seni ilk gördüğüm gün, sonbaharın yabanıl
kahverengi geyiği benim için olduğunu
anlamıştım. boynuzların iletken elektrodlar
gibi, tuzumsu bir karla kaplanmıştı.
ağaçların etrafında yavaşça dolaşan
buğuların ve serpiştiren buzdan iğnelerin
arasında mor'u tanıdım.
omurganda yanan ışıkla oryantal ikonların
karanlık gölgeleri ardında kırmızı ve
maviyi karıştırıp moru elde ediyordun:
gizin rengini.
beni ilk gördüğün gün senin için
olduğumu anlamış mıydın? bal peteklerinden
bir yağmur yağıyordu. defne ormanlarının
arasında oranj'ı tanıdın. ikimiz de
duruyorduk öyle kolera çarpmış gibi
sersemlemiş, büyülenmiş, buğuların üstünde.
hiçbir şey değişmedi yine de çünkü "aşk
likid korku dolu bir kadehtir."
budist rahiplerin safran giysileri
yanıyordu havada. birisi yerde
mor giysisiyle yatıyordu. sana
yalan söylemek istemiyordum. oranj
olmadığımı, mor olduğumu benim de,
hatta hileli bir "deeper blue"
olduğumu... birbirine zıt iki renk...
anlamıyordun... kadın yogilerin
cinselliğini arttırdığı söylenen
mor bir ışıkta beni oranj sanıyordun.
oranj değilim ben, yasın belirtisiyim,
morum, safranım belki ama oranj
değilim. mutluluk çıkmaz benden.
benim turunçgillerim yapraklarını ağlar.
<
incelikli zulmün için, kalbimin
yine de senin için tuhaf şövalyem
morluklarını unutup oranj olmayı deneyebilirim
kahverengi geyiği benim için olduğunu
anlamıştım. boynuzların iletken elektrodlar
gibi, tuzumsu bir karla kaplanmıştı.
ağaçların etrafında yavaşça dolaşan
buğuların ve serpiştiren buzdan iğnelerin
arasında mor'u tanıdım.
omurganda yanan ışıkla oryantal ikonların
karanlık gölgeleri ardında kırmızı ve
maviyi karıştırıp moru elde ediyordun:
gizin rengini.
beni ilk gördüğün gün senin için
olduğumu anlamış mıydın? bal peteklerinden
bir yağmur yağıyordu. defne ormanlarının
arasında oranj'ı tanıdın. ikimiz de
duruyorduk öyle kolera çarpmış gibi
sersemlemiş, büyülenmiş, buğuların üstünde.
hiçbir şey değişmedi yine de çünkü "aşk
likid korku dolu bir kadehtir."
budist rahiplerin safran giysileri
yanıyordu havada. birisi yerde
mor giysisiyle yatıyordu. sana
yalan söylemek istemiyordum. oranj
olmadığımı, mor olduğumu benim de,
hatta hileli bir "deeper blue"
olduğumu... birbirine zıt iki renk...
anlamıyordun... kadın yogilerin
cinselliğini arttırdığı söylenen
mor bir ışıkta beni oranj sanıyordun.
oranj değilim ben, yasın belirtisiyim,
morum, safranım belki ama oranj
değilim. mutluluk çıkmaz benden.
benim turunçgillerim yapraklarını ağlar.
<
incelikli zulmün için, kalbimin
* * *
unutuşum başka bir sendi. ben ölüyordum tropiko
unutuşun beyaz romansıyla ölüyordum.
söylenecek başka bir şeyim yok artık.
unutmak istemiyordum oysa.
güzel kalan yaralar vardır çünkü..
limon kokulu, yağmurlu kadınlar vardır.
hiç unutmayan kadınlar vardır.. limon kokulu..
her şeye rağmen.. yağmur kalan kadınlar vardır..
* * *
gözlerimi sana çevirdiğim zaman
bir buğu sarıyor onları
görmüyormuş gibi yapıyorsun ama
imkânsızlıklar yaratıyor aşkları...
* * *
bana gelince ben
hazan yüzlü bir adamı aradım hep
bir sonbahar günü beyaz pardesüyle
kurumuş yaprakların üzerinden
kapımı çalmasını bekledim
gelse ne olacaktı
onu da bilmiyorum ya
olanaksız bir şey istediğim farkındaydım ...
* * *
seni bir gün en yakının ele verirse eğer,
öğren susmasını ve ağlamamasını.
bir kavanozun içinde mavi bir gül
yetiştir her gün daha çok yaşayan.
bir masalın ağzını kapat ve yat
geniş odalarda. bir oksijen çadırında.
* * *
boynumda yağmurdan bir kolye
mızrak gibi kelimelerin üstüne oturuyorum bugünlerde
bir siyam kedisi ve ben
pek çok şeyi geriye doğru unutuyoruz.
* * *
öyle anlar vardı ki
elle tutulabilirdi coşku
seçkindik ve kanarak yaşıyorduk
ışık körelmişti gözlerimizde
soluksuz kaldık batak büyüdüğünde
ihaneti çevirin
çevirin yüreğinizi
yaşam devingen bir nehir işte
ışıtıyor sizi
* * *
ne kötü şimdi şu an dışarı baktığımda
sana bu derece yabancılaşmam
o kadar yakındık ki...
ama işte şimdi elimi dışarı uzattığımda
yağmurun yağıp yağmayacağını kavramak dışında
sana dair hiçbir şey bulamıyor olmam
sana tutunamam ki
katiller bile geride
el izi bırakır, ne acı...
* * *
seni yatıracağım ellerimde
bir ıhlamur yaprağı gibi
seni yatıracağım göğüslerimde
menekşeler gibi
seni yatıracağım gözlerimde
bir yağmur suyu gibi...
* * *
içimizde dönen yıldızlara bakıp sessizce
düşlerin kışını ciğerlerimize dolduruyoruz
hep yarıda kalan dostluklar sürdürüyoruz
çekiciliğini kararsızlıktan alır sonlu varlığımız
uzayda acının sonsuz titreşimlerini yayan
bir yıldızdır kahkahamız...
ben hala o uzun kıvrılan yolda bekliyordum.
oradan ayrılmamıştım ki...
sonra şimdi yatağımda, bütün gece yazmaktan
yorgun düşmüşken, kuzey rüzgarı buzdan
heykeller yontarken odada, kulaklarımda
"the long and winding road" dönerken
yavaşça, seni düşünüyorum…
ben seni hiç üzemem
papatya çayı yapmak isterim sana
sonra portakal çayı
fume lapsang souchong çayı
ama ben seni hiç üzemem
deliririm yalnızca
sessizce tek başıma deliririm
beni la pais'ye koyarlar
koyu türk çayi içerim orada yalnızca."
böceklerin de
kıtalararası aşkı olabilir
gemilerde mesela
bizim aşkımız
bu kadar zor bir şey mi tuala?
lale müldür
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder