24 Mart 2011 Perşembe

müşahede

Özünde ikisi de kızgındı aslında erkek egemen dünyada kadının kadına düşmanlığının doğallaşmasına... Başka şartlarda karşılaşmış olsalar kuvvetle muhtemelken dostlukları; şimdi nedendi düşmanlıkları?


Gerçekten benziyorlardı... Dinleseler birbirilerini, tanısalar belki de çok şaşıracaklardı... İkisi de Latin kültüre yakındı mesela; reenkarnasyona inanıyordu bir tanesi ve bir önceki hayatını Arjantin’de yaşamış olduğundan emindi neredeyse; diğeri ise eninde sonunda gidip yerleşmeyi planlıyordu kafasında Meksika’ya.

Dansı seviyordu ikisi de... tangoda çok iyiydi bir tanesi, diğeri bachata dendi mi ilk akla gelen isimdi o kentin Latin barlarında...



Şiir tutkunuydu ayrı ayrı ikisi de bir farkla – ki bu fark daha da yaklaştırırdı aslında dost olsalar onları bir diğerine-; şuydu ki: Yazıyordu biri, hani öyle herkesin “ben şiir yazıyorum” deyip de kelimeleri yan yana, cümleleri alt alta sıraladığınca değil... Ciddiye alarak yazıyordu, ödülleri vardı bir çok yerden kazanılmış ve basılmış iki de kitabı...



Diğeriyse okuyordu... Hani öyle herkesin “ben şiir okuyorum” deyip de internetteki sitelerde dolandığınca değil... Ciddiye alarak okuyordu, karşılaştırmalar içeren yazılı makaleleri vardı ve şairlerin kimi temalarını ele alarak bölüm bölüm hazırlamakta olduğu ve bir gün bastırmayı hayal ettiği bir araştırma kitabı taslağı...



Ve özlerinde hemen her kadın gibiydiler işte aslında, sevilmeyi seviyorlardı, önemsenmeyi... Huzur duyuyorlardı hayatlarında “onun için endişeleniyorum” diyebilecekleri bir karşı cinsin varlığından... Annelik içgüdüsünden midir nedir, sever kadın endişelenmeyi sevdikleri için... ve şu anda her ikisi de –haksız olduğunu bildikleri halde- endişeleniyorlardı sevdikleri adam için.



Geçirdiği basit bir kaza sonrası dinleniyordu hastanede. Kaza basitti, adam adına, hastanede kalması dahi gerekmeyecekti bir gecelik gözetimden sonra... Ama işte bu iki kadına basit değildi bu kaza. Haberi duydukları anda hastaneye koşmuşlardı ve gerçekle yüzleşmişlerdi
Gerçek.... ne kadar da ağır geliyordu şimdi, şu anda her ikisine de.. Nefretle süzüyorlardı birbirlerini, aslında nefret etmeleri gerekenin karşılarında oturmakta olan endişeli kadın olmadığını bal gibi bile bile hem de...



Aldatılıyorlardı... her ikisi de... Diğeriyle...



Hastane koridorlarında tartışacak kadınlar değillerdi...

Tartışmadılar...



Adamın kız kardeşi aralarında kalmıştı, neredeyse ağabeyini unutmuş,  ortalıkta dolanan gerginliğe ilaç olmaya uğraşıyordu. Bir ona koşuyordu kırık dökük cümlelerle, bir diğerine dönüyordu benzerleriyle...



Ketumdu biri, gık dememişti, tek sözcük çıkmamıştı ağzından, diğeri konuşkancaydı kendini açıkça ifade etmeye daha yatkın; bir iki laf etmişti açıklamaya ihtiyacı olmadığını ima eden.. Ama şu bir gerçekti ki kız kardeşin bocalamaları yormuştu her ikisini de..



Konuşkanca olan kalkıp hemşire odasına gitti, son durumu öğrendi , ciddi bir şey yoktu, halâ tutuluyor olma sebebi önlem içindi sadece. Az sonra birer kişi birere kişi girmeleri şartıyla odasına girip kısa bir süre O'nu görebilmelerine izin verilecekti. Usulca koridora geri döndü, kız kardeş diğerinin yanında anlatıyordu yine, bölük pörçük, telaşla.. Konuşkanca olan kadın dikilip yanı başında omzuna vurdu serin kanlılıkla kız kardeşin . İrkilip döndü kız kardeş, bir telaş bulutu geçti hızla gözlerinden... “Sen de kadınsın” dedi konuşkanca olan “biliyordun bunca zaman.. önleyebilirdin, uyarabilirdin sezdirmeden, her ikimize de dostmuşsun tiyatrosunu oynamak yerine, uzaktan izleyip bizlere bıyık altından gülmek yerine, koruyabilirdin hemcinslerini... ama olmaz elbette ağabeyin o senin. Belli ki o “seninle baş başa buluşalım”larla dolu dost telefonların diğerimizle iken sevgili ağabeyin rahat etsin diyeymiş...” Kız kardeş kilitlenmiş kalmıştı, tek kelime edemeden boş boş bakıyordu tüm gerginliği çözülmüştü ve yığılmıştı adeta... Suskunca olan kadın suskun ve tepkisizdi halâ.

