9. gün: sevmem sanıp da sonunda sevdiğin bir kitap
Daha önce de söz ettim serilerden söz açıldığında..
Pegasus Yayınları kitapları, hiiiç tarzım olmayan, alıp okumaya hiiiç heveslenmediğim, saçma sapan gereksiz abartılı bulacağıma emin olduğum vs. vs.
Evet canım bildiğiniz önyargı işte...
Nasıl popüler nasıl popüler okuduğum zamanlarda... Herkesin elinde.. harıl harıl bir okunma halinde..
"Yaaa gidin işiniz mi yok
zaman kaybı"
diyorum bana yakın bulduğum okuyucularına..
"Yapma etme okumadan karar verme" diyor bir kısmı
bir kısmı "ben seviyorum sana ne diyor" e haklılar aslında
en nihayetinde bir dost o kadar çok ısrar etti ki.."yaaa inat etme bir oku"
aldım
okudum
sanırım iki günde
646 sayfayı hem de...
Vay arkadaş dedim kitabın sonunda
kendimi bir Lisbeth Salander hayranı olarak buluverdim.. Hacker olasım bile geldi.. Hani bir kuplecik yetenek olsa bulaşacağım o derece.. Ama elektronik ve teknolojik yeteneklerim sıfır altı negatif olduğundan çocukça bir hayal olarak tozlu raflara kalktı bu fikir de tabi..
Söz ettiğim kitap
Millenium isimli üçlemenin ilki
Ejderha Dövmeli Kız/Steig Larsson
bir polisiye, bir macera, bir seri katil romanı..
ben elime aldım
bırakamadım...
Asla sevmem zannediyordum oysa.. çok emindim.. Kapak oldu bana :D
BANA, AİLEME, YAPTIKLARIMA, YAŞADIKLARIMA, HİSSETTİKLERİME, KURGULADIKLARIMA DAİR NE VARSA KISA KISA...
23 Eylül 2014 Salı
22 Eylül 2014 Pazartesi
Kitap Meydan Okuması - Gün Sekiz
8. gün: En abartılmış bulduğun kitap (nesi meşhur bu kitabın gibilerinden)
Burada bir ismin ve çok satarlığın büyüsüne kapılıp da konusuna, hakkında yapılan yorumlara, hatta arka kapağına dahi bakmadan alınıp da kitap okunmayacağını bana bin nasihat değil de bir müsibet ile öğreten bir seriden söz etmek istiyorum...
Ama konuyu daha önce detaylıca blogumda anlatmış olduğumdan yeniden uzun uzun yazmayayım da sizi o sayfaya davet edeyim dedim
BURAYA TIKTIK lar iseniz en abaratılığı bulduğum son derece kalitesiz seri hakkında yazdıklarıma ulaşacaksınız :)
Burada bir ismin ve çok satarlığın büyüsüne kapılıp da konusuna, hakkında yapılan yorumlara, hatta arka kapağına dahi bakmadan alınıp da kitap okunmayacağını bana bin nasihat değil de bir müsibet ile öğreten bir seriden söz etmek istiyorum...
Ama konuyu daha önce detaylıca blogumda anlatmış olduğumdan yeniden uzun uzun yazmayayım da sizi o sayfaya davet edeyim dedim
BURAYA TIKTIK lar iseniz en abaratılığı bulduğum son derece kalitesiz seri hakkında yazdıklarıma ulaşacaksınız :)
Olağanüstü güzellikteki İşim...
Şimdi benim ne kadar aktif dinamik heyecanlı olduğumu bile rkadaşlar emekli olma kararımı "şok şok şok" şeklinde karşılamışlardı..
Yorumlar genelde şöyle oldu
"kesinnn sıkılırsın"
"bak pişman olacaksın"
"masrafın iki katına çıkacak evde olunca"
paspallaşacaksın, kendine bakmayacaksın"
vs
vs
vs
Oysa işin rengi o değildi.. Benim gibi aklında bir yığın yapacak şey olup da iş yerinde iğrenç bir mobing altında olan kişilere iş saatinden geriye bunları yapacak zaman kalsa da enerji kalmıyordı...
