9 Ağustos 2012 Perşembe

"KARADUYGUN" - Sema Kaygusuz

fotoğraf: neslihan karayakaylar tamyaman

"Biz uykusuzlar bir araya gelince, düşsel olduğu kadar fiziksel de olan, ama aslında ne düşsel ne fiziksel sayılan gece hayatımızı pek anlatmıyoruz birbirimize. Her türlü çıtırtıya açık kulaklarımızın, yeryüzünün uğultusundan öte bir şey duyamadığını söyleyemiyoruz da . İster istemez derin bir dalgınlığın perdesinden dinliyoruz birbirimizi." (s. 12)

"Gece gezen herkes gibi, hatır, hatıra ve hafızanın harcıyla örülen hayali bir konakta, yapay ışıklar altında düşe kalka dolaşırken, tarihi bir serüven gibi yaşar karanlığı" (s. 12)

"Bir türlü geçmeyen dakikayı beklemek,
çizgisel bir oluşun tümüyle dışında kalmaktı hem,
hem de uzun sürmüş tamiratıydı
mekaniği bozuk bir yelkovanın" (s. 15)

"Bilmek çok fena bir şey Olup bitenleri değiştirememenin azabı daha yıkıcı oluyor. Bildikçe elleri de değişiyor insanın, yüzü de. Parmak uçları hassaslaşırken alın çizgileri derine ilerliyor. Hele Musa gibi ciğerine kadar bilince, bütün o kavga, dövüş, isyan, intikam, tuzak, katliam, bütün o yalan dolan, hile, riya fazlasıyla paralıyor insanı. Beden neyi biliyorsa o kadar acıyor çünkü. (Zaten herkesin öldürülebilir olduğu bir yere aitti Musa. Öyle ki bütün dünyayı kaplıyordu bu yer)" (s. 17)

"Ruhun da bir ruhu vardır, bundan eminim.
Ruh içeriyi duyar, ruhun ruhu ise ötekileri. Biri uyumun ve armoninin ilmiyle titreşirken, öbürü canhıraş bağırtılarla parçalanır. Dünyanın uğultusuna katılır." (s.23)

"... ses, ışıktan da seyrek bir varlık. Soğukta yavaşlayıp sıcağı bulur bulmaz konik dalgalar halinde hareket eden mahlukata dönüşüyor. sesler ister istemez cisimleşiyor sonra. İmgelemde katılaşan bütün görüntüler, elbette Birhan gibilerin zihninde ürüyor sadece. Birhan gibiler derken, dünyanın uğultusunu içinden duyan karaduygun insanlardan söz ediyorum. Aşkın bir duyarlılığı sıska bacaklarıyla taşıyan bu yeryüzü sürgünleri, nasıl ki seslerin cismaniliğini derinden biliyorlarsa, başlarındaki ağrıyı ucundan tutup iplik gibi yumağından çözebileceklerini de sanıyorlar. Her şeyi dokunulur kılan imgesel bir alemde, kendi hatıralarıyla yeniden tasarlıyorlar dünyayı. O yüzden onların hayal kırıklığı başkalarınınki gibi limoni değil, genelde kan tadında oluyor. Birhan'ın başı da çok, daha çok, daha çok ağrıyor o zaman . Hâlâ merak duyduğu bir rüya, çünkü şakaklarında" (s. 24)

"... saatlerin uzayışıydı yaz mevsimi. Bir de havuzda cebelleşen çocukların çığlıkları, bisiklet zilleri ve yavrusuna uçmayı öğreten karganın bağırtısıydı. Seslerle kuruluyordu saatler. Güneş ışınlarının eğimine göre sesler kendi kendini yaratıyor; ötüşlerden vızıltılara, kuğurmalardan tavla şıkırtılarına, su çırpıntısından böcek ötüşlerine doğru üst üste devinip dönüşüyor, derken köpek havlamalarıyla ansızın kesiliveriyordu." (s. 28)

"Biz zamanı, aynı şey yalnızca birimizin başına gelsin diye kurmuştuk." (s. 29)