Devam etti konuşkanca olan “Olsun, canın sağ olsun, dünyanın kurulu düzeni bu, bugün bize yarın sana...”

Gözleri doluştu kız kardeşin.. Söylesem diye toparlamaya çalıştığı sözcükler içine yığılıp kaldı adeta, bir şey söyleyemedi.



Konuşkanca olan kadın omzunu tuttu usuldan suskunca olan kadının.. Konuştu sakince “şimdi öğrendim, önlem için sadece halâ tutuluyor olması, yok bir şeysi, çıkacak yarın... Gidelim gel... Bir şeyler içelim bir yerlerde, ihtiyacımız var; ikimizin de...”

Suskunca olan kadın elinde büküştürüp durduğu çantasının sapını takıp omzuna ayaklandı, bir kez dahi kaldırmadan başını...



Yürüyüp gittiler...



Konuşacak binlerce ortak noktası olan iki kadın, tek kelime etmeden diğerine, çıktılar gecenin ayazına...

Bir müddet yürüdükten sonra ilk kez açtı ağzını suskunca olan, biraz da kinle

“benim kadar sevemez onu kimse... onu benim sevdiğimce seviyor olamazsın sen... olamazsın eminim, adım gibi eminim işte...”

Konuşkanca olan eğdi başını bu kez; bu kez ondan çıkmadı ses, soluk, tek bir gık bile... iyice önüne eğmişti başını, eğebildiğince.. görünmesini istemiyordu belli ki yüzünün, istemiyordu çünkü gözpınarların taşmıştı damlacıklar, yol yol iniyorlardı yanaklarına...

Kimin kimi ne derecede sevdiğini kim bilebilirdi ki... Zaten ne önemi vardı bunun, önemli olan sevgiyi hak edene verebilmek değil miydi...

Sustular epeyce bir süre... durup sustular öylece... Konuşkanca olan usuldan açtı çantasını, kartvizitlerinden çıkarttı  bir tane... başı halâ yerde... Bir adım atıp diğerine doğru uzatıp verdi kartını...

Dedi ki:

“madem öyle... senindir... ve sormak istersen bir şey... her ne olursa.. cep numaram da var kartta.”

Ve dönüp gitti usul usul.. acıya ... kanaya

Hıçkıra hıçkıra....



Suskunca olan bakakaldı elinde tutmakta olduğu karta... önce takılı kaldı “editör” kelimesine, hem de onun şiirlerini yayımlamış olan dergilerden birinde....

Ama esas ismi okuyunca dağıldı iyice..

O isim

Hayal kurarken geleceğe dair, adama dair yine adamla

“günün birinde bir kızımız olacak ve böyle sesleneceğiz ona” deyip durduğu isim yazılıydı kartta

O isim

Adamın her defasında “harika seçim” dediği isim...

Suskunca olan kadın açtı çantasını usulca, çıkarttı cep telefonunu.. bulup adamın adını  “sil” tuşuna bastı, tereddütsüz “evet” i tuşladı “emin misiniz” sorusunda

Ve karttaki numarayı kaydetti telefonuna o isim, o çok sevdiği “kız” ismi altında

Ve dönüp gitti usul usul.. acıya ... kanaya

Hıçkıra hıçkıra....


AYSE-NES_7290
fotoğraf: ibrahim çakır

Dipteki Not 1: bu öyküyü yazmama ilham olan fotoğrafı çeken candostum ibrahim çakır ve modellikte bana eşlik eden candostum derindeniz balığım Ayşe Keskalan'a teşekkürlerimle

Dipteki Not 2: deneme yayımladım hep, ama bu ilk öykü yayımlamaya cüret edişim. yazılıp kenara konmuş onlarcası var ama hiç cesaret edemedim başkalarıyla paylaşmaya bu bir ilk. olumlu ya da olumsuz ama kesinlikle tarafsız her türlü eleştiriye sonuna kadar açık olduğumu belirtmeyi arzu ettim özellikle :)

3 yorum:

Adsız dedi ki...

Ne demiştik ;)
Devrik cümlelerin bir kısmı düzeltilip anlama otursun ki aklımız şiire gitmesin. Az çalış üzerinde şahane olacak. Çünkü hikayenin kurgusu güzel... Eh foto da şahane.

Altı çizili not: Emek ver, vazgeçme sakın!

Yazgüneşi dedi ki...

düzelttim bir kısmını.
Ama çok kolay değil devrik cümlelerimden vazgeçmek benim için. onca alışmışım ki konuşurken bile devrik cümle kuruyorum ben.. böyle bir ifade biçimi seçmişim kendime her nedense...
düzeltmeyi deniyorum elbette.
kolay pes edenlerden değilim.
çok geç bir yaş belki sıfırdan başlamak için ama zararın neresinde dönülse de kâr sonuçta.
teşekkürler eleştiriler değerli benim için

Adsız dedi ki...

çok geç yaş ha? :)))
sen özgün yazma çağına yeni gelmiş olabilirsin daha... Mazeret aramayıp emek verirsen çok güzel şeyler çıkacak inan ki. Bundan eminim... Bekliyoruz biz, ama sen acele etmeden yaz.