Cendereden çıktım ve kendimi buldum...
Hem ben işsiz değilim ki...
Olağanüstü güzellikte bir işim var benim
DEFNE...
En son doğum iznindeyken anneliğin ne kadar hayran olunası bir meslek olduğunu bilincinde olduğumu anımsadım kızımla yine
yeniden başbaşa kalınca...
Asla emekli olmayı istemeyeceğim güzellikte bir iş...
Okullar açılmadan hep beraberdik.. durup durup icatlar çıkardık kendimize
Defnenin odasında dekorasyon değişikliği yapmak..
ya da kostüm giyinip eğlenen capon balığını fotoğraflamak gibi...
Okul açılınca benim iş yoğunlaştı. Defne devlet okuluna gittiği için öyle Ankaranın her köşesine servis yok tabi okuldan.. Ve ilkokulda son senesi olduğundan, öğretmeni ve arkadaşlarını çok sevdiğinden, o ayrılmak biz ayırmak istemedik..
Servis de olmayınca iş başa düştü her gün onu götürüp eve dönüyor sonra gidip alıp geliyorum.. Mesafe yakın değil, servis saatlerinin denk gelişini falan da ayarlayınca ben bayağı mesaiye gider gibiyim. Gözümdeki sorundan dolayı araba kullanmaya da cesaretim olmadığından günü büyük kısmı sokakta geçiyor.. Yıllarca masa başında çürüdüğüm şikayetinde olan bana nasıl iyi geliyor anlatamam...
Okul çıkışlarında kızımla zaman geçirmek, ödevlerine yetiştirecek bir iş güç derdi olmadan huzur içinde yardımcı olmak
bir yerlerde oturup bir şeyler içmek
eve dönüp kurabiye yapmak.. -ki Defne bunu hep ister ben motivasyonsuzluktan hep ötelerdim...
proje ödevlerine aceleye getirmeden rahat rahat yardımcı olmak..
evet bugün Fen ve Teknoloji ödevi için iskelet maketi yaptık mesela..
tuz hamuru kullandık..
annemde yapıp hazırladık, eve gelince pişirip birleştirdik..
İskeleydi koydu Defne ismini..
selamı var size :)
dipteki not: Fotoğrafların tamamı bana aittir...
Yorumlar genelde şöyle oldu
"kesinnn sıkılırsın"
"bak pişman olacaksın"
"masrafın iki katına çıkacak evde olunca"
paspallaşacaksın, kendine bakmayacaksın"
vs
vs
vs
Oysa işin rengi o değildi.. Benim gibi aklında bir yığın yapacak şey olup da iş yerinde iğrenç bir mobing altında olan kişilere iş saatinden geriye bunları yapacak zaman kalsa da enerji kalmıyordı...
Cendereden çıktım ve kendimi buldum...
Hem ben işsiz değilim ki...
Olağanüstü güzellikte bir işim var benim
DEFNE...
En son doğum iznindeyken anneliğin ne kadar hayran olunası bir meslek olduğunu bilincinde olduğumu anımsadım kızımla yine
Asla emekli olmayı istemeyeceğim güzellikte bir iş...
Okullar açılmadan hep beraberdik.. durup durup icatlar çıkardık kendimize
Defnenin odasında dekorasyon değişikliği yapmak..
ya da kostüm giyinip eğlenen capon balığını fotoğraflamak gibi...
Okul açılınca benim iş yoğunlaştı. Defne devlet okuluna gittiği için öyle Ankaranın her köşesine servis yok tabi okuldan.. Ve ilkokulda son senesi olduğundan, öğretmeni ve arkadaşlarını çok sevdiğinden, o ayrılmak biz ayırmak istemedik..
