçen, kaosta bir düzen gören ve kayıtsız gerçekliği anlama bağlayan fotoğrafçının gözüdür (aklıdır, niyetidir). harold Rosenberg şöyle bir yorumda bulunur: 'Çağımızda alışılagelmiş inanışa göre, dış görünüşler aldatıcıysa, gerçek de aldatıcılıkta onlardan aşağı kalmaz. Artık maskelere gereksinim duyulmamaktadır - yüzler yeterince anlaşılmazdır'." (s. 174-175)
"Tıpkı aynı nehirde iki kez yıkanamayacağınız gibi, aynı nedenden ötürü aynı fotoğrafı da iki kez çekemezsiniz. Aynı olarak görülebileb şey kesin olarak farklıdır, hatta bu fark yalnızca zaman bağlamında da değildir. Benjamin nesnelerin böyle kaydedilmesine "istençli, dldan dala atlayanbelleğin sürekli hazır olması' adını verir ki bu bellek 'mekanik yeniden üretim tekniğiyle güç kazanarak imgelemin oyun alanını daraltır.'. Benjamin'in terim olarak kullandığı istençli bellek, bilnçli bellektir. Fakat bu yalnızca bizim hatırlamak istediğimiz şey değil, hem geçmişimiz, hem de kimliğimizdir; deneyimin ve öğrenmenin ölçüsü, kendini tanımanın sınırıdır. Özel bir duruma ait kayıt, örneğin bir fotoğraf, o durumu gösteren kanıt olarak kabul edildiğinde, esneklik indirgenir veya düzeltilir ve artık uydurma, imgeleme ya da yeniden anımsama için bile belleğe çok küçük bir oyun alanı kalır." (s. 188)
"Fotoğrafın aurası, iki özelliğin de varsayıldığı mecazi dilde açıık bir hal alır. Birincisi, fotoğraf makinesi ve film aracılığıyla kaydedilen dış dünyanın varlığıdır. Diğeri ise, bu kaydın anlaşılmaz, gizemli ve büyülü olduğudur." (s. 188)
"Fotoğraf makinesi bir anı bir zaman parçasını kaydeder. Fotoğraf mekinesi, Benjamin'e göre, şok anını yalıtan, sürdüren ve bildiren bir etmendir. Hatta 'aygıt, o ana adeta ölüm sonrası bir şok veriyordu' der. 'Ölüm sonrası'dır çünkü geçmişte kalan an bir daha geri getirilemez. Bir anlamda yinelenemez, bu yüzden adeta ölü gibidir." (s. 196)
"Benjamin'in mihenk taşı, fotoğrafın mucizesini ve büyüsünü geniş biçimde kullanan Proust'tur. Proust, gerçek ve hayali Albertine'de, auanın eşzamanlı olarak fark edilmesine ve çözülemsine ilişikin bir imgeler örtüsü yakalar:
Ayrıca hazfıza derhal birbirinden bağımsız klişeler çıkarmaya başladığı, klişelerdeki sahneler arasında her türlü bağlantıyı ve devamlılığı yok ettiği için, teşhir ettiği koleksiyonda onuncusunun, öncekileri ortadan kaldırması gerekmez. benim konuştuğum sıradan ve duygulandırıcı Albertine'in karşısında, denizin önündeki esrarngiz Albertine'i görüyorum.
'Denizin önündeki esrarengiz Albertine' sözü, el sürülmemiş aurayı oluşturur; 'sıradan ve duygulandırıcı Albertine" sözü ise auranın çözülmesine yol açar; her biri bir fotoğrafmışçasına, iki etki de aynı anda vardır.
