2 Ekim 2010 Cumartesi

Yazmaya Dair, Fotoğrafa Dair, Aslında Bana Dair....

Okuma yazmayı öğrendiğim günden beri yazdım ben....
Duygumu, düşüncemi
Kızgınlıklarımı kırgınlıklarımı
sevincimi, neşemi
hayretlerimi, hayalkırıklıklarımı
aşklarımı, nefretlerimi
dostlarımı, düşmanlarımı
gözyaşlarımı, kahkahalarımı
yaşadıklarımı, uydurduklarımı
özlediklerimi, özendiklerimi
kıskandıklarımı, gıpta ettiklerimi
Hep yazdım
Hiç vazgeçmedim...

o ânı ölümsüzleştirmekti belki yazma amacım

Unutuluyordu yaşananlar
Unutulmaz zannedilen neler neler...
Unutuluyordu...

Biliyordum unutulduğunu, çünkü yazıyordum

Günlüklerim vardı dizi dizi; hani bakmayın adının günlük olduğuna, günlük yazmıyordum aslında

Kimi üç ay, beş ay hatta sene geçtiği oluyordu üzerinden bir nokta koymadan
Ama orada
rafta
ânı kaydedip ölümsüzleştirebildiğim bir defter vardı her zaman
ânı durdurmak olduğundan aslında amacım
"günlük" değilde
"anı defteri" demeliyim belki de..

Unutuluyor unutulmaz zannedilen
ve ben unutulduğunu biliyorum
çünkü yazıyorum demiştim ya...
işte olmadık zamanlarda geçmiş defterlere dönüp okuduğumda şaşkınlığa kapıldığım öyle çok zaman oldu ki...

"Ama ben bunu tamamen unutmuştuuum" dediğim...

Oysa ki o vakitler tüm dünyam o hadise üzerine dönmekteymiş aslında...

hep yazdım
Geçmişi yitirmemek adına
Belki de yitirmekti doğru olan kimbilir?
Yaşanıp yaşandığı anda kalmalıydı yaşananlar belki de...
Ama benim tarzım bu değildi...
Her yaşanan an -iyisiyle kötüsüyle- bir deneyimdi ve kazandığım deneyimi yitirmeye göz yummak bana göre değildi

Zamanla yetmez oldu yazmak.. Kelimelerin kifayetsizliği canımı acıtır oldu...
"Neden?" diye sorar oldum kendime
"Neden istediğimi istediğim kelimelerle ifade edemiyorum, neden şimdi bu ânı tarif edecek, kağıda geçirecek bir kelime, bir ifade yok? Neden bunca okuyan ben gerekli kelimeleri bir araya getirip de anlatamıyorum yüreğimden geçmekte olanı? Neden yazarken oldu gibi hissediyorum da bitirip de okuduğumda ne kadar da yetersiz ne kadar da kısır geliyor yazdıklarım bana?"
diye..

Kızımı doğurduktan sonra iyiden iyiye alevlendi bu yetersizlik hissi...
Sıkıntı verdi içime...
Onu kelimelerle anlatmak mümkün olmadığı gibi, benim ona karşı hissettiklerim için karşılık bulabilmek ütopik bir hayalden ötesi değildi.

Bu sancıları epeydir yaşamaktayken dahil oldu fotoğraf hayatıma...
Beklenmedik, planlanmadık bir şekilde...
Öylesine
"hadi olsun mu?"
"E oluversin" psikolojisiyle..

Başlarda anlamam mümkün değildi işin felsefesini, hele ki tam da derslere başladığım gün gelişen ciddi sağlık sorunum nedeniyle...

Sonuçta fotoğraf hayatımda yeni bir şey değildi ki. Doğduğum günlerden beri vardı. Çekilmiş yüzlerce fotoğrafım vardı. Özellikle ilk gençlik yıllarmda, kılıktan kılığa girerek , okul yıllarından kalma sıralarda, okul duvarlarında alt alta üstüste, aileyle çeşit çeşit her düğünden, her doğan bebekle çektiğimiz çektirdiğimiz  tomar tomar fotoğraf...

Ancak işin içine girdikçe, okudukça, gördükçe, yaşadıkça, öğrendikçe; çabalayarak, emek vererek üretilen fotoğraf; ben fark bile etmeden usulca hayatıma, benliğime sızdıkça; fotoğraf üretmenin aslında ne olduğunu anlamaya başladıkça çözer oldum neden pek çok hobyye kıyasla daha tutkulu olduğunu vizör ardından bakmanın.

Usul usul benliğime yayılıp, içimde nicedir oluşturduğu eksiklik duygusuyla canımı yakan boşluğu doldurmaya başladı hayatı kadrajlama tutkusu...

İşte yazarken bulamadıklarım, çekerken gözümün önünden elimin altına kaydediliyordu... Yazarak durdurduğum ânı fotoğraflayarak dondurabiliyordum artık...  Kelimelerimin kifayetsiz kaldığı yerde, fotoğraflarım vardı; kalemimin ulaşamadığı yere objektifim ulaşıyordu... Özellikle kızımı kare kare görüntülediğim vakit, anlatamadıklarım, yazamadıklarım, ifade edemediklerim canımı acıtamıyordu artık...
Çünkü karelerim vardı artık donup kalmış ve o âna sadece o âna ait olan ve dahası mümkün olmayan... Gerçek olan ve o ânı o kareyi her görüşümde bana yeniden yaşatan, ayrıca herhangi bir başka ifadeye gereksinim duymadan...

Kameraya çekim yapıp izlemekten öte bir şeydi bu.. Film akıp gidiyordu, yaşadığın anda olduğu gibi, görmenle geçmesi bir oluyordu... Ama fotoğraf kalmıştı işte, çektiğin anda; öylece....

İşte aslında çekim yaparken bunları hissetmekte olduğumu fark ettiğim ve bu sebeple çekim yapmanın beni böylesi mutlu ettiğini çözdüğüm anda anladım "fotoğraf felsefesi" diye bir kavram olduğunu.

Ve bu kavramı kendi kendime; okumaya, araştırmaya başlamadan, sayfalar arasına gömülmeden, doğaçlama olarak, hayatımdaki boşluğu doldurmasını sağlayarak usul usul fark bile etmeden algılayıverdiğimi....

4 yorum:

Elif Gizem dedi ki...

Aslında hepsinde kendimizi buluyoruz. Yazarekn, fotoğraflarken. Bu iki uğraşta çok özel benim için. Her ikiside çok değerli. Hayatımı yaşama çeviriyorlar, yaşamı daha da çok hissettiriyorlar. Bu arada bu kadar zaman neden keşfedememişim ben burayı. Bi geldim gidemiyorum :)

Yazgüneşi dedi ki...

ben bayıldım senin yazılarına
öööle okudum
yorumlayamadım
geniş zamanda
sindire sindire yazmak için
hayran kaldım kalemine...
tebrikler gerçekten

Elif Gizem dedi ki...

çoook teşekkür ederim :) Ben bloğunun keşfinden sonra akşam evime gittim tripodumu kurdum ve çekim yaptım. yayınlayacağım çok yakında :)

Yazgüneşi dedi ki...

ahaaa
bekliyorum
heyecanlaa...
:))