Servis de olmayınca iş başa düştü her gün onu götürüp eve dönüyor sonra gidip alıp geliyorum.. Mesafe yakın değil, servis saatlerinin denk gelişini falan da ayarlayınca ben bayağı mesaiye gider gibiyim. Gözümdeki sorundan dolayı araba kullanmaya da cesaretim olmadığından günü büyük kısmı sokakta geçiyor.. Yıllarca masa başında çürüdüğüm şikayetinde olan bana nasıl iyi geliyor anlatamam...
Okul çıkışlarında kızımla zaman geçirmek, ödevlerine yetiştirecek bir iş güç derdi olmadan huzur içinde yardımcı olmak
bir yerlerde oturup bir şeyler içmek
eve dönüp kurabiye yapmak.. -ki Defne bunu hep ister ben motivasyonsuzluktan hep ötelerdim...
proje ödevlerine aceleye getirmeden rahat rahat yardımcı olmak..
evet bugün Fen ve Teknoloji ödevi için iskelet maketi yaptık mesela..
tuz hamuru kullandık..
annemde yapıp hazırladık, eve gelince pişirip birleştirdik..
İskeleydi koydu Defne ismini..
selamı var size :)
dipteki not: Fotoğrafların tamamı bana aittir...
Etiketler:
bana dair,
capon,
fotoğraf,
hayatın içinden
21 Eylül 2014 Pazar
Kitap Meydan Okuması-Gün Yedi
7. gün: Sana kahkaha attıran bir kitap
Bu soru ile karşılaşınca pek mizah kitabı okumamış olduğumu fark ettim.. Hafızamı biraz yokladım ki.. Aklıma gelen büyük üstat Aziz Nesin oldu..
ve yine çocukluğuma gittim..
"Şimdiki Çocuklar Harika"
isimli kitabındaki sınıfa müfettiş gelmesi öyküsü...
Müfettişin format sorduğu soruları öğretmen çocuklara ezberletir de hani müfettiş gelip de bizim kahramana soruların sırasını değiştirerek soruverir :)
sonra da her şey birbirine girer..
Çocukken bu bölümü ablamla dönüp dönüp defalarca defalarca okuyup karnımız ağrıyana değin gülerdik her defasında ...
Kitabı okusun diye Defne'ye aldım. Benim çocukken okuduğuma ne oldu bilmiyorum. Muhtemelen birisi alıp geri getirmedi :(
Bizim güldüğümüz bölüme -bizim kadar olmasa da- Defne de güldü ...
"--Kaç yaşındasın?
-- 1492 efendim..
...
--İstanbul'u kim fethetti?
--Babam
...
--Senin baban kim?
-- Mimar Sinan
...
--Mimar Sinan ne yaptı?
--İstanbulu fethetti
--Kim?
--Mimar Süleyman
..
--Süleymaniye Camisini kim yaptı öyleyse?
--Sultan Sinan Fatih
....
..."
şeklinde uzayıp giden bir muhabbet..
Çok komik gelirdi küçükken bana.. Şimdi o kadar da komik bulmuyorum elbette ama yine de kitabın adı geçtiğinde çocukluğum geldiğinden aklıma gülümsüyorum :)
Bu kitap meydan okumalarında verdiğim yanıtları düşündüm de genelde çocukluğuma gençkızlığıma dair en çok iz bırakanlar...
O yaşlarda yapılan her şey daha güzel geliyor galiba
Okunan kitaplar da....
Bu soru ile karşılaşınca pek mizah kitabı okumamış olduğumu fark ettim.. Hafızamı biraz yokladım ki.. Aklıma gelen büyük üstat Aziz Nesin oldu..
ve yine çocukluğuma gittim..
"Şimdiki Çocuklar Harika"
isimli kitabındaki sınıfa müfettiş gelmesi öyküsü...
Müfettişin format sorduğu soruları öğretmen çocuklara ezberletir de hani müfettiş gelip de bizim kahramana soruların sırasını değiştirerek soruverir :)
sonra da her şey birbirine girer..
Çocukken bu bölümü ablamla dönüp dönüp defalarca defalarca okuyup karnımız ağrıyana değin gülerdik her defasında ...