Fotoğraf bağlamında Proust'un en anlamlı pasajı, Marcel'in sevgili büyükannesinin sıradan bir kırmızı yüzlü yaşlı kadına dönüşmesidir; ancak bu dönüşüm o kadar karmaşık ve anlaşılması güç bir biçimde yapılanmıştır ki eğretilemeli dönüşüm için verilebilecek daha basit ve çabuk anlaşılabilir bir örnek öncelikle öğretici olabilir. Marcel arkadaşı Saint-loup'un bulunduğu askeri kampı ziyaret eder. Askeri alayın sıraya girdiği alana penceredeb baktığında Yüzbaşı Borodino'nun, atını tırıs sürerek, ihtişamla geçtiğini gördü[m]; Austerlitz savaşı'ndaymış gibi bir yanılsama içindeydi görünüşe bakılırsa. ... Atının üzerinde dimdik oturan, yüzü birz yağ bağlamış, yanakları şahane bir dolgunluktaki, aydınlık bakışlı prens, bir sanrıya düşmüş olsa gerekti. Askeri düzenlemenin her zaman kesin kuralları olmuştur, ne kadar çok törensel ise o derece titiz davranılır. Yüzbaşı, tamamıyla biçimsel hareketlere, oynadığı oyunun kurallarına öylesine dalmıştır ki kendisini savaşta Napolyon rolünde görür; rolünü sanki gerçekmiş gibi oynarken oyunun kuralları tarafından baştan çıkarılmıştır ve görkem tantanaya dönüşmüştür; işte olayın gülünç yanı buradadır. Halkın gözü önünde sahneye konan bu kibirli kendini kandırmaca, dikkatli bir gözlemci olan Marcel'i eğlendirir. Marcel'in, kendini kandırmayı gözlemleyeceği bir sonraki durum ise ölümcül bir biçimde ciddidir. Bu seferki kendi kendini kandırmasıdır. " (s. 198-199)
"Gözümüz eler, çünkü düşünce ile doludur. Hem kurarak hem de gözardı ederek, öteki düşüncesini oluşturur. Görüşü denetleyen düşünceye bir katkısı olmayan ya da bu düşünceye uymayan şeyi gerçekten görmez." (s. 201)
"Fotoğraf, insanın bir andan daha fazlasına dayanabilecek cömertliği gösteremeyeceği gerçek dünyaya kısa bir bakışı kaydeden ve bir an için bile olsa gerçekliği açığa çıkarıyor gibi görünendir." (s. 216)
"Birey, fotoğrafçı ya da bakan kişi, gözleri fal taşı gibi açılmış bir durumda aynalar ülkesine girer, ancak ne gördüğünü hemen yorumlayamaz. Fotoğraflamak daha yakından izleyebilmemiz için zamanı yakalamanın bir yoludur." (s. 233 -SONSÖZ)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
6 yorum:
okumamıştım, tez zamanda bu kapsamlı alıntı/özeri sindire sindire okuyacağım nes'im, çoook teşekkürler, harika bir paylaşım :)
Sevgili Nil'im
faydası olursa ne ala:))
öyle çok çizmişim ki
çizdiklerimi özetleyeceğim diye bile canım çıktı :)))
ne zamandır ona sebep yayınlayamıyordum ...
ben sevdim bu kitabı
Süper bir işçilik teşekkür ediyorum, keyifle okudum, hazır lokma olmuş emeğine sağlık.
Kaymakım kadayıfım
özgür kadınım
afiyet olsun
zevkti :))
Hepsi harika. Özellikle Yousuf Karsh'ın fotoğraf üzerine söylediği söze bayıldım. O güzel ellerine sağlık. bizim için uzun uzun yazmışsın. Bunları yazmak bile ayrı bir zevk oluyor aslında değil mi? Her cümleyi yeniden özümsüyorsun.
Elifcanım
aynen öyle
bir kez daha üzerinden geçtim adeta kitabın
öyle çok çizmişim ki
hani nerdeyse kitabı yazacaktım oturup yeniden pes yani :)
şimdilerde okumakta olduğum kitap da da durum bu :)
faydası olursa birilerine
ben de mutlu olurum işte o vesile ile :)
öperim
buluşalım...
Yorum Gönder