"Evrenin önümüze serdiği onca muammaya, yerkabuğunun muğlaklığına, zamanın oynaklığına rağmen, biz belirsizliğe dayanamayız okurken." (s. 30)

"Ne zaman tak tuk tak diye uyandırılsak, gözümüzü açtığımız yer, kendi ellerimizle yontamadığımız bir kafa!" (s. 35)

"Sadece hayatlarımızla bölük değiliz birbirimizden, dilim dilim zamana da bölünüyoruz. Bazen eski zaman parçalarımıza bakınca kendimizi hatırlayamıyoruz." (s. 38)

"İnsan milleti nereye baksa sadece kendisini görür. Hayvanların kafasını kendi kafasına geçirir, onların pençelerini bir eldiven gibi kendi ellerine takar. Ben sanat tarihi okuyorum. On üçüncü yüzyıldan kalma bir İbrani kitabında Hezekiel'in kehaneti resmedilmiş. Hayatları boyunca Tevrat'ın buyruklarını izlemiş doğru kişiler, insanlık tarihinin son sahnesinde bir araya gelmişler. İşin ilginç yanı bu insanların hepsi hayvan başlı. Kimisi aslan, kimisi kartal, eşek, panter... Gel gör ki bedenlerini hayvanla değiş tokuş etmiyorlaraslında. Tam tersine, dünyanın son gününde bile insanı içten içe yıkan bir uzaklığı ifşa ediyorlarç Onların bu yarı hayvan hallerinin hayvanla hiç ilgisi yok. Hem gerçekte mevcut olmayan hayvanbiçimli insan, hem de yerini hiç bir hayvanla paylaşamayan insankökenli hayvan oluyorlar. Ama kendi hayvanlıklarından ödü kopuyor hepsinin." (s. 39)

"Uzaklara gidince insan bütün niteliklerini yitiriyor. Bedenin de bir geleneği var ister istemez. Her beden kendi bilgisinde yaşasaydı, buna izin verselerdi... dünya başka türlü olurdu." (s. 44)

"Nerden aldın bu üzümü? Karşıki manavdan değil mi? Sordun mu nerden geliyormuş diye? Bu üzüm kardinal, Bodrum'dan geldi. Ataları Karya halkın uzanan biri yetiştiriyor bunu, sence fark eder mi? O manavda gördüğün avokadolar Meksika'dan dünyaya yayıldı, patetes Peru'dan, ananas Brezilya'dan, elma Asya'dan... İftar sofralarında İsrail'den gelen hurmalarla oruç açıyor insanlra! Yeryüzünün bütün nimetlerini lüplüyorsun da  sofranı paylaştığın insanın kan bağını neden sorguluyorsun!" (s. 44)

"Bir deniz görünce insan sanıyor ki dünyadaki bütün denizler aynı. Neden biliyor musun? Çünkü biz karşıdan bakıyoruz. Olan biten her şeyi, her ânı, her küçük ayrıntıyı böyle heykel gibi durarak yüzyirmi derecelik açıdan görebiliyoruz ancak. Heykeller nasıl bakar? Aynı öyle!
Karşıdan bakmak ezbere bir şey. Pekâlâ gözlerini kapatabilirisn. Denizleri birbirinden ayırt edemiyorsak, zihnimizle gördüğümüzü tenimizle bilmediğimiz için." (s. 45)

"... hepimiz kayıbız. Kimyamız bozuk bizim. Toprağa tutunacağımıza ölüm korkusuna tutunuyoruz. Açgözlülüğümüz ondan. Meyveyi ağacından toplar gibi bedenle ruhu ayırıyoruz birbirinden. Beden düşüncesi olmayan ham bir şey oluyor o zaman." (s. 47 - 48)

"Dünyaya nasıl alışırsan öyle konuşursun" (s. 50)

"Değil mi ki, bir varlığa değdiğimizde tenimizde izi kalır. Zihnimizden öte, kapıları açan ellerimizle, kenetlenen dişlerimizle anımsarız onları. Zihin uyuştuğunda beden hatırlamaya başlar" (s. 64 - 65)