Kitabı okusun diye Defne'ye aldım. Benim çocukken okuduğuma ne oldu bilmiyorum. Muhtemelen birisi alıp geri getirmedi :(
Bizim güldüğümüz bölüme -bizim kadar olmasa da- Defne de güldü ...
"--Kaç yaşındasın?
-- 1492 efendim..
...
--İstanbul'u kim fethetti?
--Babam
...
--Senin baban kim?
-- Mimar Sinan
...
--Mimar Sinan ne yaptı?
--İstanbulu fethetti
--Kim?
--Mimar Süleyman
..
--Süleymaniye Camisini kim yaptı öyleyse?
--Sultan Sinan Fatih
....
..."
şeklinde uzayıp giden bir muhabbet..
Çok komik gelirdi küçükken bana.. Şimdi o kadar da komik bulmuyorum elbette ama yine de kitabın adı geçtiğinde çocukluğum geldiğinden aklıma gülümsüyorum :)
Bu kitap meydan okumalarında verdiğim yanıtları düşündüm de genelde çocukluğuma gençkızlığıma dair en çok iz bırakanlar...
O yaşlarda yapılan her şey daha güzel geliyor galiba
Okunan kitaplar da....
20 Eylül 2014 Cumartesi
Kitap Meydan Okuması -- Gün Altı
6. Gün: Seni Hüzünlendiren Kitap
Çocukluğumda okuyup bugüne değin zaman zaman yeniden okuduğum hatta şok edici biçimde yakın zamanda bir ara ismi sakıncalı kitap olarak olarak geçtiğinde özlemiş olduğumu fark edip yeniden okuduğum
Şeker Portakalı- José Mauro de Vasconcelos
Ne güzel
Ne etkileyici
Ne gözyaşı döktürücü
Ne hüzünlü
Ne akıldan çıkmaz bir öyküdür o.....
Tepeden tırnağa hüzündür benim için...
Ancak çok ustalıkla işlenmiş, insanı boğup bunaltmayan yumuşacık bir hüzün...
Ah canım Zezé....
Çocukluğumda okuyup bugüne değin zaman zaman yeniden okuduğum hatta şok edici biçimde yakın zamanda bir ara ismi sakıncalı kitap olarak olarak geçtiğinde özlemiş olduğumu fark edip yeniden okuduğum
Şeker Portakalı- José Mauro de Vasconcelos
Ne güzel
Ne etkileyici
Ne gözyaşı döktürücü
Ne hüzünlü
Ne akıldan çıkmaz bir öyküdür o.....
Tepeden tırnağa hüzündür benim için...
Ancak çok ustalıkla işlenmiş, insanı boğup bunaltmayan yumuşacık bir hüzün...
Ah canım Zezé....
19 Eylül 2014 Cuma
Kitap Meydan Okuması-Gün Beş
5. gün: seni en mutlu eden kitap
Konusu hüzünlü falan da olsa kitap okumak eylem olarak beni mutlu ediyor zaten...
Dolayısıyla okuduğum her kitaptan mutluluk payı çıkartmam olası.. Hani bazı konusu falan hiç sarmalamayan itelesen de gitmeyen kitaplar oluyor, onları tenzih ediyorum elbette...
Ama şöyle bir kurcalayınca kafamı beni en mutlu eden kitap neydiii neyii, hangisiydi diye gencecik bir kızken okumuş olduğum bir tanesi düştü aklıma
şimdi insanı kusturacak kadar çoğaltan "kişisel gelişim" kitabı falan yoktu o zaman. Böyle bir deyim bile yoktu sonradan Secret'lar falan türeyince çıktı o deyim de ortalığa yanılmıyorsam...
