6 Temmuz 2011 Çarşamba

Balık kılçığı gibi özlem

“Daha sık yazmalısın, daha detaylı, daha uzun anlatmalısın aklından geçenleri” diyor kafa doktoru. Umursamıyorum dediklerini ya haklı da olabilir aslında.


Tek sorunum Lodos değil, ve hatta aslında o bir sorun bile değil kafa doktoruna kalırsa, daha bir tomar sorunum var daha somut etkiler bırakabilecek hayatımın akışına. Ama kafa doktorunun anlamamakta direndiği konu şu ki, ben sadece Lodos’tan söz etmek istiyorum konu yazmak olduğunda. Çünkü ben Lodos’u kimse ile paylaşamıyorum şu kalem ve kağıt dışında.

Özlem çok tuhaf bir his… Bazen insan, “tamam bağışıklık yaptı bu özlem, bundan sonra böyle gider ve bünye de alışır bununla yaşamaya” diyor ama bir gün birden birşey görüyor ya da duyuyorsun.. İçinde bir yer o kadar derinden acıyor ki, özlemek duygusuna kahrediyorsun..

Bugün buna benzer bir şey geldi başıma.

Sabahtan başlamıştı huzursuzluğum. Olur mu ki herkese böyle, sabah sabah hiç sebep yokken huysuz huzursuz uyanırım da bütün günüm de öyle geçer. İşte öyleydi bugün de.

Evden çıkmak falan istemedi canım ama çıkmasam da olmayacak. E malum, mecburiyetler.

Aklımda falan değildi…

O…

Lodos yani..

Hava cıva şeyler düşünüyordum kuvvetle muhtemel…

Sonra

O’nu gördüm parkta

O adamı…

Birden kilitlendim, gözüm takıldı kaldı.

Yok yok adam Lodos’a falan benziyor değildi. Bilakis akla kara nasıl zıtsa birbirine, o kadar da zıttı fiziksel görünümleri

Adam top oynuyordu sabahın o saatinde çocuklarla. Herkes işe yetişme telaşı içinde vızır vızır koştururken sağa sola; o top oynuyordu. Sabahın o saatinde parkta top oynayabileceği çocuk profili ne olabilirse işte o çocuklarla. Trafik ışıklarında duran otomobillere kağıt mendil satmaya ya da ellerindeki kirli çaputlarla –sözde- cam temizleyip bahşiş kapmaya uğraşan çocuklarla… Lodos’un çocuklarıyla…

Lodos çok önemserdi onları. Top oynardı onlarla, ip atlardı kız olanlarıyla, kışın poşetlerin üzerine oturup kayardı yokuş aşağı çığlıklar atarak, onlar gibi çocuklaşarak. En çok o anlarda severdim onu, en çok o anlarda yaklaşabilmiştim ruhuna dokunmaya.

O adamı o çocuklarla top oynarken görmek… İşte buydu donup kalmama sebep.

Ve o andan sonra birdenbire dayanılmaz hale geldi içime sakladığım özlem. Bir duygu –hani duygular soyut kavramlar ya- somutlaşır mı? Somutlaşıyor… Bu özlem denen his sanki sivri keskin bir balık kılçığıymış da –boğazına takıldı mı kılçıklar öldürebilir bile ya insanı- yüreğime takılmış gibi, acıtıyor, acıtıyor, acıtıyor……..

Yok

Geçmedi halâ

Orada kilitlenip, içim acıya kanaya izlerken onları, usulca omzuma dokunan yaşlı amcanın huzur veren sesiyle geldim kendime

“Yavrum, hasta mısın? Neyin var?

Diyordu amca. Bu sözcükleri işitene değin farkında bile değildim oracıkta parkın girişinde bir kütüğün üzerine çöküverip, karnıma sağlam bir yumruk yemiş gibi, ikibüklüm  kalıvermiş olduğumun. Dedim ya somut bir acı… balık kılçığı gibi battı özlem yüreğime diye. Yalan değildi.

İnsanoğlu enteresan. Zor anlarda çözüm üretme konusunda doğuştan gelen bir uzmanlığımız var hepimizin. Yoksa, zorlama doğrultup bedenimi amcaya gülümseyerek

“Yok yok hasta değilim, kramp girdi birden galiba, teşekkür ederim şimdi daha iyiyim” diye bir cümle kurabilme ihtimalim sıfıra yakın hadise planlı olsa. Yalan söylemek konusunda son derece beceriksiz oldum çünkü ömrüm boyunca. Öğrenciliğim sırasında sırf bu yüzden kopya çekemedim ben, mantık dersinde bile. Mantık dersinde bile diyorum zira saf bir hocamız vardı millet kitap açardı kucağına…

Hay Allah nerden geldim şimdi lise yıllarına.