"Türkçe sözlükler melankoli ile hüznü eşanlamlı gösterse de -ne büyük gaflet- kendi varlığına anlam arayan melankolikleri hüzünbazlardan ayıran derin bir hiçlik duygusudur. Melankolikler varlığın karşı konulmaz mayhoş cezbesiyle hiçlik acısını peşpeşe tadabilirler. Varolan her şey soluk soluğa acılaşabilir çünkü. Güzellik aslında yoktur, Bir anlık ışık çakımında ortaya çıkar yalnızca . Hüzünbazlar yoksunlukla debelenirken, melankolikler boşluğun olası güzelliğini açıklığa çevirmeye yeltenip sürekli yenilirler. Seyir halindeki lütuflara aldanıp solgunlaşmaları an meselesidir." (s. 70-71)

"... onun için Karaduygun Yakup dendiğini duydum. Anadoluda bir çok kez kulağıma çalınan bu güzel sözcüğün melankoliye denk düştüğünü yıllar sonra kavradım. Ta Hippokrates'ten beri kara safranın hükmünde yaşayan insanlara nasıl melankolik demişlerse, buralarda da karaduygun emişler. Hüzünlüler, o yok, bu yok, şu vardı ama şimdi eksik, olacaktı ama olmadı diye dünyaya içerlerken, karaduygun insanlar ben var mıyım, yok muyum, hangi zamanda, kimin içindeyim diye diye üflendiği neyi yadırgayan davudi bir ıslık gibi eğreti, üflediği ıslığı yabancılayan bir ney denli bigâne, her dünyevileşme ânını sancıyla yaşayan, can ile hayat arasındaki ölçüsüz uzaklığı kılcallarında hisseden, alınları doğuştan dövmeli insanlarıdır." (s. 71-72)

"Hüzünlülerin çoğu dünyadan ödü kopan bencil çocuklar yetiştirip bencilliği yavrularlar; keder sınıfındakilerse onların çocuklarına hayatı öğretirler" (s. 72)

"... hüzün taklit edilenilir bir şeydir. Zaman zaman hüzünbazlıkla düzenbazlığı birbirinden ayırmak nerdeyse imkansızdır." ( s. 74)

"Acıyı anlatmak kolay değil. İster istemez kekeliyor insan. Acının simiyle parıldamak bir yana, insanın kendini acısıyla önemsetmesi midemi bulandırıyor. Daha yüzündeki çizgilerden ruhunu görmeye fırsat vermeden ağrısını bir çırpıda anlatabilenlerden bu yüzden kaçınıyorum. Biri bana pansumancı muamelesi yapıyormuş gibi geliyor." (s. 77)


6 yorum:

Ebru dedi ki...

Ah canım böyle ekledikçe liste şişiyor.İdefix listemi bi görsen. Dün başladım gönderdiğin kitaba iyi gidiyor. Yatak odası sıralamasındaydı:)

beenmaya dedi ki...

bilmek gerçekten çok kötü bir şey...

ve bu kitap mutlaka okunmalı...

Yazgüneşi dedi ki...

Ebrucanım dilerim seversin :)
ve o şişkin listelerden hiiiiç söz etme
feciiiiii

Mayam aynen bilmek fena
ve haklısın
okunmalı..
sema kaygusuzu çok sevdim ben zaten... daha neler çıkartacak kimbilir :)

deeptone dedi ki...

yazmıştım okudun mu.
mükemmel kitap.
o kadar kitap yazdım blogumda, 50 tane filan.
bikaç en iyiden biri bu.
bak bide civan var müge iplikçi.
:)
kaçırma.

behrengi çok iyi yaw.
:)

nil dedi ki...

hevesle okumayı bekliyorum ben de, alır almaz hemen ,)

Yazgüneşi dedi ki...

deeo okumamaıştım
yani blogunda okumamıştım
sema kaygusuzla yeryüzünde bir yer ,ile tanışmıştım geçen yaz
iyi ki tanıştım dediğim yazarlardan
önerilerini dikkate alacağım en yakın zamanda sağol :)

Sevgili Özge hoşgeldin elbette zyaret ederim sayfanı

Nil'im evet evet mutlaka okumalısın