Bahsettiğim kitabı yeni nesilin eline versek okuyun diye bu yeni moda kitaplardan zannederler muhtemelen
ama o zamanlar farklıydı benim için
Leo Buscaglia
Yaşamak Sevmek ve Öğrenmek
çok etkilemişti beni, defalarca okumuşluğum ara ara elime alıp yeniden gözden geçirmişliğim olan satırlarının altını çizdiğim, çizdiklerimi defterlere kaydettiğim bir kitap...
düşünüyorum da hayata bakış açımda çok etkisi olmuştur bu kitabın diyebiliyorum...
ikinci el almıştım kitabı.. İlk sahibi 1985'te almış.. ismini karalamışım keşke yapmasaymışım..
ben de 1987 de falan okumuş olsam gerek ilk
sonra defalarca okuna okuna, elden ele geze geze dağılmış kitap..
üzerine okunmuşluk sinmiş kitapları çok seviyorum..
Sadece şu haline bakmak bile beni mutlu ediyor..
İçinde bir şiir vardır bu kitabın.. Okurken zıldır zıldır ağlatmıştı beni..
eh 16-17 yaşlarında saftirik (evet inanmak zor ama saftiriktim o zamanlar ) bir genç kız için normal değil mi ya...
şiir şu idi:
Konusu hüzünlü falan da olsa kitap okumak eylem olarak beni mutlu ediyor zaten...
Dolayısıyla okuduğum her kitaptan mutluluk payı çıkartmam olası.. Hani bazı konusu falan hiç sarmalamayan itelesen de gitmeyen kitaplar oluyor, onları tenzih ediyorum elbette...
Ama şöyle bir kurcalayınca kafamı beni en mutlu eden kitap neydiii neyii, hangisiydi diye gencecik bir kızken okumuş olduğum bir tanesi düştü aklıma
şimdi insanı kusturacak kadar çoğaltan "kişisel gelişim" kitabı falan yoktu o zaman. Böyle bir deyim bile yoktu sonradan Secret'lar falan türeyince çıktı o deyim de ortalığa yanılmıyorsam...
Bahsettiğim kitabı yeni nesilin eline versek okuyun diye bu yeni moda kitaplardan zannederler muhtemelen
ama o zamanlar farklıydı benim için
Leo Buscaglia
Yaşamak Sevmek ve Öğrenmek
çok etkilemişti beni, defalarca okumuşluğum ara ara elime alıp yeniden gözden geçirmişliğim olan satırlarının altını çizdiğim, çizdiklerimi defterlere kaydettiğim bir kitap...
düşünüyorum da hayata bakış açımda çok etkisi olmuştur bu kitabın diyebiliyorum...
ikinci el almıştım kitabı.. İlk sahibi 1985'te almış.. ismini karalamışım keşke yapmasaymışım..
ben de 1987 de falan okumuş olsam gerek ilk
sonra defalarca okuna okuna, elden ele geze geze dağılmış kitap..
üzerine okunmuşluk sinmiş kitapları çok seviyorum..
Sadece şu haline bakmak bile beni mutlu ediyor..
İçinde bir şiir vardır bu kitabın.. Okurken zıldır zıldır ağlatmıştı beni..
eh 16-17 yaşlarında saftirik (evet inanmak zor ama saftiriktim o zamanlar ) bir genç kız için normal değil mi ya...
şiir şu idi:
Anımsıyor musun yeni arabanı
Ödünç alıp çarptığım günü
Öldüreceğini sanmıştım beni öldürmedin oysa
Anımsıyor musun seni zorla sahile götürdüğüm
Yağmur yağacağını söylediğin ve yağdığı günü
"Söylemiştim sana" demeni bekledim, demedin oysa
Anımsıyor musun kıskandırmak için seni
Başka oğlanlarla oynaştığım ve senin kıskandığın günleri
Terk edeceğini sanmıştım terk etmedin oysa
Anımsıyor musun; çilekli pasta düşürüp
Arabanın paspasını kirlettiğim günü
Tokatlayacağını sanmıştım beni, tokatlamadın oysa
Anımsıyor musun; dansın resmi giysili olduğu
Ve benim söylemeyi unuttuğum
Senin de kot pantolonla geldiğin günü
Bırakacağını sanmıştım beni, bırakmadın oysa
Evet yapmadığın çok şey vardı.