Bugün huzursuz kalkmıştım yataktan, sonra da işte basit bir hadise onu ne kadar çok özlemekte olduğum gerçeğini tokat gibi çarptı yüzüme.

Demek ki çıktığı, gittiği, uzaklaştığı falan yok onu içimde yerleştirdiğim yerden. Pusu kurmuş içime her fırsatta saldıracak belli.

Sakladığım fotoğraflara baktım dip köşeden çıkartıp..

Sakladım hepsini evet. Yırttım bir çoğunu aslında, bunlar kıyamadığım birkaç numune. Bilgisayara kayıtlı olanları da silip attım..

Faydası olacak zannetmiştim bir hevesle. Oysa beynine işlemişse bir simanın her ayrıntısı fotoğrafa görüntüye ne hacet. Zaten her gözünü yumduğunda karşılaşıyorsun onunla…

Eh bu da tecrübe oldu bana.

Fotoğraflara baktım baktım ve uzun zamandan sonra ilk kez ağladım. Avaz çığlık haykıra hıçkıra ağladım ağladım ağladım ağladım… yorgunluktan sızacak gibi olana değin ağladım.

Kalkıp ağlama krizi geçirdiğim kanepeden, elimi yüzümü yıkadım ve yazmaya oturdum işte.

Çok yorgunum, yazmayacağım daha.....




Dipteki Not: Modelim Seranay Yargıç'a teşekkürlerimle...

13 yorum:

Ebru dedi ki...

Böyle anlarda ne demeli bilmiyorum. İçdöküşüne sesine ses verdiğimi bilesin diye yazmak istedim.

Bazı acılar pusuda ve bazen gecenin yarısında bazen sabah uyanınca ensesinden yakalıyor insanın.

Şimdi iyi misin?

Yazgüneşi dedi ki...

Ah canımın içi ne tatlısın sen :)
iyiyim cancan iyiyim..
bir projem bu Lodos benim... Belki bir gün kitap olur diye hayalini kurduğum...
Lodos diye birisi yok yani..
Lodos'ta tanıdığım bir sürü adamdan izler var.. Ama bir Lodos yok.
Bir roman kahramanı..
Kurgu işye..

sımsıkı sarıldım senin o pürüzsüz güzelim yüreciğine..

pınar dedi ki...

Ah yahu,iyi ki projeymiş,ağlayacaktım inan.
Ne güzel yansıtmışsın anlatmak istediklerini.

Parpali dedi ki...

Bugünlerde şöyle hıçkıra hıçkıra ağlamayı ne çok istiyorum bir bilsen. Sessiz sedasız akan yaşlar, çoğu şeyi temizleyemiyor bazen.

Ebru dedi ki...

Bilirim o kurgulara ait gerçekleri:)Sarıldım.

Yazgüneşi dedi ki...

canım domatessuyu bilsen nasıl sevindim iyi ifade edilmiş oluğunu düşünmene.. ağlayasımız mı vardır nedir toptan bugünlerde

canım parpali değil mi ya... kesmiyor sessiz damlacıklar kimileyin beni de.. şöle avaz çığlık ağlamak nasıl iyi gelir bazen..
ama yine de üzülme sen hiç böyle ağlamayı isteyecek ölçüde....

Yazgüneşi dedi ki...

Canım Ebrucanım, bilirim;
bilmez misin...
her kurgu dokunmaz mı kıyıdan köşeden gerçekliklere..
dokunur elbette:))

nil dedi ki...

bu kadar sahici anlatabildiğine göre, başarılı bir deneme :) ben de çok beğendim, ellerine sağlık ...

Yazgüneşi dedi ki...

masmavim :)...

ha bir de..
özledim yahu..

nil dedi ki...

asıl tatil öncesi elimdeki işleri bitirme telaşına düştüm nesim, paluk dönsün de derin sulardan görüşelim birlikte :)

Yazgüneşi dedi ki...

kolay gelsin kuzum..
görüşelim valla yaw

beenmaya dedi ki...

‎"Bellek silinemez ve asla yok edilemez! Sadece unutkanlığın zarı, anıların ışıldamasını engeller. Sonra bir darbe gelir ve o zarı parçalar. Hatırlamak budur."

Belleğin Kış Uykusu
Mehmet Eroğlu

Yazgüneşi dedi ki...

nefis ötesi
büyüleyici...

kusma kulübü can çekişiyor
10 bilemedin 15 sayfa...

okunacak ne çok şey var yaa..