Ama dayandın bana, sevdin beni
Ödünç alıp çarptığım günü
Öldüreceğini sanmıştım beni öldürmedin oysa
Anımsıyor musun seni zorla sahile götürdüğüm
Yağmur yağacağını söylediğin ve yağdığı günü
"Söylemiştim sana" demeni bekledim, demedin oysa
Anımsıyor musun kıskandırmak için seni
Başka oğlanlarla oynaştığım ve senin kıskandığın günleri
Terk edeceğini sanmıştım terk etmedin oysa
Anımsıyor musun; çilekli pasta düşürüp
Arabanın paspasını kirlettiğim günü
Tokatlayacağını sanmıştım beni, tokatlamadın oysa
Anımsıyor musun; dansın resmi giysili olduğu
Ve benim söylemeyi unuttuğum
Senin de kot pantolonla geldiğin günü
Bırakacağını sanmıştım beni, bırakmadın oysa
Evet yapmadığın çok şey vardı.
Ama dayandın bana, sevdin beni
ve korudun beni
Çok şey vardı;
Benimde senin için yapmak istediğim
Vietnamdan döndüğünde
Çok şey vardı;
Benimde senin için yapmak istediğim
Vietnamdan döndüğünde
Dönmedin oysa…
....
ve beni etkileyen bir kaç alıntı.. Oturup yeniden yazamak için ilk cümleleri ile google'da aratıp buldum.. kopyala yapıştır sırasında yamukluklar olur ise affola
"hepimiz gizliden biraz deliyiz... Hepimiz aslında yalnızızdır ve
anlaşılmak isteriz. Ama hiçbir zaman bir başkasını tümüyle anlayamayız ve
hepimiz bizi çok seven kişilere bile bir parça uzak kalırız. Acımasız olanlar
güçsüzlerdir; sevecenlik, yalnız güçlülerden beklenebilir. Korkuyu bilmeyenler
gerçekte yürekli değildir. Çünkü yüreklilik düşünebilene karşı koyma gücüdür.
İnsanları çocuk gibi görürseniz onları daha iyi anlayabilirsiniz. Ne denli
yaşlı olursa olsunlar, çünkü çoğumuz hiçbir zaman büyümeyiz; yalnızca boyumuz
uzar. Mutluluğa ancak beynimizi ve yüreğimizi gücümüz yettiğince
eleştirdiğimizde ulaşabiliriz...
Yaşamanın amacı önemli olmaktır. Saygın olmak, bir şeyi savunmak boşuna
yaşamamaktır."
"Kendimizi uyarmalıyız: Çok çalışmadan ve ellerimizi kirletmeden
hiçbir değişimi gerçekleştiremeyiz. Gelişimi ve kişilik oturma konusunda
ezberleyecek hiçbir formul ya da kitap yoktur. Yalnızca şunları biliyorum:
Yaşıyorum varım, buradayım, gelişiyorum. Yaşamımı başkaları değil kendim
oluşturuyorum. Kendi kusurlarımı yanlışlarımım, suçlarımı açık yüreklilikle
kabullenmeliyim. Yokluğumun acısını hiçkimse benim kadar duyamaz, ama yarın
yeni bir gün ve yatağımdan çıkıp yeniden yaşamaya başlamaya karar vermeliyim.
Başaramazsam sizi, yaşamı ya da Tanrı'yı suçlamanın kolaylığına sığınmamalıyım."
kitabın neredeyse tamamını yazmak istiyor insan
ama bu sonuncu alıntım olsun ve huzurdan çekileyim...
“Gülmek; “saf” denme riskini göze almaktır.
Ağlamak
ise; “duygusal” görünme riskini…
Birine
yakınlaşmak; “kendini kaptırma” riskini,
Duygularını
açmak; “kendini ortaya koyma” riskini,
Hayalleri
ve düşünceleri sergilemek ise; onları başkasına kaptırma” riskini göze almaktır.
Sevmek;
“karşılık görememe” riskini…
Yaşamak
ise; “ölme” riskini göze almaktır.
Umutlanmak;
“hayal kırıklığına uğrama” riskini
Çabalamak
ise; “başarısız olma” riskini göze almaktır…
Ama
riskler yaşanmalıdır. Çünkü; hayatımızın en büyük riski hiç risk almamaktır. Hiç risk almayan kişi, belki acı ve üzüntülerden korunabilir, ama büyüyemez,
sevemez, değişemez, hissedemez, öğrenemez. Garanti arayışlarıyla zincirlenmiş bir köle
olarak yaşarken, bedelini; özgürlüğünü kaybederek öder. Sadece; riski göze
alabilen kişi hürdür.”
18 Eylül 2014 Perşembe
Bugün Başkent'e kış geldi Kiana...
Kiana..
Hani söz vermiştin bana..
Doğum günümü unuttuğunu affettirmek için bir süprizin vardı hani....
O süprizi yapmasan da olur aslında.. hem biz yaşlarda doğum günlerinin hatırlatılmasını değil de unutulmasını istiyor yürek sanki...
Ne dersin Kiana...
Bugün Başkent'e kış geldi... Eskiden ne güzel sonbaharları olurdu bu kentin.. güneşli.. sarı turuncu kırmızı kahverengi mor... rengarenk.. İki senedir güz de terk etti bu kenti be Kiana .. baksana bir biz kaldık..
Keyfim yok bugün nedense.. Hava aniden soğudu diye belki.. Belki ocakta unutup dibini tutturdum diye yemeğin... Ya da belki özene bezene fönlediğim saçımla ince ince yaptığım makyajın yağmura yenik düşmesindedir...
ya da Belki..
Ne bileyim Kiana
Belki seni özlemişimdir...
neyse..
Aslında ben diyecektim ki.. Hani yaz başında deli bir yağmur yağmıştı da ıslanmıştık sırılsıklam sinema çıkışında..
Ceketini vermiştin üşüdüm diye..
Bende kaldı hani..
Birden soğudu ya havalar.. Uğrayıp almak istersin belki diyecektim ...
Hay lanet.. yine başladı
yağmur...
dinmişti oysa
bilirim sen şimdi gelmezsin bu yağmurda Kiana...
f: NKT--ekim 2010/ankara
Hani söz vermiştin bana..
Doğum günümü unuttuğunu affettirmek için bir süprizin vardı hani....
O süprizi yapmasan da olur aslında.. hem biz yaşlarda doğum günlerinin hatırlatılmasını değil de unutulmasını istiyor yürek sanki...
Ne dersin Kiana...
Bugün Başkent'e kış geldi... Eskiden ne güzel sonbaharları olurdu bu kentin.. güneşli.. sarı turuncu kırmızı kahverengi mor... rengarenk.. İki senedir güz de terk etti bu kenti be Kiana .. baksana bir biz kaldık..
Keyfim yok bugün nedense.. Hava aniden soğudu diye belki.. Belki ocakta unutup dibini tutturdum diye yemeğin... Ya da belki özene bezene fönlediğim saçımla ince ince yaptığım makyajın yağmura yenik düşmesindedir...
ya da Belki..
Ne bileyim Kiana
Belki seni özlemişimdir...
neyse..
Aslında ben diyecektim ki.. Hani yaz başında deli bir yağmur yağmıştı da ıslanmıştık sırılsıklam sinema çıkışında..
Ceketini vermiştin üşüdüm diye..
Bende kaldı hani..
Birden soğudu ya havalar.. Uğrayıp almak istersin belki diyecektim ...
Hay lanet.. yine başladı
yağmur...
dinmişti oysa
bilirim sen şimdi gelmezsin bu yağmurda Kiana...
f: NKT--ekim 2010/ankara
Etiketler:
deneme,
fotoğraf,
kiana'ya iç dökmeler,
kurgu
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)